Hollanda ve Almanya ile oluşan diplomatik kriz sanıldığı gibi iç politikada ‘Evet’ için etkili bir sonuç doğurmuyor. Ciddi ve etkili bir politik krize ihtiyaç duyan ‘Evet’ cephesi, önümüzdeki iki hafta içerisinde uygulamaya konulacak çok kapsamlı bir askeri çatışmanın hazırlıklarını yapıyor Türkiye’nin iç politik dengelerini çok ciddi oranda değiştirecek ve sistemin iç organizasyonunu yeniden sağlayacak olan […]
Hollanda ve Almanya ile oluşan diplomatik kriz sanıldığı gibi iç politikada ‘Evet’ için etkili bir sonuç doğurmuyor. Ciddi ve etkili bir politik krize ihtiyaç duyan ‘Evet’ cephesi, önümüzdeki iki hafta içerisinde uygulamaya konulacak çok kapsamlı bir askeri çatışmanın hazırlıklarını yapıyor
Türkiye’nin iç politik dengelerini çok ciddi oranda değiştirecek ve sistemin iç organizasyonunu yeniden sağlayacak olan ‘Anayasa Referandumu’ aynı zamanda bölgesel ve uluslararası ilişkilerde de önemli sonuçlara yol açacaktır. Bu nedenle ‘Evet’ ve ‘Hayır’ kapsamında ele alınan çalışmanın politik arka planı çok daha karmaşık ve derindir. Türkiye’nin yapısal krizini çözmeye yönelik olarak atılan referandum adımının nasıl sonuçlanacağı ve devletin iç dinamikleri ve klikleri arasındaki ilişkinin nasıl şekilleneceği ciddi bir sorun haline gelmiş bulunuyor.
‘Evet-Hayır’ oranlarının birbirine yakın olduğunu ve hatta ‘Hayır’ oranlarının bir-iki puan önde olduğunu bilen AK Parti merkezli iktidar gücü, dengeleri kendi lehine dönüştürmek için politik çatışmaları derinleştirmekte ısrarlı görünüyor. Krizlerin derinleştirilerek özellikle toplumun taban dinamikleri arasındaki çatışmayı kesinleştirip, devlet olanaklarıyla iktidar yanlısı güçleri aktif hale getirerek sonuçları belirlemede önemli oranda etkili olduğu geçmiş seçim süreçlerinde görüldü.
AK Parti merkezli ‘Evet’ bloku, yapılan anketlerde istenilen sonucu elde edemeyeceklerini görüyor. Anayasa Referandumu paketinin içeriği üzerinde toplumu ikna ederek ‘evet’ oylarının arttırılamayacağı ve toplumun kaygılarını giderecek ciddiye alınır açıklamaların yapılamadığı görülüyor. Bu nedenle ‘Evet’ gerekçelerini anlatarak sonuca gitmek yerine, daha çok iç krizi derinleştirerek ‘Biz ve onlar’ ikilemi üzerinden bir saflaşma yaratarak, ‘Evet’ oylarını yüzde 50’nin üzerine çıkartmayı amaçlıyor.
Referandum sonucunu etkilemek için İslamcı ve milliyetçi hassasiyetleri harekete geçirerek yeniden ön plana çıkartmaya başladılar. AK Parti, toplumun farklı kesimleri arasındaki saflaşmayı derinleştirecek her planı uygulamaya koymaya başladı. Türk milliyetçisi ve İslamcı kesimlerin çok hassas olduğu PKK-PYD ilişkisi ekseninde Suriye’ye yönelik başlatılan ve El Bab’da dönen askeri harekât büyük bir zafer olarak gösterildi. Önce “Rakka’ya gideceğiz” denildi. Daha sonra Demokratik Suriye Güçleri’nin denetiminde olan “Münbiç’i ele geçireceğiz” havasına girildi. AK Parti merkezli iktidar gücünün Irak, Suriye ve Yunanistan eksenli yaratmak istediği kriz, iç toplumsal dinamikleri sanıldığı gibi etkilemedi. Milliyetçi duyguları körüklemeye çalışan kriz merkezli taktiklerin ‘Evet’ oylarının artışında yüzde 0,5 düzeyinde bir etki bile yaratmadığı görüldü.
