AKP’nin, elinde bulundurduğu bütün güce rağmen 24 Haziran’da beklemediği bir sürprizle karşılaşma oranı oldukça yüksektir. AKP yönetimi bu durumun farkındadır ve ciddi bir tedirginlik içindedir
AKP’nin, elinde bulundurduğu bütün güce rağmen 24 Haziran’da beklemediği bir sürprizle karşılaşma oranı oldukça yüksektir. AKP yönetimi bu durumun farkındadır ve ciddi bir tedirginlik içindedir
Seçimlere az bir süre kalmasına rağmen toplumda seçim havası yok ancak adaylar ve partiler arasındaki rekabet sertleşerek artıyor. Gündelik yaşamda ayakta kalmaya çalışan toplumun önemli bir çoğunluğunda seçim yorgunluğu belirgin olarak göze çarpıyor. Toplumdaki ilgisizliğin sosyo-politik arka planı ciddi sürprizlere yol açabilecek gibi görünüyor. Sessiz ve ilgisiz kitlenin sandıkta sonuçları değiştirme potansiyeli taşıdığı asla unutulmamalıdır.
Partilerin ve cumhurbaşkanı adaylarının sahadaki pozisyonları hiç şüphesiz ki bize bir fikir veriyor. Kimin ne söylediği, ne yaptığı veya ne yapacağına ilişkin başlayan tartışmalar, toplumda yaratacağı güven bakımından da önemlidir. Son iki haftalık süreçte ortaya çıkacak sürpriz gelişmeler seçim sonuçlarını ne düzeyde etkiler? Kim nasıl bir politik hamle yapabilir? Bunları dikkatle takip etmekten yarar var.
Birincisi, Türkiye ciddi bir ekonomik sorunla karşı karşıyadır. Dolar ve avronun önlenemez yükselişi, hareket halindeki yabancı sermayenin ciddi oranda ülke dışına çıkması, uluslararası şirketlerin ülke içindeki ortaklıklarına son vermeye başlamaları ve yatırımlarını durdurma noktasına getirmiş olmaları, enflasyonun % 12’ye çıkması, alım gücünde ciddi oranda bir düşüşün olması, AKP iktidarı için ciddi olumsuz sonuçlar doğuracak gibi görünüyor. Ekonomik krizin politik yansımalarının seçim sonuçlarını etkileyecek düzeye gelmesi, özellikle Erdoğan’ı çok önemli oranda tedirgin ettiği görülüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Londra gezisinde küresel sermaye temsilcilerine istediği her tavizi vereceğini açıklamasına rağmen beklediği desteği göremedi. Küresel sermaye 24 Haziran 2018’de gerçekleşecek seçimleri dikkatle izlemeye aldı. Ortaya çıkacak sonuçlara göre adım atacaklardır. AKP’nin bugünkü ekonomi stratejisi devam ederse, Türkiye çok daha ciddi krizlerle karşı karşıya kalacaktır. Tersine muhalefetin kazanması durumunda küresel sermaye iç politik istikrarı sürdürmek ve yapısal reformları gerçekleştirmek için bir süre destek verecektir.
İkincisi, 16 yıldır iktidar olan AKP’nin ortaya koyduğu ekonomik-politik strateji tıkanma noktasına geldi. Bugün ileri sürdüğü vaatlerin inandırıcılığı bulunmuyor ve toplum tarafından pek inandırıcı görülmüyor. AKP’de iktidar yorgunluğu belirgin olarak hissediliyor. Kolektif yönetim merkezi yerini tek kişilik karar mekanizmasına dönüştü. Çoklu düşünme yerini tekli düşünme sistemine bıraktı. Cumhurbaşkanı herkesin yerine düşünmeye ve karar vermeye başladı. Bakanlar, milletvekilleri, parti yöneticileri hiçleştirilmiş durumda. Kimin nerede nasıl görev alacağı cumhurbaşkanının iki dudağı arasında olduğu için bireylerin tek bir eleştiri yapma şansı bulunmuyor. Muharrem İnce ise tersten kurumsal yapılarla çalışacağına dikkat çekiyor. Toplumun farklı sosyal katmanlarını, politik partileri sürece dahil edeceğini, sistem kurumları arasında dengeyi koruyacağını sıklıkla vurguluyor. Ben yerine biz olgusunu ön plana çıkartıyor.
