Türkiye’nin kısa vadeli politikası, YPG/YPJ askeri güçlerinin etkinlik alanlarının gelişmesini ve yeni bölgeleri kontrol altına almasını durdurmaktır. Özellikle Cerablus’un Kürt askeri güçlerinin eline geçmesini önlemek için bütün askeri gücünü kullanmaya çalışacaktır Suriye’de savaşın yoğunlaşmış hali aynı zamanda oyunun sonuna geldiğini gösteriyor. Bir bakıma hem uluslararası ve bölgesel güçler hem de Suriye’nin iç politik güçleri bakımından […]
Türkiye’nin kısa vadeli politikası, YPG/YPJ askeri güçlerinin etkinlik alanlarının gelişmesini ve yeni bölgeleri kontrol altına almasını durdurmaktır. Özellikle Cerablus’un Kürt askeri güçlerinin eline geçmesini önlemek için bütün askeri gücünü kullanmaya çalışacaktır
Suriye’de savaşın yoğunlaşmış hali aynı zamanda oyunun sonuna geldiğini gösteriyor. Bir bakıma hem uluslararası ve bölgesel güçler hem de Suriye’nin iç politik güçleri bakımından netleşmenin sağlanacağı son dönemece girildi denebilir. Halep’in kuşatılmış olması, Münbiç’in YPG güçlerin denetimine geçmesiyle savaş iki nokta üzerinde yoğunlaşmaya başladı: Rakka ve Cerablus. Özellikle Kürtlerin politik geleceğini belirleyecek olan Cerablus’un kontrolü, politik güç ilişkilerinin en önemli halkalarından birini oluşturuyor. Bu bakımdan sorunun bir yanı IŞİD’in bölgedeki tasfiyesinin sağlanması, ikinci ve en önemli yanı ise Cerablus’u kontrol eden aynı zamanda Suriye’de ve Rojava’da önemli bir inisiyatifi ele geçirmiş olacaktır.
Türkiye’nin Suriye merkezli Ortadoğu politikası, başarısızlığından öte bütünüyle tasfiye oldu. Ortadoğu güç dengelerinde AKP iktidarı politik sürecin dışında tutuluyor. Suriye ve Irak’taki gelişmeler dikkatle incelendiğinde Türkiye, radikal İslamcı hareketlerle birlikte kaybedenler grubunu oluşturuyor. AKP, sürdürülebilir hiçbir yanı kalmayan Suriye politikasında iradesi dışında bir değişikliğe gitmek zorunda kaldı.
Tankların Cerablus’un sınır bölgelerine girmesi, Şam-Ankara hattında gizli bir anlaşmadır
Türkiye’nin Cerablus’a tanklarla girmesi esasen PYD’nin bu bölgeye yönelik yapacağı operasyonların önünü kesmeye yöneliktir. Ayrıca El Nusra merkezli Fetih Ordusu’na yeni bir alan açmaya yöneliktir. Bölgenin askeri bakımdan en güçlü grubunun PYD olması nedeniyle Cerablus Operasyonu esasen IŞİD’e yönelik olmayıp öncelikli hedef YPG güçleridir. Önümüzdeki süreçte bölgenin en etkili gücü olarak ön plana çıkacak olan PYD’nin etkisizleştirilme çabaları Tahran-Ankara-Şam hattının ortak bir planıdır. Bu bakımdan Cerablus Operasyonu, Erdoğan-Esad ittifakının yeni biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin Cerablus’un bir bölgesine yaptığı operasyon, beklenilenin aksine Türkiye’nin başarısız politikasını çok daha fazla derinleştirecektir. Bu operasyon, Şam hattına göz kırpma anlamına gelirken, tersten ABD’nin bölgesel politikalarına karşı bir çıkış olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin öncelikli hedefi IŞİD değil, YPG’dir. YPG’nin bölgesel hakimiyetini kesmeye yönelik bir operasyondur. Türk askeri güçlerinin bölgede kalıcı olacaklarını sanmıyorum. Bunu göze almaları, çok yönlü çatışmalarla karşı karşıya gelmesi demektir. Türkiye’nin politik olarak bunu sürdürme potansiyeli pek bulunmuyor. Ancak hangi biçimde olursa olsun Türkiye’nin Suriye savaşında ilk kez bu düzeyde bir operasyona yönelmesi birçok bakımdan Türkiye’nin dengelerini alt üst edecektir. Sorunun bir yanı; ordunun içte kaybolan prestijini yeniden tesis etmek, darbe girişimiyle kırılan iç politik kırılganlığı ve güvensizliği yeniden kazanma hamlesi olarak değerlendirilmek isteniyor. İkinci ve en önemli yanı Türkiye’nin izole olduğu Suriye politikasında kendisine yeni bir alan açma çabasıdır.