Ortadoğu’da kriz yaratarak süreci lehine dönüştürmede başarılı olamayan AK Parti iktidarı, bu kez yönünü Avrupa’ya döndü. Avrupa ile politik ilişkileri gererek, iç dinamikleri etkileyecek çok üst düzeyde agresif adımlar atmaya başladı.
Burada birkaç soru sormak gerekiyor? Peki, bu süreç, tahmin edildiği gibi AK Parti’nin ‘Evet’ oylarını etkileyecek mi? Ya da Almanya-Hollanda merkezli kriz Türkiye’nin geleceğini nasıl etkiler?
1 Ocak 2016’daki verilere göre Hollanda‘da yaşayan Türkiyelilerin (Kürt-Türk ve diğer etnik gruplar) sayısı 400 bin civarındadır. Göçmen kökenli nüfusun yüzde 75’i Hollanda vatandaşıdır. Yani bulundukları ülkenin sosyal-politik hareketlerine aktif olarak katılma haklarına sahiptirler. Bugünkü Hollanda parlamentosunda Türkiye kökenli 6 milletvekili bulunuyor.
Almanya’da ise Alman vatandaşlığına geçmiş olanlar dâhil yaklaşık 3 milyon Türkiyeli bulunuyor. Almanya’da Türkiye kökenlilerin politik hayata etkisi tahmin edilenden çok daha geniştir. Sosyal, politik ve ekonomik entegrasyon hızla gelişiyor. Eyalet ve Federal Parlamentolarda çok sayıda Türkiye kökenli politikacı, milletvekili, bakan ve parti eş başkanı bulunuyor. Devletin idari yapısında görev alan, binlerle ifade edilen Türkiye kökenli memur ve bürokrat var. Bunun bir başka ifadesi Almanya’nın devlet ilişkilerinde etkin olmaya başlayan, ekonomik olarak katkı sunan ciddiye alınabilir kesim var. Doğal olarak bu kesimler, Türkiye ile ruhsal bir bağları bulunsa da esasen Alman devletinin stratejik çıkarlarına göre hareket etmektedirler.
Burada birkaç noktanın altını çizmekte yarar var:
Birincisi Türkiye kökenli göçmenlerin politik psikolojisiyle ilgilidir. Türkiye’de MHP’ye veya AK Parti’ye oy veren göçmen kökenli Almanya vatandaşlar içerisinde, Sosyal Demokratlara, Sol Partiye veya Yeşiller Partisine oy verenlerin oranı yüzde 80 civarındadır. Yani Türkiye’de İslamcı-milliyetçi partilere, Almanya’da ve Hollanda’da ise sosyal demokrat partilere oy veriyorlar. Bu geçici bir durum olmayıp bütünüyle göçmenlerin içerisinde bulunduğu sosyo-psikolojik kimlik arayışı ve bunalımıyla ilgilidir.
İkincisi, Türkiye’de farklı sosyo-politik eğilimlere sahip kesimler arasında oluşan iç krizin yarattığı çatışma ve rekabet, yine sistem kuvvetleri tarafından kontrol altına alınabilmektedir. Avrupa’daki göçmen kitleleri arasındaki, dahası politik ve hareket halindeki göçmen kökenli gruplar arasındaki saflaşma çok daha kesin ve serttir. Türkiye’deki iç dinamikler arasındaki çatışma ve rekabetin Avrupa’daki karşılığı tahmin edilenden çok daha karmaşık ve zorludur. Türkiye kökenli bütün halinde bir diyasporadan bahsetmek mümkün değildir. Örneğin Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Milliyetçi-Demokrat, İslamcı- Laik gibi saflaşma daha nettir. Bu nedenle göçmenlerin politik ve sosyal dinamikleri arasındaki çatışma çok belirgin olarak ön plana çıkıyor. Devletin ve siyasi partilerin Almanya ve Hollanda örneğinde olduğu gibi göçmen kökenliler üzerinde yürüttükleri politik faaliyetler, şu veya bu biçimde bulundukları ülkelerin iç dinamiklerinde bir istikrarsızlığa ve çatışmaya yol açmaktadır. Söz konusu ülkeler, çatışmayı kendi ülkelerinde hissedecekleri bu tür bir istikrarsızlığa izin vermek istemiyorlar.
