Sistemin tek merkezli bir iktidar tarafında yönetilmesi, iktidarın tek başına mutlak değişmez bir güç olacağı anlamına gelmiyor. AKP merkezli iktidarın karşı karşıya olduğu ekonomik ve bölgesel sorunların onun mutlak görünen gücünü ciddi oranda darbeleyeceği hesaba katılmalıdır Eşitsiz koşullarda, tamamen tek taraflı devlet gücünün belirleyiciliği altında geçen ve AKP-MHP ittifakının kazanmasına göre örgütlenen 24 Haziran 2018 […]
Sistemin tek merkezli bir iktidar tarafında yönetilmesi, iktidarın tek başına mutlak değişmez bir güç olacağı anlamına gelmiyor. AKP merkezli iktidarın karşı karşıya olduğu ekonomik ve bölgesel sorunların onun mutlak görünen gücünü ciddi oranda darbeleyeceği hesaba katılmalıdır
Eşitsiz koşullarda, tamamen tek taraflı devlet gücünün belirleyiciliği altında geçen ve AKP-MHP ittifakının kazanmasına göre örgütlenen 24 Haziran 2018 seçimlerinin sonuçları üzerine yürütülen tartışmalar önemli ölçüde tamamlandı. Sistem içi politik partiler, seçimlerin eşitsiz koşullarda yapılması nedeniyle ortaya çıkan durumu eleştirmiş olsalar da, açık ki sonuçları kabul etmek zorunda kaldılar. Tekrar gibi olacak ama kısaca özetlersek, AKP-MHP ittifakı devletin bütün gücünü ve olanaklarını kullanarak az bir farkla ‘kazandı’ denebilir. Halen oldukça güçlü bir muhalif potansiyel bulunuyor.
AKP’nin MHP’siz devleti yönetmesinin oldukça zor olduğu biliniyor. Bu bakımdan önümüzdeki süreçte olası toplumsal politik gelişmelere bağlı olarak yeniden durum değerlendirmesi yapmak ve buna uygun taktik politikalar belirlemek zorunlu bir ihtiyaç olacaktır. Ortaya çıkacak yeni politik koşulların, beklenilmeyen daha üst düzeyde olanaklar yaratacağı bilinmelidir. Sistemin yeni yönetim yapısı belki de daha geniş olanaklar yaratma fırsatı doğuracaktır.
Seçimlerden sonra ortaya çıkan sonuçlar dikkate alındığında, parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçişin devletin politik niteliğinde stratejik bir değişiklik yaratmadığını belirtmek gerekir. Devletin yani rejimin politik niteliği esasen aynı kaldı ama yönetim biçimi ve örgütlenme tarzı değişti. Sistemin merkezileştirilmesi ve tek elden yönetilmesi, devleti elde tutan gücün acilen ihtiyaç duyduğu bir iktidar etme biçimi olarak hızla uygulanmaya konuldu. Devletin yönetim biçiminde sistem içi farklı kliklerin varlığına rağmen özellikle AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar gücü, otoritenin tek elde toplanmasını sağlayan yeni modelin yaşama geçirilmesi süreci hızla tamamlıyor.
Cumhuriyetin kuruluş sürecinin temel dinamiği parlamenter sistemdi ancak Mustafa Kemal ve İsmet İnönü döneminde fiilen tek adam rejimini andıran bir süreç olarak yaşandı. Bugün geçmişin çok ötesinde sistemin tek merkezli bir düzene dönüştürülmesi yasallaştırıldı, yani anayasal bir statüye kavuşturuldu. Sistem içi farklı politik eğilimler arasında devletin yönetim biçimine dair farklı bakış açılarının artık pek bir anlamı kalmadı ve geri dönüşü olmayan bir sürece girildi.
Muhalefet bundan sonra “Yeniden parlamenter sisteme geçeceğiz” biçimde bir tartışma yapmayacaktır. Sistemin yeniden örgütlendirilmesiyle bu süreç önemli ölçüde tamamlanacaktır. Belki, mevcut sistemin demokratikleştirilmesi tartışılabilir.
Devletin yeni örgütlenme sistemi ne anlama geliyor?