YPG/YPJ’nin merkezinde IŞİD olmak üzere Cerablus Operasyonu’nu kesintisizce sürdürmesi çok daha önemlidir. Güç dengelerinin geleceği Cerablus’a kimin hakim olacağıyla ilişkilidir. Şam-Ankara hattında oluşan ittifakın merkezinde Cerablus bölgesinin PYD’nin denetimine girmesini engellemek vardır. Bölgeye kim hakim olursa, bütün askeri ve politik dengeleri belirlemede etkin olacaktır. Cerablus işgali Türkiye’nin politik stratejisinin çöküşünün açık bir resmi olacaktır.
Türkiye’nin amacı PYD’nin ilerleyişini durdurmaktır
Bir yandan Suriye savaşının kaybedeni Türkiye, diğer yandan politik dengelerin değişiminde önemli bir etki olan ve kazananlar grubunda yer alan PYD gerçeği var. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında resmileştirilen ve AKP iktidarı tarafından deklare edilen Suriye’deki kırmızı çizgiler yerle bir oldu. Fırat’ın batısına geçmeyi savaş gerekçesi olarak gösteren devlet, YPG/YPJ askeri güçlerinin önderliğinde Münbiç’in özgürleştirilmesini seyretmekle yetindi. Uluslararası koalisyon güçlerinin inisiyatifinde YPG/YPJ askeri kuvvetlerinin Cerablus’a yönelik yeni bir operasyonu gündeme almaya başlaması, Türkiye’nin Suriye denkleminde yeni bir sürecin başlayacağı anlamına geliyor. Cerablus bu bakımdan dengelerin şekillenmesi bakımından önemlidir. Politik ve askeri olarak ciddi bir yenilgi alan Türkiye, bir bakıma eskiye dönüş olarak tanımlayacağımız bir politik sürecin içerisine girmiş bulunuyor. Başka bir ifadeyle MİT Şam’a gidip görüşmeler yaparak, Türkiye’nin Cerablus’a yönelik bir operasyonu için adım attı.
Türkiye’nin kısa vadeli politikası, YPG/YPJ askeri güçlerinin etkinlik alanlarının gelişmesini ve yeni bölgeleri kontrol altına almasını durdurmaktır. Özellikle Cerablus’un Kürt askeri güçlerinin eline geçmesini önlemek için bütün askeri gücünü kullanmaya çalışacaktır. Bu nedenle IŞİD ve El Nusra gibi örgütlere yönelik askeri ve lojistik destek ciddi oranda artabilir. Zaten operasyonun hiçbir kurşun atılmadan, hızla ilerlemesi de Cerablus’taki IŞİD’e ÖSO kılığı giydirilmesi anlamına gelecektir. AKP iktidarı savaşın aktif bir gücü olarak radikal İslamcı hareketlerin örgütlenmesinde önemli bir rol üstlenecektir. İkinci olan nokta ise, AKP iktidarı, Kürtlerin stratejik düzeyde elde etmiş olduğu askeri ve politik başarıları işlevsizleştirmek için, cumhuriyet döneminin klasik politikalarına bir dönüş yaşanacaktır. Bölgesel gelişmelerin yarattığı “yeni” savaş konseptinin aktif bir gücü haline gelerek Tahran-Bağdat-Şam hattına dahil olmaya çalışıyor. Bunun ne kadar başarılı olacağı oluşan yeni ittifaklar ve güç dengeleri tarafından belirlenecektir.
