25/08/2015 tarihli ‘Savaşın Gölgesinde Seçimlerin Yenilenmesi’ makalemde olası gelişmeleri değerlendirirken şu değerlendirmede bulunmuştum: “PKK’nin savaşı Kürt illeri çevresinde yoğunlaştırması, Batı’daki toplumsal ilişkilere doğrudan yansımıyor ve beklenilen toplumsal tepkiyi henüz oluşturmadı. PKK’nin uyguladığı bu savaş taktiği, bütün psikolojik savaş aygıtlarına rağmen HDP’nin Batı’daki oylarında beklenilen olumsuz etkiyi yaratmadı. İstanbul gibi illerde HDP’nin % 1,5 gibi bir […]
25/08/2015 tarihli ‘Savaşın Gölgesinde Seçimlerin Yenilenmesi’ makalemde olası gelişmeleri değerlendirirken şu değerlendirmede bulunmuştum: “PKK’nin savaşı Kürt illeri çevresinde yoğunlaştırması, Batı’daki toplumsal ilişkilere doğrudan yansımıyor ve beklenilen toplumsal tepkiyi henüz oluşturmadı. PKK’nin uyguladığı bu savaş taktiği, bütün psikolojik savaş aygıtlarına rağmen HDP’nin Batı’daki oylarında beklenilen olumsuz etkiyi yaratmadı. İstanbul gibi illerde HDP’nin % 1,5 gibi bir oranda oy yitirmesinin, Türkiye ortalamasını çok ciddi oranda etkileyeceği biliniyor. Bu nedenle Kürt illerinde yürütülen savaşın İstanbul gibi metropollere taşınması için çok ciddi provokasyonların devreye girme olasılığı giderek artıyor…” Ankara katliamı gelişme eğiliminin nereye doğru evrileceğini gösterdi.
Türkiye’nin içinde bulunduğu çok yönlü kriz, sistemin iç dengelerini bütünüyle alt üst etmişe benziyor. Bombalarla, toplu katliamlarla yürütülmek istenen iktidar savaşının sonuçları, en çok da bu katliamları örgütleyenleri vuracaktır. Politik dengeler gibi toplumun sosyal dokusunu ve dengesini bozmaya yönelik yapılan bu katliamlar, sistemin iç krizini tahmin edilenden çok daha derinleştirecektir. Özellikle bugün iktidarda olan güçler, bu tür saldırılarla ayakta kalmaya ve gücünü pekiştirmeyi amaçlasa da bunun böyle olmayacağı tersine iktidarın en zayıf halkasına dönüşeceğini de biliyorlardır.
Doğrudan toplumun farklı sosyal katmanlarını hedefleyen toplu katliamlar, Türkiye’nin içte ve bölgesel ilişkilerde karşı karşıya olduğu sorunların çözümsüzlüğünü çok daha fazla derinleştirirken, iktidarda olanların ayakta kalmasına da hizmet etmeyecektir. Şiddetin yoğunlaştırılmasını savunanlar, savaş eksenli politikaları esas alanlar, kirli işler-ilişkiler imparatorluğu üzerinde var olmak isteyenler, katliamlarla sürecin tersine döndüremeyeceklerini anlamamaları da onların çapsızlığını gösteriyor. Bölgesel ve uluslararası alandaki gücünü ve itibarını önemli oranda kaybetmiş bir devletin ve hükümetin, varlığını iç politik ilişkilerdeki kaos ortamına bağlaması, çözülme sürecinin çok daha fazla ön plana çıkartacaktır.
Türkiye’yi sarmalamaya başlayan bu katliamların nedenlerini sorgularken merkeze Erdoğan’ın kişisel iktidar hırsını koymak, Erdoğan’ın gitmesiyle sorunların çözülebileceğini söylemek doğru değildir. Gelişmeler Erdoğan’ı da içerisine alan ama onu da aşan çok daha karmaşık bir sürece doğru akıyor. Bu bakımdan gelişmeleri soğukkanlı değerlendirmek ve duygulardan arındırılmış analizler yapmaya ihtiyaç var. Aksi yaklaşım doğru bir analiz yapmamızı, katliamların politik arka planını görmemizi engeller. Bu nedenle ‘Ankara Barış Katliamı’ olarak tarihe geçecek olan bu kanlı saldırıya yol açan nedenlerin politik arka planını doğru değerlendirmek önemli ve gereklidir.
Birincisi, bu katliamın PKK’nin eylemsizlik kararı yapacağına dair açıklamanın hemen arkasında gelmiş olması bir tesadüf olarak görülemez. AKP yöneticilerinin, bakanlarının, PKK tarafından yapılacak olan eylemsizlik kararının doğrudan reddetmeleriyle ve savaş politikasının kesintisizce devam edeceğine dair yaptıkları açıklamalarıyla, katliam arasında bir bağın oluşması çok anormal karşılanmamalıdır. AKP’nin savaş eksenli politikalardan ısrar etmesi, özellikle barışa yönelik saldırıları çok daha fazla meşrulaştırmasına hizmet ettiği açık. Bu bakımdan barışa karşı savaşta ısrar edenler, bu tür katliamlardan beslenmeye ve politik çıkar edinmeye çalışanlardır.
