AKP’nin HDP başta olmak üzere muhalefeti ve medyayı bu kadar sert bir şekilde hedef alması gücünü toparladığının değil, aksine bir çözülme sürecinde olduğunun işaretidir 1 Kasım seçimleri sadece Türkiye’nin iç politik dengelerini değil aynı zamanda uluslararası ve bölgesel ilişkileri etkileyecek politik sonuçlar yaratacaktır. 7 Haziran 2015 tarihli seçimin sonuçlarını kabullenmeyen AKP iktidarı, hükümeti paylaşmamak için […]
AKP’nin HDP başta olmak üzere muhalefeti ve medyayı bu kadar sert bir şekilde hedef alması gücünü toparladığının değil, aksine bir çözülme sürecinde olduğunun işaretidir
1 Kasım seçimleri sadece Türkiye’nin iç politik dengelerini değil aynı zamanda uluslararası ve bölgesel ilişkileri etkileyecek politik sonuçlar yaratacaktır. 7 Haziran 2015 tarihli seçimin sonuçlarını kabullenmeyen AKP iktidarı, hükümeti paylaşmamak için 1 Kasım 2015 tarihinde seçimleri tekrarlattı. İktidarı tek başına sürdürmek için ortaya çıkan politik iradeyi kabul etmeyen AKP’nin politik geleceği bir bakıma 1 Kasım seçimlerine bağlıdır.
13 yıldır iktidar gücü olmaya çalışan AKP, sanıldığı gibi sistem kurumlarında bütünlüklü bir örgütlenmeyi gerçekleştiremedi. Geleneksel Kemalist gücün temsilcisi olarak gördüğü Genelkurmay’a karşı bir bakıma stratejik ittifak gücü olarak gördüğü Cemaat’in sistem içerisinde örgütlenmesini destekledi. Bugün AKP’den çok Gülen Cemaati’nin devlet kurumları içerisinde çok kapsamlı bir örgütlenmesi bulunuyor. 17-25 Aralık operasyonlarından sonra Gülen Cemaati’yle yaşanan iktidar çatışmasından sonra Erdoğan, devlet kurumlarında çok yönlü bir örgütsel yapı oluşturmaya çalışıyor. Ancak bugünkü veriler bunun çok da kolay olmayacağını gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son iki yıldır ittifak güçlerini değiştirerek hem sistem içerisinde yeni bir güç oluşturma hem de politik varlığını sürdürebilme savaşını veriyor. 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan politik tablo ise tersten, AKP ve Erdoğan için sürecin pek de istediği gibi gitmeyeceği ve iç politik dengelerin ciddi oranda değişebileceği mesajını verdi.
Gelişme eğilimini gören Erdoğan, iktidarı elde tutmak, sistem kurumlarında örgütlenmesini tamamlamak için her türlü aracı kullanarak çok kapsamlı bir savaşa girişme kararı aldı.
Birincisi, çok acık olarak ifade ettiği gibi sistemin geleneksel örgütsel yapısını yok sayarak fiilen başkanlık sistemine geçildiğini ilan etti. Bütün toplumsal güçlerin tasfiyesinin merkezini oluşturan ve AKP’nin 13 yıl iktidarda kalmasını sağlayan 12 Eylül 1980 darbeci generallerinin yaptığı faşist anayasayı da yok hükmünde sayarak iktidar güçlerini tekeline alıp, devleti tek başına yöneteceğini ilan etti. Bir bakıma mevcut AKP hükümetini de “yok hükmünde” sayarak fiilen “sivil” bir darbe yaptı denebilir.
İkincisi, 7 Haziran’da ortaya çıkan ve Erdoğan merkezli AKP’nin hükümet olmasına dur diyen toplumsal dinamiklerin kararını yok sayarak seçimlerin tekrarlanmasını sağladı. Bu, mutlak iktidar olmadan politik geleceğini güvence altına alamayacağını gören Erdoğan için belki de son şanslardan biridir. Erdoğan, AKP ile bir başka partinin yapacağı koalisyonun, tek başına elinde tutmak istediği iktidar gücüne ciddi bir darbe olacağını ve bunun da kendi politik geleceğini ciddi oranda etkileyeceğini gördü. AKP’nin koalisyon girişimlerine engel olan Erdoğan ve dar oligark ekibi, 7 Haziran seçimlerini yok hükmünde sayarak ortaya çıkan toplumsal iradeye karşı politik bir duruş sergiledi.