Esad ile barış operasyonu
AKP iktidarı, Suriye politikasındaki başarısızlığı darbeci Gülen Cemaati’ne yükleyerek, sürecin içinden sıyrılmak istiyor. Başbakanın Suriye’de geçiş sürecinde Esad’ın varlığını kabul etmesini açıklamış olması, Şam ile diplomatik ilişkilere yöneleceğinin mesajını vermiş oldu. Şam rejiminin, Türkiye ile yeniden yakın ilişki kurmak için ciddi bir çaba içerisinde olacağına dair yaptığı açıklamalar, önümüzdeki birkaç ay bakımından önemli gelişmelerin yaşanacağını gösteriyor. Türkiye’nin politika değişikliğine dair önemli adımlar atacağı biliniyor. Şam da, Ankara’daki politika değişikliğini hızlandırmak için Türkiye’nin yumuşak karnı olarak bilinen YPG’ye saldırdı. Esad ordusunun Haseke’de YPG güçlerine yönelik hava operasyonlarına yönelmesini, doğrudan AKP iktidarına vermiş olduğu bir mesaj olarak algılamak gerekir. Şam’ın Ankara’ya açık mesajı şudur: “PYD ikimizin de düşmanıdır. Düşmanımıza karşı ortak bir politika geliştirebiliriz.” Bunun öncelikli yolu, diplomatik ilişkilerin resmileştirilmesidir. Buna paralel olarak YPG’ye yönelik ortak askeri operasyonlara yönelme kararı alabilmeleridir. Bu olasılık önümüzdeki birkaç ay içerisinde çok daha fazla gündemleşecek gibi görünüyor.
Türkiye ile İran arasında yoğunlaştırılan diplomatik ilişkilerin merkezinde Rojava gerçeği yatıyor. İran, bir bakıma Türkiye’yi tehdit etti denebilir. İran, AKP hükümetine PYD ile savaşmanın tek yolunun Esad rejimiyle diplomatik görüşmelere başlaması olduğuna dikkat çekti. Bölgesel statükocu devletler olarak bilinen Tahran-Bağdat-Ankara hattının yeniden işlevli olması, bir bakıma geriye dönüş politikasının bir parçasıdır. Bu ittifakın esası Kürtlere karşı ortak savaşın örgütlendirilmesidir.
Ancak şu gerçeğin altını çizmekte yarar var: Geleneksel üçlü devletin oluşturmuş olduğu ittifak, sanıldığı gibi ciddi bir başarı elde edemeyecektir. Birincisi, statükocu devletlerin gücünde önemli oranda bir zayıflama meydana geldi. Suriye savaş alanına dönmüş bulunuyor. Türkiye ise bölgesel ilişkilerde önemli oranda izole oldu. İran’ın artan rolü, henüz dengelere hükmedecek bir düzeyde değildir. Bir başka ifadeyle üç devletin Kürtleri tasfiye etme stratejisini sürdürebilme şansı yok gibidir. İkincisi, Kürtlerin bölgesel ilişkilerde artan rolü, güç dengelerinde ciddi bir değişime yol açtı. Kürt politik hareketlerinin küresel güçlerle oluşturduğu ittifaklar, statükocu devletlerin politikalarını önemli oranda işlevsiz kılacaktır.
Rusya/Putin Türkiye’yi/Erdoğan’ı teslim aldı
Türkiye, bir NATO ülkesi olmasına rağmen, uluslararası ilişkilerde önemli oranda izole oldu. Darbe girişimine rağmen, ne AB ne de ABD hükümete aktif bir destek sundu. Rusya’nın darbecilere karşı Erdoğan’a vermiş olduğu kritik destek, demokrasi meselesinden çok Türkiye’nin etki altına alınmasıdır. Uçak krizinden sonra çok ciddi bir darbe alan Erdoğan merkezli AKP hükümeti, darbe sürecini Rusya ile barışma fırsatına dönüştürmek için yeni adımlar attı.
Türkiye’nin Suriye politikasında çok belirgin olarak geri adım atan ve Putin’den özür dileyen Erdoğan’ın esasen, Rusya’nın Suriye politikasına göre hareket edeceği anlaşılıyor. Bunun önceliklerinden biri de bir önceki soruda vurguladığım gibi Erdoğan’ın Esad ile ilişkilerine yeni bir dizayn vermesi olacaktır. Erdoğan, Esad’dan özür dilemeyecek ama sanırım “pardon” diyerek hızla yeni bir süreç başlatacaktır.
Rusya’nın Türkiye politikası eskisi gibi olmayacaktır. Rusya, Türkiye ilişkisinde stratejik çıkarlarını esas alan ve AKP iktidarını Suriye politikasında kendisine bağlayan, Erdoğan’a ciddi oranda güvenmeyen yönelimlerini esas alacaktır. Burada belirleyici olan bir başka nokta da şudur: Rusya’nın, Türkiye’yi politik çizgisine bağımlı hale getiren Kürt politikasında ciddi bir değişim olur mu? Rusya’nın bugüne kadar izlemiş olduğu Kürt politikasında ciddi bir değişiklik olmayacaktır. Türkiye ve Şam’a rağmen Rusya, Suriye denkleminde Kürtleri hesaba katmayan bir politikanın başarılı olmayacağı bilinmektedir.