Üçüncüsü, medya dahil olmak üzere devletin bütün olanaklarını sınırsızca kullanan AKP, kendi toplumsal tabanının tepkisini dahi çekmeye başladı. Toplumun çok önemli bir kesimi AKP iktidarının medyatik propagandasına karşı ilgisiz görünüyor. Öyle ki cumhurbaşkanının katıldığı televizyon programlarının reyting oranları sıradan dizilerin dahi gerisine düşmeye başladı. Hemen her televizyon kanalında canlı yayımlanan cumhurbaşkanının konuşmaları, AKP seçmen kitlesi tarafından da ne ilgi çekiyor ne de pozitif bir etki yaratıyor. AKP yönetimi geçmiş süreçlerden farklı olarak kendileri için son derece önemli olan bu seçimlere konsantre olmuş değil. Cumhurbaşkanı dışında sahada pek kimse yok gibidir. Bu nedenle iddiasını ve hedeflerini kaybetmiş bir AKP görüntüsü var. Sahada tek başına bulunan cumhurbaşkanı, politik vizyonunu ve hedeflerini önemli oranda kaybetmiş durumda.
Akşener, ağırlıklı olarak MHP geleneğinden gelen milliyetçi ve nispeten sağ merkez denilen seçmen kitlesine hitap ediyor. Bu nedenle toplumun önemli bir kesimini oluşturan Kürtlerden ve Alevilerden güçlü bir destek görmeyeceği anlaşılıyor. Kürtlerin, Alevilerin ve demokratik güçlerin aktif desteğini alacak adayın Demirtaş olduğu açık. Seçim boyunca iktidar medyası tarafından yok hükmünde sayılan Demirtaş’a oy veren kitle çok bilinçli bir tercih yapıyor. Bilinçli seçmen kitlesinin harekete geçirilmesi çok daha kolaydır. Önemli olan bunu örgütlemektir.
AKP, özellikle seçim çalışmaları boyunca sürekli sahada olup mahalleleri ve hatta sokakları örgütlemesiyle bilinir. Ancak AKP iktidarlaştıkça, politik ve ekonomik gücü arttıkça toplumun alt sosyal katmanlarından kopmaya başladı. Elitleşmiş politik İslamcı bir gücün oluştuğunu görüyoruz.
Toplumun farklı sosyal katmanlarıyla bağ kurmayı başaramayan CHP, özellikle İstanbul’da toplumun alt dinamikleriyle bütünleşme adımlarını atmaya başladı. 16 Nisan 2017 referandumunda ve Adalet Yürüyüşü’nde bu çok net olarak görüldü. İstanbul il yönetiminin değişmesiyle bu süreç tıkandı. 24 Haziran’a yönelik çalışmalarda bu tıkanıklık çok belirgin olarak göze çarpıyor. Cumhurbaşkanı İnce ve ekibi yaptığı mitinglerle toplumun alt sosyal katmanlarıyla yeniden buluşmaya çalışıyor. Önemli bir etki yarattığını söylemek gerek. İstanbul’da toplumun alt dinamiklerinde alacağı oy, İnce’ye cumhurbaşkanlığı yolunu açacaktır.
HDP’nin seçmenin %80’i toplumun yoksul kesimlerinden oluşuyor. Sokak ve ev çalışması esasen HDP’nin örgütlenme faaliyeti içinde olması gerekirken özellikle İstanbul’da semtleri örgütleme ve harekete geçirmede ciddi bir sorun yaşıyor. HDP’nin İstanbul’da %13 civarında oy alması son derece önemlidir. AKP’nin Kürt illerindeki seçim oyununun bozmanın yolu İstanbul’dan güçlü sonuçlar almasına bağlıdır. Henüz iki hafta var ve bu süre verimli değerlendirildiğinde %10 barajının aşılması garanti altına alınır. İstanbul mahallelerini, sokaklarını hatta evlerini seçim büroları gibi işleten HDP, bütün politik dengeleri belirleme şansını yakalar.
