Brüksel, Washington ve Berlin’in hamleleriyle hareket alanı önemli oranda sınırlandırılan Erdoğan’ın, bölgesel alandaki her hamlesi de başarısızlıkla sonuçlanıyor
Brüksel, Washington ve Berlin’in hamleleriyle hareket alanı önemli oranda sınırlandırılan Erdoğan’ın, bölgesel alandaki her hamlesi de başarısızlıkla sonuçlanıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin almış olduğu ‘referandum’ kararı ve PKK’nin MİT’e yönelik operasyonu AKP’nin askeri/politik başarısızlığının somut örnekleridir
Ankara, uluslararası alanda tam bir kuşatmaya alındı. İktidar bu kuşatmanın sonuçlarının ne olacağının ya farkında değil ya da çaresizlik içinde seyrediyor. Biliyoruz ki, Ankara’nın küresel güçleri etkileyecek en ufak caydırıcı bir gücü ve rolü bulunmuyor. Hatta bölge ilişkilerinde dahi küçük çaplı var olan etki gücünü sıfırladı ve yok hükmünde sayılan bir duruma geldi.
Kuşatma Brüksel, Washington ve Berlin merkezlidir. Atılan bütün adımlar eş zamanlı ve birbirini tamamlayacak şekilde ilerliyor. Hareket alanı önemli oranda sınırlandırılan Erdoğan merkezli AKP iktidarının, bölgesel alanda yapacağı her hamle de başarısızlıkla sonuçlanıyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin almış olduğu ‘referandum’ kararı ve PKK’nin MİT’e yönelik operasyonu AKP’nin askeri/politik başarısızlığının somut örnekleridir.
Türkiye, bir zamanlar NATO için belki de tek stratejik bir devletti. Uluslararası ve bölgesel dengelerin değişmesiyle NATO’nun Ankara politikası ve ittifak ilişkileri değişmeye başladı. Alman güvenlik uzmanı ve Brüksel’in ve Berlin’in stratejik yönelimlerini iyi takip eden, Dr. Bernd Liedtke şöyle diyor: “Türkiye NATO içerisinde eskisi kadar güvenilir bir aktör değil, hatta izlenimim, stratejik bilgilerin Türkiye ile paylaşılmadığı yönünde.” Liedtke, bunu bir izlenim olarak ifade etse de esasen NATO’nun bakış açısını yansıtıyor. Yani NATO, hem Ankara’yı güvenilir bir müttefik olarak görmüyor hem de stratejik askeri bilgileri Türk Genelkurmayı ile paylaşmıyor.
Ankara ile NATO ilişkilerinin önemli bir darbe almasının somut örneklerinden biri de NATO’da görevli, içinde generallerin de olduğu 200’ün üzerinde subayın Türkiye’ye iade etmeyen Brüksel komuta merkezinin yapmış olduğu açıklamadır: “15 yıldır değişik karargâhlarında görevli olan ve NATO’nun önemli sırlarına sahip deneyimli Türk subaylarının terörist olması mümkün değildir.” Bunun politik anlamı, NATO, Ankara’ya değil darbeci Gülen Cemaati’ne güveniyor.
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu’nun en kıdemli üyesi Ben Cardin’in, Ankara’nın Rusya’dan S-400 satın almasına ilişkin “Eğer bu satış ilerlerse, öyle görünüyor ki bu, Rusya-İran-Kuzey Kore yaptırımları yasasının 231’inci maddesinin olası ihlalini oluşturur” açıklaması son derece ciddi bir uyarıdır. Aynı şekilde Senato Dış İlişkiler Konseyi Türkiye sorumlusu Steven Cook’un, “Türkiye müttefikimiz ama artık ortağımız sayılmaz” sözü de… Bugünkü gelişmeler doğru okunduğunda Washington-Ankara hattında çok ciddi bir krizin yaşandığı ve Erdoğan merkezli Ankara’ya yönelik stratejinin hızla değişmeye başladığı görülüyor.