Türkiye’nin içte Kürtlere karşı bu düzeyde saldırmasının en önemli nedenlerinden biri de PYD’nin sınır bölgelerini önemli oranda kontrol etmeye başlamasıdır. Kürtlere karşı oluşturulacak geleneksel ittifakın ne kadar etkili olacağı ayrı bir tartışma konusudur. Ama eskiden terk edilen ittifakın yeniden oluşturulmasına doğru bir süreç işlemeye başlandı. Ancak bu tür yönelimler tersten Kürtlerin bölgesel düzeyde tek bir güç halinde hareket etmesine nesnel bir zemin hazırlayacaktır. Bu nedenle savaşın sınırları özellikle Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde çok daha fazla yoğunlaşma olasılığı çok daha fazla artırıyor. Hatta merkez çatışma üssü Türkiye olarak ön plana çıkacaktır.
Sorunun bir yanı da Güney Kürdistan oluşturuyor
Mesut Barzani’nin Ankara’ya davet edilmesinin ikili yönü bulunuyor. Birincisi, darbeci Gülen Cemaati’nin Güney Kürdistan’daki mutlak gücüdür. Türk devletinin bir politikası olarak Güney Kürdistan’ı kontrol etmeye çalışan bir Gülen Cemaati gerçeği var. Cemaat’in Güney Kürdistan’da kreşlerden üniversiteye kadar eğitim alanında çok ciddi bir örgütlenmesi söz konusudur. Sağlık sektörü çok önemli oranda darbeci Gülen Cemaati’nin kontrolündedir. Kürdistan’da yapılan yatırımların önemli bir kısmı Gülen Cemaati’ne yakın şirketlere aittir. Güney Kürdistan ile yakın ilişkiler içerisinde olan Erdoğan, Mesud Barzani’den darbeci Gülen ekibinin güneydeki örgütlenmesinin tasfiye edilmesini istiyor. Gülen Cemaati’nin okulları bugüne kadar MİT ve kontrgerilla merkezleri olarak işlev gördü. Diğer önemli bir faktör ise Barzani yönetiminin, Tahran-Ankara-Şam hattına dahil edilmesidir. PYD’nin artan askeri ve politik etkisine karşı, Güney Kürdistan yönetiminin yeniden ön plana çıkartılması eğilimi güçleniyor. Böylelikle Peşmerge ile YPG’nin karşı karşıya getirilerek çatıştırılması hedefleniyor. Mesud Barzani’nin Ankara’dan sonra Tahran’a ziyaret yapacak olması, üçlü ittifakın dörtlü ittifaka dönüştürülmesi çabasıdır. Güney Kürdistan yönetiminin PYD’ye karşı alacağı aktif tutum ile aynı zamanda Güney Kürdistan yönetimine “bağımsızlık” rüşveti sunulacaktır.
Güney Kürdistan yönetiminin üçlü statükocu devletin istemlerine göre hareket edip etmemesi, aynı zamanda ABD’nin bölgesel stratejisi ve YPG’ye vereceği aktif destekle doğrudan ilişkilidir.
Suriye’de sürecin sonuna doğru gidiliyor. Bütün güçler elindeki son kozlarını kullanmaktadırlar. Yapılacak son hamleler dengeleri etkileme sürecinin önemli bir parçası olacaktır. ABD önderliğindeki askeri güçlerin tutumu etkili olacaktır. Türkiye’nin IŞİD’e yönelik operasyon nedeniyle Cerablus ve sınır bölgelerine yönelik başlattığı harekat, ABD’nin politik ve askeri stratejisini ve ittifakını nasıl etkileyecektir? Bugünkü dengeler içerisinde ABD’nin PYD olmaksızın ciddi adımlar atmayacağı açıktır. Bu bakımdan Cerablus süreci hem PYD hem de AKP iktidarı bakımından önemlidir. PYD, Cerablus’u kontrol etme stratejisinden hiçbir şekilde vazgeçmemelidir.
Cerablus’u kontrol altına almak her bakımdan gereklidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.