İkincisi, Diyarbakır, Suruç gibi Ankara katliamı da, Türkiye’nin iç politik dengelerinde çok yönlü yürütülen iktidar savaşının açık bir yansımasıdır. Bu katliamın doğrudan bir devlet organizasyonu olup olmamasının çok ciddi bir önemi bulunmuyor. AKP’nin iktidarını devam ettirmek için bu tür saldırıları meşrulaştıran bir politika izlediği biliniyor. Diyarbakır ve Suruç katliamlarına dair hiçbir somut araştırma yapılmadı, saldırının politik arka planı açığa çıkartılmadı tersine gizlendi. AKP karşıtı olarak görülen medyaya yönelik saldırılar sıradanlaştı. AKP iktidarını desteklemeyenlere yönelik katliamlardan gazeteci dövmeye kadar işlenen suçlar meşru görüldü. AKP, katliamları, saldırıları, tehdit ve şantajları iktidarda kalmanın bir aracı olarak kullanmaya yöneldi ancak izlediği politika AKP’ye karşı kitlesel bir reaksiyonun oluşmasına yol açtı.
AKP, katliamları savunarak politik gücünü koruyamayacağını gördü ve bu kez taktik bir değişikliğe gitti. Oluşan toplumsal refleksi dikkate alarak ‘yas’ ilan etti. Ancak AKP’nin bu yönelimi somut gerçeği değiştirmiyor. Diyarbakır, Suruç ve Ankara katliamını örgütleyenler açığa çıkartılmadan, yargı önüne çıkartılmadan devlet, bu katliamlardan sorumlu olarak görülecektir.
Üçüncüsü, Barışa yönelik yapılan bu katliamın devletin istihbarat örgütlerinin bilgisi dışında gerçekleşme olasılığı imkânsızdır. Ankara’da bu düzeyde güvenlik zafiyetinin olması demek sistemin bütün kurumsal yapılarının ciddi bir tehlike ile karşı karşıya olması demektir. Devletin istihbarat, askeri ve güvenlik bakımdan en üst düzeyde korunan başkentte bu tür bir katliam için çok kapsamlı bir hazırlığı gerektirir. Bu planın gerçekleştirilmiş olması hiçbir şekilde güvenlik zafiyetiyle ilgisi olmayıp, önceden hazırlanan planın doğrudan ve dolaylı bir parçasıdır.
Dördüncüsü, Bir başka önemli faktör de Türkiye’nin devlet yapısını oluşturan illegal kurumlar yeniden görev çağrıldı. Gülen cemaati karşısında oluşturulan Erdoğan-Ordu ittifakı Kontrgerilla-Ergenekon-JİTEM üçlüsünü yeniden hareket geçirdi. Örgütsel varlığını kesintisizce devam ettiren bu üçlünün hareketsiz bekleyişine son verildi ve Kürt illerine yeniden katliamlar yapmaya başladılar. Devletin illegal örgütlerinin katliamlarına bundan sonra çok daha fazla tanık olacağız.
Beşincisi, Türkiye’nin politik tarihinde ilk kez bir mafya patronu havasında olan bir kişinin miting yapıp cumhurbaşkanını desteklemesidir. Çeteci Sedat Peker: “Biz kimseyi vurmayacağız, kimseye kurşun sıkmayacağız, kimseyi öldürmeyeceğiz ancak meşru savunma hakkımız hasıl olduğu zaman oluk oluk kan akacak. O zaman bizim kim olduğumuzu görecekler bizi tanıyacaklar.” Kamuoyu eskiden bir ülkücü-milliyetçi olarak, şimdilerde ise çıkarları için Erdoğan’a yalakalığa soyunan Peker’i bir katil olarak tanır. Mafyanın ayak takımlarından biri olarak rolünü oynamaya çalışan, kirli ilişkilerin içinde yer alan Peker’i en çok da AKP’liler bilir. Katil olduğu belgelerle kanıtlanan Peker’in ‘oluk oluk kan akacak’ derken, Ankara’daki katliamın mesajını veriyordu. Kim olduklarını çok aleni gösterdi. Peker’in ‘oluk oluk kan akacak’ tehdidiyle ‘Erdoğan’a sahip çıkma’ çağrısı yapması ne anlama geliyor? İktidar savaşının ilk kez bu düzeyde çok açık sürdürüldüğü bir politik kaos ortamında Peker gibilerinden medet ummak çöküşün en somutlaşmış biçimidir. Katil olduğu belgelenen ve ‘oluk oluk kan akıtacağını’ söylen birinin Erdoğan’ı Meksika’ya benzer politik ilişkilerle sahiplenmesi, iktidar ilişkilerine yeni bir boyut kazandırdı. Katil Peker, Oluk oluk kan akacak’ tehdidiyle en azından Ankara katliamını teşvik etmek iddiasıyla hakkında soruşturma açılacak mı?