Dördüncüsü, AKP iktidarı seçim taktiğini yanlış hedefler üzerine kurdu. Yok hükmünde sayılan Akşener’e karşı tam bir ambargo uyguluyor. Saadet Partisi adayı Karamollaoğlu’nu da yok sayıyor. Cezaevinde bulunan ve seçim çalışmasında aktif hiçbir rol oynamamasına rağmen Demirtaş’ı saldırının hedefine oturtması, Kürtlerin AKP’yi karşı aldığı politik tutumdan ileri geliyor.
Erdoğan, rakip olarak sadece İnce’yi seçti ve hedef tahtasına oturtmak istedi. Ancak İnce’ye karşı ciddi oranda etkisiz kalan bir Erdoğan gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu durum Erdoğan’ın seçmen kitlesi üzerindeki etki gücünün kırılmasına ve inisiyatifi kaybetmesine yol açmaktadır. Geçmiş seçimlerin gündemini kendisine göre belirleyen Erdoğan, bugün tersine özellikle İnce’nin belirlediği gündemin peşinde gidiyor. Sürekli savunmaya geçen ve ürkek davranan Erdoğan portresi, AKP kadrolarında inisiyatif kaybına, tabanında ise güvensizliğe yol açmaya başladı denebilir. İnce’nin seçmenin ruhsal dünyasıyla bütünleşmesi ve onlardan biriymiş gibi seçmenle kurduğu doğal diyalog, oldukça pozitif bir etki yaratıyor. Erdoğan’ın geçmişin aksine etrafında kurduğu kast sistemiyle bütünüyle elitleşmesi, toplumun alt sosyal katmanlarında önemli oranda kopması, etki gücünü zayıflatmaktadır. Erdoğan-İnce ikileminde, seçmenin İnce’yi daha etkili bulmaya başlaması, Erdoğan’ın somut talepler üzerinde bir seçim faaliyeti yürütememesinin aksine İnce, toplumun çok yönlü sorunlarına kısa, net ve anlaşılır çözüm önerileri sunması seçmenin ilgisini çekiyor.
İnce’nin Erdoğan’a karşı kullandığı üslup ve yöntem seçmen kitlesinde kabul görmeye başladı. Her ileri sürülen eleştiriye karşı daha güçlü karşı koyuşlar yapması seçmen kitlesinde destek bulmasına yol açıyor. İnce’nin oy oranında yaşanan artış, Erdoğan’a karşı olan seçmen kitlesinde önemli bir adres olarak görülmeye başlandı. Bu nedenle özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalması halinde İnce’nin seçilme şansı Erdoğan’dan fazla olabilir. Bu olasılığın ön plana çıkması kesinlikle sürpriz sayılmaz.
Beşincisi, AKP, cumhurbaşkanlığı sistemi için stratejik ittifak için MHP’yi tercih etti. 7 Haziran 2015 seçiminden bu yana, AKP’yi politik olarak yönlendiren MHP’dir. Bahçeli olması gereken politikaları belirtiyor, Erdoğan ise bunları hemen yerine getirtiyor. Bu nedenle AKP-MHP ittifakından çok Bahçeli-Erdoğan ittifakından bahsetmek daha doğrudur. Çünkü iki parti de kurumsal kimliğini fiilen tasfiye etmiş olup doğrudan liderlerine alacakları kararlara göre hareket etmektedirler. Bahçeli’nin belirlediği strateji, AKP’nin politik-ideolojik olarak MHP’lileştirmesi ve devlet bürokrasisine hakim olmasıdır. 15 Temmuz 2016 tarihili Gülen Cemaati’nin darbe girişiminden sonra, Bahçeli bütünüyle belirleyici bir rol oynuyor.
Bahçeli’nin MHP’yi fiilen AKP ile tek merkez haline getirmesi, MHP kadrolarından ve tabanından ciddi bir rahatsızlık yarattı. İyi Parti’yi kuranlar dışında bugünkü MHP tabanının yaklaşık %40’ının Erdoğan’a oy vermeyeceği tahmin ediliyor. İlginç olan Cumhur İttifakı içerisinde yer alan MHP’nin ciddiye alınır bir miting yapmamasıdır. Kendi tabanını yönlendirmeyen MHP’nin bu tutumu AKP tarafından kaygıyla izleniyor.