Birincisi, darbeci Gülen Cemaati’nin Washington’daki politik ağırlığının AKP iktidarından çok fazla olduğu artık biliniyor. Gülen’in diplomatları, Beyaz Saray dâhil olmak üzere ABD’nin stratejik kurumlarında Ankara’nın diplomatlarından çok daha etkin görünüyorlar.
İkincisi, Erdoğan’ın Washington ziyaretinde protestoculara saldıran korumaları hakkında tutuklama kararı çıkartılarak ABD’ye giriş yasağının konulması, Erdoğan’ın korumalarının ABD silahı kullanmalarının yasaklanması ve İnterpol’e bildirilmesine karar verilmesi, genel olarak Ankara’daki iktidar gücüne, özel olarak da Erdoğan’a verilen ciddi bir mesaj olarak algılandı. Hatta Erdoğan’ın korumalarının ABD’ye silahsız girmeleri de gündeme gelebilir.
Üçüncüsü, cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP iktidarı için en ciddi hamle Reza Zarrab’ın tutuklanmasından sonra başlayan sürecin geldiği noktadır. Zarrab’ın tutuklanmasından sonra yazdığım makalede, “17-25 Aralık operasyonu ABD’de çok daha kapsamlı bir şekilde devam edecek ve süreç AKP iktidarını kapsayacak düzeyde genişletilecektir” değerlendirmesinde bulunmuştum. Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın bir iş seyahati için gittiği ABD’de tutuklanmış olması, dosya kapsamının genişletilmesi yönündeki ilk adımdı. New York Güney Bölgesi Başsavcılığı, Zarrab davasında hazırlamış olduğu ek iddianameyle, eski bakan Zafer Çağlayan, Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan, bankanın uluslararası operasyonlarından sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Levent Balkan ve Reza Zarrab’ın çalışanı Abdullah Happani hakkında tutuklama kararı istedi. Hakim ve Jüri tarafından onaylanmasıyla tutuklama kararı yürürlüğe girdi. Davada firari sanık olarak görülen bu kişiler ABD’ye girişlerinde tutuklanacaklardır. Ayrıca İnterpol’e bildirilmesi de gündeme alınmış bulunuyor. Böylesi bir durumda, hakkında uluslararası yakalama kararı çıkartılan kişilerin Türkiye sınırları dışına çıkması artık söz konusu olamayacaktır.
Peki, dosya bu tutuklamalarla sınırlı mı olacaktır? Çok açık söylemek gerekirse dosya kapsamı genişletilecek gibi görünüyor. Dosyada mevcut delillerin önemli bir kısmı birinci derecede sanık olan Zarrab’ın vermiş olduğu kapsamlı bilgilerdir. Bu nedenle eski Bakanlar Muammer Güler, Egemen Bağış ve Erdoğan Bayraktar, cumhurbaşkanının damadı ve bugünkü enerji bakanı Berat Albayrak, Bilal Erdoğan, Barış Güler, Salih Kaan Çağlayan, Abdullah Oğuz Bayraktar’ın bu dosyaya eklenmesi sürpriz olmaz.
Zarrab merkezli başlayan operasyonun, doğrudan Erdoğan ve iktidarına yönelik olduğu açıktır. Politik gelişmelere bakıldığından Erdoğan iktidarı için uluslararası boyutu olan bir dava süreci başlamış bulunuyor. Bu ABD’nin politik stratejisi dışında hareket eden Ankara’daki iktidara yönelik uluslararası boyutu olan çok ciddi bir hamledir. Dava’nın gelişme seyri doğal olarak Ankara’nın Washington’a teslim olacağı koşullara göre değişebilir.