Altıncısı, AKP’nin Rojava ve Suriye politikası Diyarbakır’da ve Suruç’ta olduğu gibi Ankara katliamına da zemin hazırladığı çok açıktır. Üç katliamın birbirine benzerlik göstermesi her üçünde de IŞİD elemanlarının kullanılması bir tesadüf olmayıp, belirlenen tasfiye politikasının bir parçası olarak işlev görmesidir. IŞİD’in Türkiye’de örgütlü olduğu ve MİT ile birlikte faaliyet içinde oldukları biliniyor. IŞİD’in halen hareketsiz olan çok sayıda saldırı hücresinin var olduğu kabul ediliyor. AKP’nin politik ve askeri olarak desteklediği IŞİD’in bu tür eylemleri gerçekleştirdiğine veya IŞID militanlarının kullanıldığına dair yüksek bir kanı oluşmuş durumda. IŞİD’in askeri olarak tasfiye edilmesine, politik olarak işlevsiz kılınmasına aktif destek vermeyen, hatta destekleyen AKP’nin, bu tür katliamlara onay vermesi anlamına gelir.
Yedincisi, Suriye politikası nedeniyle bölgesel ilişkilerde önemli oranda izole olan AKP iktidarı özellikle teşvik edip desteklediği radikal İslamcı Hareketleri kontrol etme şansı giderek zayıflıyor. Öyle ki söz konusu Radikal İslami Örgütlerle ABD ve İngiliz istihbarat birimleri arasında önemli bir bağlar bulunuyor. Aynı şekilde Rusya ve İran’ın bölgedeki çıkarları nedeniyle Ankara’nın politik istikrarsızlık içerisinde olmasını destekler. İran, radikal İslamcı örgütlerden bazılarını Türkiye’deki iç çatışmalar için yönlendirebilir. Ortadoğu’da değişen politik denklemi ve yeni güç ilişkilerini yeterince analiz etmeden, özellikle Kürtlerin Rojava’daki gerçekliğini kabul etmeden. İslamcı örgütlerle arasına açık bir mesafe koymadan Türkiye’nin iç politik ilişkilerinde çatışmalı duruma son vermesi oldukça güçtür. AKP’nin bütün gücüyle desteklediği Radikal İslami Örgütlerin kendisine karşı bir silah haline dönüşmesi de bir sürpriz sayılmamalıdır.
Sonuç, Ankara katliamı, Türkiye’nin politik istikrarsızlığa sürüklemenin en önemli halkalarından biridir. Erdoğan politik olarak ayakta kalabilmesi için bütün koşulları zorluyor. Toplumsal çelişkileri derinleştiren eylemler, tersine Erdoğan’ın politik pozisyonunu tahmin edilenden daha fazla zora sokuyor. Şiddet duygusunu ön plana çıkartan, politik geleceğini rekabet ve çatıma üzerinde şekillendirmeye çalışan dar oligark yapı ve danışmanları tersten Erdoğan’ı tasfiye etmede görevler üstlenmiş bulunuyorlar. Ankara katliamının altında kalacak olan devlet, Erdoğan’ı tasfiye etmek için önemli hamleler yapabilir.
Katliamlarda görev alanlar, suç işleyenler, dolaylı destek isteyenler; HDP’yi bu sürecin bir parçası haline getirmek için çok ciddi psikolojik savaş kampanyası başlatacaklardır. HDP’nin suç üreten bir merkez imajı verilmesi Kontrgerilla savaşının önemli işlevlerinden biridir. Ezilenlerin ve demokrasi güçlerinin sesi olmaya çalışan HDP, bütün bu sürecin mağdurudur. Bu nedenle HDP sahiplenmek her şeyden önce insanı bir sorumluluktur. Savaşa karşı Barıştan ısrar edenler, Türkiye’nin politik geleceğini belirlemede söz sahibi olacaklardır. 1 Kasım seçimi asla küçümsenmemeli ve gerekli politik irade ve kararlılık gösterilmelidir. 1 Kasım seçim sonuçları Türkiye’nin politik denklemini çok yönlü değiştirmede önemli bir faktör olacağı bilinmeli ve gerekli duyarlılık gösterilmelidir.
Bütün bu katliamlara rağmen Türkiye’nin demokrasi güçleri kazanacaktır. Kirli savaşta beslenenler kaybedecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.