Bahçeli’nin son günlerde yaptığı af çıkışının, Cumhur İttifakı içerisinde ciddi bir kırılmaya yol açacağı açıktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a küfür eden, tehdit mektupları gönderen Çakıcı’nın Bahçeli tarafından ziyaret edilmesi ve affedilmesinin sürekli gündemde tutulması, esasen AKP’yi sıkıştırma taktiğidir. Bir bakıma Bahçeli, Erdoğan’ı tehdit ediyor. Bahçeli’nın söylediği “Ya Çakıcı’nın merkezinde olduğu bir af çıkartılacak ya da MHP tabanını cumhurbaşkanına oy vermez” uyarısıdır. Bu bakımdan Erdoğan’ın Bahçeli ile yaptığı ittifaktan pişman olmaya başladıkları görülüyor. Sürekli affı gündemde tutan Bahçeli, Erdoğan’ı cumhurbaşkanlığından edecek hamlesini ısrarla gündemleştiriyor ve MHP tabanını Erdoğan’a karşı kışkırtıyor.
Akla gelen şu: 24 Haziran’a ramak kala Bahçeli, verdiği desteği doğrudan veya dolaylı olarak çeker mi? Af talebi bunun bir gerekçesi olabilir mi? Bu sorular önümüzdeki günlerde çok daha fazla gündemleşecek gibi görünüyor.
Altıncısı, AKP seçim stratejisini, HDP’yi %10 barajının altında bırakarak parlamentoya girememesi üzerine kurdu. HDP’nin baraj altında kalması veya geçmesi, sadece AKP’nin politik geleceği için değil, aynı zamanda sistem için dengelerin bütünüyle yeniden tanımlanması ve dizayn edilmesi bakımından son derece önemlidir.
AKP, bütün dikkatini HDP’nin baraj altına kalmasına vererek birinci turda parlamento çoğunluğunu, ikinci turda da Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını garantiye almak istiyor. Böylelikle politik iktidar gücünün tek bir kişide toplandığı “cumhur sistemi” doğrudan yaşama geçmiş olacak.
HDP’nin barajı aşması durumunda AKP’nin parlamento çoğunluğunu kaybetmesinin çok ötesinde ikinci turda cumhurbaşkanlığını da kaybetmesi yüksek bir olasılılıktır. Parlamentoyu kaybeden AKP, cumhurbaşkanlığı iddiasını da ciddi oranda kaybetmiş olacaktır. Böylesi bir durumda AKP, politik gücünü kaybederek hızla ANAP’laşacaktır. Bütün gerçeklerin farkında olan cumhurbaşkanı, HDP’nin baraj altında kalması için devletin olanaklarını kullanıyor/kullanacaktır. Bunun tersine, farklı politik eğilimlere sahip olan ancak AKP iktidarına son vermek isteyen büyük bir seçmen kitlesi de, HDP’ye oy verecektir. 7 Haziran 2015 seçimlerindeki duruma benzer bir süreç oluşacak gibi görünüyor. HDP, seçim sonuçlarını çok yönlü etkileyebilecek bir potansiyele sahip olduğu için MHP-AKP iktidarının saldırılarıyla karşı karşıyadır.
Yedincisi, devleti yöneten AKP’nin, elinde bulundurduğu bütün güce rağmen 24 Haziran 2018 tarihinde yapılacak seçimlerde beklemediği bir sürprizle karşılaşma oranı oldukça yüksektir. AKP yönetimi bu durumun farkındadır ve ciddi bir tedirginlik içindedir.
Kaybetme olasılığı artan AKP, bu süreci lehine dönüştürmek için toplumu doğrudan kontrol altına alabilecek bir kısım hamleler yapmaya çalışıyor. Bunun merkezinde ise Şubat 1999 yılında Öcalan’ın ABD-İsrail tarafından kaçırılıp Ankara’ya teslim edilmesine benzer bir sürecin oluşturulması bulunuyor. ABD ile yapılan pazarlıkların merkezinde bu tür bir operasyonun olduğu açıktır. Seçim sonuçlarını bütünüyle etkileyecek şekilde PKK’nin bugünkü yöneticilerinden birinin kaçırılıp getirilmesi planı var.