Üçüncüsü, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde görüldüğü gibi göçmenler iç iktidar mücadelesinin bir aracı olarak kullanılmaktadır. Özellikle aşırı sağcı partilerin seçim politikasının merkezinde göçmen karşıtlığı bulunur. Fransa’da Araplar ve Afrikalılar, İngiltere’de Pakistanlılar ve Afrikalılar, İspanya’da Latin Amerikalılar, Almanya’da Türkiyeliler ön plana çıkar. Bir başka ifadeyle hangi göçmen grubu yoğunluklu olarak bulunuyorsa, o ülkede sorunların kaynağı olarak bu göçmen grupları gösterilir. İç politikada etkili olmanın öncelikli yolu, göçmenlere yönelik ırkçı ve milliyetçi politikaları ön plana çıkartmaktır. Böylelikle yerli nüfusla göçmen kökenli nüfus arasında bir ayrışma yaratılmaya çalışılır.
Avrupa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist partilerin oy oranlarındaki yükseliş belirgin olarak hissediliyor. Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya, İsveç ve Hollanda gibi ülkelerde faşist partiler üst sıralara yükseliyor. Bunların iç politikadaki propagandalarının merkezinde ise göçmenler bulunuyor. Bu nedenle merkez ‘sağda ve solda’ bulunan sistem partileri, iktidarı faşist partilere kaptırmamak için hemen her ülkede göçmenlere karşı bir kısım idari tedbirleri ve kararları uygulamaya koymaktalar.
Türkiye devleti ile Türkiye kökenli göçmenlerin önemli bir kesimi arasında toplumsal-politik ilişkilerin çok daha canlı olduğu biliniyor. AK Parti iktidarı, göçmenleri referandum sürecinin aktif bir öznesi haline getirmek için bir kısım adımlar attı. Buna paralel olarak Avrupa’nın birçok ülkesinde seçimler var. Bu ikili durum karşısında Avrupa ülkeleri kendi iç politik rekabetlerini dikkate alarak Türkiye’deki politik partilerin kendi ülkelerinde referandum kampanyası yapmasını uygun görmediler. Ankara ile ilgili olarak devletler arasında ciddi bir diplomatik trafik yürütüldü. Birçok devlet, AK Parti’nin mitinglerini ertelemesi önerisini getirdi.
AK Parti, Avrupa ile çıkacak bir politik krizin, bu ülkelerde yapılacak ‘Evet’ kampanyasından çok daha fazla içte etkili olacağını ve özellikle Türkiye’de yüzde 15 civarında olan kararsız kitleyi ciddi oranda etkileyeceğini hesapladı. Almanya, Hollanda, Avusturya, İsveç, Danimarka gibi ülkelerle diplomatik krizi derinleştirenleri hesabı şuydu: AK Parti’nin ‘Evet’ kampanyası engellenecek, bunun tersine CHP ve MHP muhaliflerinin yurtdışıda yapacakları ‘Hayır’ kampanyasına izin verilecekti. Böylece CHP merkezli ‘Hayır’ diyen grupların uluslararası güçler tarafından yönetildiğini, AK Parti iktidarına karşı uluslararası güçlerle ‘Hayırcı’ blokun birlikte hareket edildiğini iç politikada güçlü ve etkili bir araç olarak kullanacaklardı. Almanya ve Hollanda arasında ortaya çıkan krize ortak olmayan ve iç politikada bir malzeme olarak kullanmasına izin vermek istemeyen CHP ve diğer Hayır bloku, akıllı bir hamle yaptı; Avrupa’daki gezilerini iptal ederek AK Parti’nin planını boşa çıkarttı.