Birincisi, parlamenter sistemin geri getirilmesi açısından süreç artık kapandı. Parlamentonun politik bir etki gücü kalmamıştır. Denetim yetkisi minimum düzeye indirilmiştir. Milletvekili olmanın yüksek ücretli maaş almanın ötesinde ciddiye alınabilir bir işlevi kalmadı. Parlamento biçimsel bir kuruma dönüştü.
İkincisi, yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin tek elde merkezileştiği “cumhurbaşkanlığı” sistemi, devletin kendi ihtiyaçlarına göre bütünüyle yeniden örgütlendirilmesi anlamına geliyor. Oldukça pratik görünen kararnamelerle ülkeyi yönetmek gündelik yaşamın her alanında hissedilecektir. Denetim mekanizmasının olmadığı, keyfe göre karar vermenin ön plana çıktığı devletin yeni örgütlenme sisteminde bakanları denetleyecek hiçbir kolektif güç yoktur. Karşılarında hesap verecekleri bir kurum bulunmuyor. Bakanlar, sadece cumhurbaşkanına karşı sorumludur. Bakanların sayısının düşürülmesi ile yetkilerin doğrudan Erdoğan tarafından kullanılması aslında bakanlıkların da önemli bir rolünün olmadığını gösteriyor. Burada sorun kişisel olarak Erdoğan olmayıp sistemin kendi yapısıdır. Erdoğan yerine başkası da gelmiş olsa aynı sorunlar var olacaktır.
Mevcut sistemin yaşama geçirilmesi sistemin tek merkezli bir güç tarafından yönetilmesi, devletin buna göre yeniden örgütlendirilmesi, devletin önümüzdeki 5-10 yıllık bölgesel stratejisiyle doğrudan ilişkilidir. Suriye’deki ve Irak’taki gelişmelerin çok ötesinde İran merkezli geliştirilen strateji önümüzdeki süreçte çok daha hızlı gündeme getirilecektir. Özellikle Azerbaycan ile geliştirilmek istenen ‘derin’ ilişkilerin politik arka planı ile iktidarın tek elde merkezileştirilmesi arasında önemli bir bağ bulunuyor.
ABD destekli Azerbaycan-Türkiye ittifakı ile İran’a yönelik operasyon önümüzdeki sürecin önemli bir halkasını oluşturuyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı sisteminin cumhurbaşkanı olarak ilk ziyaretini Azerbaycan’a yapmış olması bir tesadüf olmayıp söz konusu stratejinin uygulanmasıyla doğrudan bir ilişkilidir. Azerbaycan-İran arasındaki güçlü tarihsel bağların etkisi bir yana ABD-Türkiye ilişkisinde bu tür bir planlamanın gündeme geldiğine dair çok sayıda bilgi var. Ayrıca NATO üyesi devletlerin Başkanlar toplantısında Türkiye’nin sırtının sıvazlanması, olası İran politikasıyla ilişkilidir. Bu nedenle Türkiye’nin devlet yapısının yeniden örgütlendirilmesi ile Ankara’nın yayılmacılık politikası arasında mutlak bir ilişki bulunuyor. Özellikle ABD’nin Erdoğan merkezli otoriterleşen rejime karşı dengeli bir politika izlemesi, Zarrab davasında mahkemede çıkan sonucu uygulamaması, Halk Bankası ve diğer birkaç bankaya verilecek cezanın açıklanmaması, F-35’ler sorunu, Münbiç’te verilen küçük tavizler gibi bir kısım faktörler, Ankara’nın İran politikasına bağlı olarak değişecektir.
Devletin bölgesel stratejisi ile MHP destekli Erdoğan liderliğinde kurulan hükümetin mevcut savaş politikaları devam edecek gibi görünüyor. Bakanlar kurulu üyelerine bakıldığında önümüzdeki sürecin zorlu geçeceği görülüyor. Bu nedenle küresel güçlerin ve kurumların beklentilerinin tersine sürpriz bir kabine oluşturulmadı. Savunma ve Dışişleri Bakanlığı bütünüyle bölgesel krize göre konumlandırıldı. Ekonomi-Maliye Bakanlığı ise çok daha orijinal bir konumda tutulacaktır. Erdoğan hükümetinin başını ağrıtacak ve belki de politik ömrünü kısaltacak ekonomik gelişmeler olacaktır. Babacan ve Şimşek’in yerine damadın görevlendirilmesi küresel sermayenin beklentilerinin dışında bir politika izleyeceği görüntüsü verse de bunda ne kadar başarılı olacağı şüphelidir. İçişleri Bakanlığına Soylu’nun getirilmiş olması bütünüyle iç politik krize müdahale politikasıyla ilgilidir. Bölgesel politikalarda başarısızlığın iç politikadaki yansımalarına engellemek dahası farklı politik eğilimlere sahip muhalefetin olası tepkilerini bastırmak için Soylu’nun göreve devam etmesi tercih edildi.