Ankara’ya karşı belirlenen politika değişikliği esasen Erdoğan’ın iktidarını hedefliyor. Uygulamaya konulan ekonomik-politik hamleler Ekim ayında toplanacak olan AB liderler zirvesinde netleştirilecek. Ankara ile üyelik müzakerelerinin durdurulması, askıya alınması, gümrük anlaşmasının yenilenmemesi, ekonomik ambargonun sınırlarının belirlenmesi, AB aday üyeliği kapsamında aktarılan yardım fonlarının durdurulması gibi çok net bir değişim süreci oylanacak. Berlin’deki hâkim olan havaya bakılırsa, ithalat ve ihracatının nerdeyse yüzde 55-60 AB ile olan Ankara ekonomik olarak kuşatılacak, politik olarak ilişkiler önemli oranda sınırlandırılacaktır. Avrupa Birliği zirvesinde her üyenin bir oy hakkı olsa da belirleyici mutlak gücü olan Berlin, Erdoğan iktidarı hakkında istediği kararı aldırtabilir. Bu bakımdan Erdoğan’ın izlediği AB politikasının çöküşünün içteki yansımaları çok daha ağır ve sancılı olacaktır.
Küresel ilişkilerde kuşatılan AKP iktidarının bölgesel dengelerde de sürecin dışına düştüğünü ve özellikle Irak ve Suriye’de yenildiğini söylemek mümkün. Ayrıca Kürtlerin bölgesel politik bir güç olmaları, Türk devletinin bekası için ciddi bir tehlike olarak görülüyor. Devleti yönetenler bunu engellemek için bütün güçlerini kullanmalarına rağmen istenilen sonucu da elde etmeleri mümkün değil.
Barzani yönetiminin ‘bağımsızlık’ sürecinin önüne açacak olan ‘kendi kaderini tayin hakkı’ referandumu karşısında Ankara’nın çok açık bir çaresizlik içinde kalması, belirledikleri stratejinin tamamen çöktüğünü ve bölgesel bir güç olma özelliğinin bütünüyle sıfırladığını gösteriyor. Türk devletinin belki de tek kırmızı çizgisi, Kürtlerin bölgede devlet düzeyinde bir güç olmasını engelleme üzerine kurulmuştu. Yıllardır Kürdistan Bölgesel Yönetimi üzerinde kurduğu politik ve ekonomik baskılarla bu süreci devam ettirmek istedi. Ancak bölgedeki politik gelişmelere bakılırsa, Ankara’yı çok ciddi oranda tedirgin eden referandumun ertelenmesi söz konusu olmayacak ve Kürtler için yeni bir dönemin önü açılmış olacaktır. Kerkük’ü Kürdistan sınırlarına dâhil eden Barzani’nin, Türkiye ve İran’ın engellemelerine izin vermeyeceğini açıklaması ve “gerektiğinde savaşırız” uyarısı karşısında da herhangi bir adım atılmayacağı görülüyor. Ankara’nın Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin referandum kararına yönelik çok zayıf da olsa, herhangi bir askeri hamlesine karşı, ABD’nin doğrudan müdahale edeceği biliniyor.
AKP iktidarı, uluslararası ve bölgesel kuşatmanın iç politikadaki yansımalarını kırmak ve iç dinamiklerini canlı tutmak için PKK’ye yönelik çok yönlü hamlelere yöneldi. İçişleri Bakanı’nın martta sarf ettiği “Terörü bitireceğiz, PKK’nin adını kimse duymayacak” gibi büyük laflardan sonra, bölgedeki çatışmalar arttı. Devlet adeta seferberlik ilan ederek PKK’ye yönelik başlattığı savaşta ciddiye alınır bir ilerleme kaydedemedi ve tersine çok ciddi kayıplar verdi. PKK’nin bölgedeki etkisini kıramayan Ankara bu kez PKK’ye karşı ortak operasyonlar yapmak için Tarhan’ın kapısını çaldı. Devlet deneyimi güçlü olan ve bölgesel stratejiyi iyi okuyan, politik denklemdeki değişimleri gören Tahran, Ankara’nın bu talebini geçiştirdi.