Hollanda ve Almanya ile oluşan diplomatik kriz sanıldığı gibi iç politikada ‘Evet’ için etkili bir sonuç doğurmuyor. İç politikada kullanılmak için yaratılan kriz, söz konusu ülkelerde yaşayan göçmen kitlesini ve özellikle İslamcı tabanı harekete geçirmede ciddi bir etki yaratmadı. Hollanda’da 400 bine yakın Türkiyeli göçmen yaşıyor. Bunlardan sokağa çıkıp tepki gösterenlerin sayısı çok çok sınırlı kaldı. Böylelikle AK Parti’nin ‘Evet’ propagandası için uluslararası diplomatik ilişkileri yerle bir eden, prestijini sıfırlayan taktik esasen çöktü.
Bir başka önemli nokta, AK Parti iktidarının Avrupalı liderlere yönelik ‘faşistler, naziler’ gibi söylemlerinin uluslararası politik ilişkilerde sanıldığı gibi ciddiye alınır bir etkisinin olmamasıdır. Ayrıca Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yüzde 47’si AB ülkeleriyledir. Türkiye’nin ithalat ve ihracattaki ilk ortağı faşist dediği Almanya’dır. Türkiye’deki önemli stratejik yatırımların çok büyük bir kısmı, hareket halindeki sermayenin çok önemli bir payı, banka gibi finans kuruluşlarının ortaklıklarının ezici bir çoğunluğu AB ülkeleriyledir. AB’nin aday ülke olarak Türkiye’ye yaptığı ve yapacağı yardım 4,5 milyar avrodur. Referandumda ‘Evet’ çıkması için AB ile yaratmış olduğu politik ve diplomatik krizin yansımaları ekonomik alanda çok daha derin hissedilecektir. Almanya-Hollanda merkezli AB ile geliştirilen kriz kamuoyunda yapılan salvo/atışlar bir kenara bırakılırsa, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde çok daha fazla yalnızlaşmasına, ekonomik krizin derinden hissedilmesine yol açacaktır.
Almanya-Hollanda merkezli oluşturulan ekonomik-politik kriz, içte beklenilen sonucu yaratmayacağı gibi ‘Evet’ oyları üzerinde sanıldığı gibi iki-üç puan etkili olduğu iddiası da gerçekçi değildir.
Ciddi ve etkili bir politik krize ihtiyaç duyan ‘Evet’ cephesi, önümüzdeki iki hafta içerisinde uygulamaya konulacak çok kapsamlı bir askeri çatışmanın hazırlıklarını yapıyor. Bu nedenle Erdoğan’ı tek başına güç ve otorite yapan referandumda ‘Evet’ çıksa dahi, krizin yarattığı kaos tahmin edilenden çok daha fazla derinleşecektir. Sanırım çok daha fazla askerin ölümüyle ‘Evet’ garantiye alınmaya çalışılıyor. Ne kadar başarılı olunur, birlikte izleyeceğiz
Bir gerçeğin altını çizelim: Küresel ve bölgesel ilişkilerde kaybetmeye devam eden AK Parti’nin kendisini pazarlayacak bir şeyi kalmadığında zaten bütünüyle kaybetmiş olacak ve ‘başkanlık’ sisteminin de pek bir önemi kalmayacaktır. Kriz yaratarak güç olmanın tarihsel sınırları bellidir. Toplumsal değişimi esas almayan, güç ilişkilerini hesaba katmayan, iç dinamikleri doğru kontrol etmesini beceremeyen, sadece krizlerle beslenen iktidarların pek fazla şanslarının olmadığını birçok ülkenin deneylerinde gördük. Krizleri süreklileştiren partiler ve liderler tahmin edilenden çok daha kısa sürede misyonunu tamamlar ve sürecin dışına düşerler.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.