Münbiç merkezli Rojava konusunda her türlü tavizi vermesi, Rusya ile askeri ve politik ilişkileri ciddi oranda sınırlaması, İran’a karşı ABD’nin yanında yer alması, Kudüs meselesinde sessiz kalması karşılığında PKK yöneticilerinden birinin Ankara’ya teslim edilmesi önerisinin AKP iktidarı tarafından Washington’a iletildiği söyleniyor. ABD’nin böyle riskli bir karar vermesinin son derece zor olduğu biliniyor. Söz konusu öneriler dışında ABD’nin başka neler istediği veya isteyeceği de önemlidir. Bu süreç devam ediyor. Daha önceki birkaç yazımda vurguladığım üzere, Erdoğan’ın seçimi kazanmak için böylesi riskli bir hamle dışında inandırıcı olabilecek, toplumu etkileyebilecek başka bir adım yok. Hatta böylesi riskli bir atmosfer içinde Ankara, çok zayıf da olsa seçimleri erteleme olasılığını gündeme getirebilir.
Kandil üzerine yapılacak olan bir propagandanın tersten bir etkiye dönüşme olasılığı da küçümsenmemelidir. Öncelikli olarak Türk ordu birliklerinin Kandil denilen bölgeye girmesinin sanılandan çok daha zor olduğu açıktır. Sınırdan 250-300 km. içeride olan ve bütünüyle dağlık olan bir coğrafyanın askeri olarak kontrol edilmesinin tahmin edilenden çok daha güç olduğu hatta imkansız olacağı savaşı sürdüren ordu komutanlarının bildiği bir durumdur. İç politikada etki gücü oluşturmak ve seçimin bir aracı haline getirmek için belirli bir bölgeye yönelik yapılabilecek bir operasyonda ciddi kayıpların verilmesi, tersine AKP’nin çok daha güç kaybetmesine yol açabilir. Savaş ve ölümler her zaman beklenilen sonucu elde edemez. Afrin operasyonunun AKP’ye oy olarak özel bir kazanımı olmadığı anketlerde görülüyor. Bu nedenle Afrin’i unutan AKP’nin Kandil üzerinde yeni bir toplumsal enerji yakalaması son derece zordur. Tersine toplumsal güç kaybını da hızlandırabilir.
Sekizincisi, MHP kökenli olup mafya yaşamı içinde olan ve devletin özel kolları gibi çalışan bazı güçler, zaman zaman İyi Parti ve Saadet Partisi’nin seçim faaliyetlerini sabote etseler de esas hedef HDP’dir. Ağar, Ağca, Peker, Çakıcı gibi devletle derin bağlantıları olanların, HDP’nin seçim çalışmalarına, yöneticilerine ve hatta tanınmış bazı Kürt şahsiyetlere karşı saldırılara girişmeleri sürpriz sayılmaz. Bu nedenle HDP’nin, bu tür kışkırtmalara karşı önlem alması, dikkatli olması ve tersten tahriklere gelmemesi gerekir.
Sonuç: Kaybetme olasılığı artan bir iktidar var. A planı dedikleri seçimi kaybettiklerinde, B ve C planını devreye koyacaklarını çok açık söylüyorlar. AKP yöneticilerinin parlamentoda çoğunluğu kaybetmeleri durumunda seçimlerin tekrarlanması gibi bir olasılığı yeniden gündeme getirerek seçmeni tehdit etmeleri bir şantajdır ve hiçbir şekilde gerçekçi değildir. 7 Haziran’da kaybeden AKP, seçimleri iptal ederek 1 Kasım 2017’de yeniden seçime giderek kazanması gibi bir durum oluşmayacaktır. İçte ve uluslararası alanda kaybeden bir iktidarın aynı senaryoyu uygularım demesi kaybettiğinin bir göstergesidir. Böyle bir şansları olmayacağı açıktır.
AKP’nin senaryosuna karşı, ilk turda HDP’nin mutlak olarak barajı aşması ve parlamentoya girmesi son derece önemlidir. HDP, barajı aşarsa AKP’nin bütün planları bozulur, inisiyatifi kaybeder, ikinci turda yenilgi almasının önü açılır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.