Küresel güçler karşısında tutunma şansının giderek azaldığını gören Ankara, iç dinamikler için daha sansasyonel bir adıma hazırlandı. MİT’in Güney Kürdistan bölgesinde özel yoğunlaşmayla, Cemil Bayık’ın kaçırılıp Ankara’ya getirilmesine karar verildi. Öyle ki, operasyon, tıpkı Obama’nın Bin Ladin operasyonunu izlemesi gibi Erdoğan Cumhurbaşkanlığı’nda canlı olarak izlenecekti. Böylesi bir hamle aynı zamanda iç politikadaki rakiplerini çok ciddi oranda zayıflatacak ve hatta tasfiyesinin önemli bir gerekçesi haline getirilecekti.
Peki, büyük bir titizlikle yürütülen ve ciddi sonuçlara yol açacak operasyon yapıldı mı? Operasyon yapıldı. Ama ‘ava giden avlanır’ atasözü gibi tersine PKK, MİT elemanlarına yönelik bir operasyon yaptı. MİT’in üst düzey iki elamanı ve 18 kişilik TİM, PKK tarafından tutuklandılar.
Ankara’nın politik ve askeri karizmasının bütünüyle sıfırlandığı bu operasyonun kamuoyuna yansımaması için Barzani, İran ve hatta ABD devreye konuldu. İstihbaratın tepe noktasında görevli olan iki MİT yöneticisinin bırakılması için çok yoğun bir çaba gösteriliyor.
Birincisi, Ankara, bir başka ülkenin topraklarında böylesi bir operasyon yapamayacağını ve bölgesel dinamikleri hesaplamadan başına buyruk olamayacağını anlamadığını gösteriyor. ‘Atımı istediğim yere sürerim’ döneminin kapandığını ve güç ilişkilerinin dışına düştüğünü anlamayanlar böyle büyük vahim hatalar işlerler.
İkincisi, Kürtlerle ittifak yapan ve özellikle Rojava’da birlikte savaşan ABD askeri güçlerinin izni ve onayı olmadan böyle bir operasyon yapamayacaklarını halen bilince çıkartmış değiller.
Üçüncüsü, MİT, PKK içerisine istihbaratçı sızdırdığını zannederken, tersine PKK’nin MİT içerisine istihbaratçı sızdırdığı anlaşılıyor. Bu durum MİT’in önemli bir zafiyetini gösteriyor.
Dördüncüsü, MİT’e yönelik yapılan bu operasyonun, esasen ABD-Kürdistan Bölgesel Yönetimi-PKK arasında oluşan gizli ittifakın sonucunda başarılı olduğu görülüyor. Bu nedenle Washington’un Ankara’ya yönelik başlattığı hamlelerle bu operasyon arasındaki ilişkiyi kavramayan, meselenin ciddiyetini anlayamazlar.
Gelişmeler dikkate alındığında PKK, üst düzey MİT elemanlarını çok ciddi bir sorgulamaya tabi tutacaktır. Aynı şekilde Washington, Berlin, Paris merkezli istihbarat örgütlerinin de MİT elemanlarını sorgulamaları sürpriz olmaz. Ortaya çıkacak bilgiler özellikle Erdoğan iktidarı için çok ciddi sorunlara yol açabilir.
AKP iktidarının prestijini sarsacak olan bilgilerin dışarıya sızmaması için PKK ile askeri ve politik pazarlıkların başlayabileceğini söylemek de abartı olmaz. Örneğin, tutuklu milletvekillerinin ve belediye başkanlarının aşamalı olarak serbest bırakılması, operasyonların durdurulması ve Öcalan ile görüşülmesi gibi birçok şart Erdoğan’ın masasına gelebilir.
Küresel ilişkilerde çok ciddi oranda kafese alınmış olan Erdoğan’ın belirleyeceği tutum süreci etkileyecektir.
Erdoğan’ın ABD’deki politik kararlara ilişkin olarak “çok pis kokular geliyor” tanımlaması işin ciddiyetini gösteriyor. Çözüm yolu bellidir: Türkiye demokratikleşme yönünde çok kapsamlı adımlar atmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.