Olağanüstü Hal’in fiilen süreklileştirmesiyle bakanlar artık Erdoğan’ın birer memuru konumundadır. Sistemin bütün kurumlarını Saray’dan yönetecek bir kısım Bakanlıkların veya Müdürlüklerin kurulmuş olması ile bütün kurumsal yapıların başında bulunanların sıradan birer memur olarak rol üstlendikleri artık herkesin kabul ettiği bir gerçeği ifade ediyor.
Bir kararnameyle Genelkurmay Başkanlığı, Savunma Bakanlığı’na bağlandı. Damat Berat Albayrak YAŞ üyesi yapıldı. Kararnameler devletine dönüşen yeni sistemde Erdoğan, görünürde mutlak otoriteye sahiptir. Ancak mevcut politik güç dengeleri hesaplandığında bunu sağlaması çok kolay değildir. Öncelikli olarak MHP’ye bağlıdır ve Bahçeli’ye ihtiyacı var. Bu durum uzun süre devam edecektir. Bahçeli bu durumu fırsata dönüştürerek devletin stratejik kurumlarının MHP’lileştirmesini sağlıyor.
Türkiye çok ciddi düzeyde ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Küresel kurumların Türkiye’ye yönelik politikaları olumsuz yönde değişiyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, Türkiye’nin kredi notunu BB+’dan BB’ye düşürdü, görünümü ise “durağan”dan “negatif”e çevirdi. Kredi notunun BB’ye düşürülmesiyle ‘negatif’ olarak tanımlanmasının iki adım ötesi iflasa doğru gitmektir. Her ne kadar Erdoğan, küresel sermaye içinde hareket eden ve giderek daha da bağımlı hale gelen Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunları ciddiye almamış gibi görünse de gerçek durum oldukça farklıdır. Türkiye’ye giriş yapan yabancı sermaye 9 milyar dolara gerileyerek son yılların en düşük seviyesine düştü. Son iki ayda yurtdışına çıkan yerli sermaye 3 milyar doları geçti. Küresel ekonomik bir krizle karşı karşıya olan Türkiye’de doların yılsonunu beklemeden 5,5 TL olacağı iddia ediliyor.
Sistemin tek merkezli bir iktidar tarafında yönetilmesi, iktidarın tek başına mutlak değişmez bir güç olacağı anlamına gelmiyor. AKP merkezli iktidarın karşı karşıya olduğu ekonomik ve bölgesel sorunların onun mutlak görünen gücünü ciddi oranda darbeleyeceği hesaba katılmalıdır.
AKP’nin oyu yüzde 42,6, MHP-AKP ittifakının cumhurbaşkanının oyu yüzde 52’dir. Yani dağınık da olsa bugünkü rejimden memnun olmayanların oranı yüzde 48’dir. Bu durum dahi Erdoğan’ın mutlak bir güç olmadığını gösteriyor. Önümüzdeki yerel seçimlerde doğru adaylar, doğru bir politika ve ittifaklar belirlenirse, büyük kentlerde AKP’nin yerel iktidarına son verilebilir. Ekonomik gelişmelerin doğurduğu sorunlar iç politikada doğru değerlendirildiğinde AKP’nin oylarının yüzde 35-38 civarına düşmesi mümkündür.
Rejim değişmiştir. Tartışmaları yeniden parlamenter sisteme dönüş üzerinden yürütmeden mevcut olanın demokratikleştirilmesi üzerine projeler üretmek esas alınmalıdır.
Mart 2019 seçimlerine çok yönlü hazırlanmak önemlidir. Bu seçimlerin ortaya çıkaracağı sonuçlar büyük sürprizlere yol açabilir. Şimdiden hazırlık yapmak, projeler hazırlamak ve en önemlisi toplumun alt dinamikleriyle süreklileşen bir ilişki ağı oluşturmak gerek.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.