Üçüncüsü, iktidar gücünü kullanarak ülkenin ekonomik ve politik dengelerinde çok daha belirgin bir istikrarsızlaştırma faaliyetini yine devlet kurumlarını kullanarak geliştirdi. İki noktada toplumsal dinamiklerin oluşan politik eğilimlerini kırmaya yöneldi. PKK ile yeni bir savaşa tutuşup, özellikle asker ölümlerinin artmasını sağlayarak Batı’da anti-Kürt eğilimini kışkırtarak yeni bir milliyetçi dalganın oluşturulmasına yöneldi. Milliyetçi dalgaların yaratacağı devleti sahiplenme duygusu daha çok günün iktidar gücüne bir toplumsal desteğe dönüşmesi sağlanır. Ancak PKK’ye yönelik yürütülen savaş sonucu asker ölümlerin çoğalması, AKP’ye karşı toplumsal bir desteğe dönüşmedi ve tersine tepkilerin çok daha fazla artmasına yol açtı. Tersten Kürt illerini tam bir savaş alanına dönüştüren AKP Kürtlerin kopuşunu hızlandırdı ve bölgede ciddi oranda tasfiye oldu. AKP’nin bölgedeki tasfiyesi bir bakıma devletin dayandığı dinamiklerin bütünüyle bitişi olarak okunabilir. Diğer bir şantaj ise toplumun ekonomik gücündeki zayıflamayı yeniden oy desteğine dönüştürme çabası oldu. Seçimlerde ortaya çıkardığı tablonun ekonomik istikrarsızlığa yol açtığı ve bunun önüne geçilmesinin AKP’nin tek başına iktidar olması gerektiği fikri topluma dayatılmaya çalışıldı. Bu çaba halen devam etmesine rağmen, ekonomik krizin yansımaları tersten AKP’ye karşı içten ciddi bir tepkiye dönüştüğüne dair çok sayıda veri bulunuyor.
Dördüncüsü, çok yönlü faaliyetlere rağmen AKP’nin oyları artmıyor, tersine düşme eğilimi içerisinde olduğu kimi anketlerle görülüyor. AKP iktidarı, muhalefete yönelik başlattığı saldırılarının merkezine medyanın etkisizleştirilmesini koymuş bulunuyor. Muhalefete yer veren medya kuruluşlarına yönelik yapılan operasyonların boyutu genişleyerek artıyor. Buradaki temel amaç, muhalefetin seçim faaliyetlerini etkisizleştirmek, elindeki medyatik güçlerle toplumu tek yanlı yönlendirmek ve etki altına almaktır.
Beşincisi ve belki de en önemlisi, AKP’nin sisteme muhalif güçlere yönelik saldırıları en üst boyuta çıkartacak eylemlere yönelmesidir. Ankara Katliamı’nın gerçekleştirilmesi için her türlü olanağı hazırlayan, zemini sunan iktidarın esas amacı, toplumsal muhalefet dinamiklerini zayıflatmak, politik partilerin ve özellikle HDP’nin seçim faaliyetlerini etkisizleştirmek ve esasen de toplumda korku ve güvensizlik yaymaktır. AKP iktidarına karşı halkın sokaklara çıkmasını engellemenin en ciddi yolu, toplumu ölüm korkusuyla sokaktan çekmektir. Görünen o ki, Suruç ve Ankara katliamları toplumun genelinde bir korku ve kaygı yaratmış bulunuyor. İnsanların toplu yerde gezmek istememesi ve hatta işe giderken toplu taşıma araçlarına binerken bile ciddi bir kaygı taşıması, en yakınında oturana şüpheyle bakması, toplumdaki korku psikolojisinin yansımalarını gösteriyor.
Peki bütün bu olumsuz gelişmeler 1 Kasım seçim sonuçlarını AKP lehine etkiler mi?
Türkiye’nin ekonomik, politik ve sosyal bir krizin içinde olmasının AKP’ye hiçbir pozitif etkisi olmayacaktır ve seçimleri AKP lehine etkileyecek bir politik tablo ortaya çıkmayacaktır. AKP’nin devlet olanaklarıyla yaptığı mitinglere bakıldığında katılımın beklenilenin çok altında kaldığı ve AKP yöneticilerinde bir hayal kırıklığı yarattığı çok açık. HDP’nin etkisizleştirilmesi için IŞİD’e verilen desteğin aynı zamanda AKP tabanında da çok açık bir korku ve kaygıya yol açtığının en somut göstergesi AKP’nin İstanbul mitingindeki tablodur.
AKP’nin seçim politikasının merkezinde özellikle HDP’nin bulunması, HDP’nin seçim çalışmalarının önemli oranda zayıflaması, diğer muhalefet partilerine yönelik de olumsuz bir saldırı içinde olması, AKP’nin güçlendiğini değil, tersine zayıfladığını gösteriyor. Seçimlere birkaç gün kala özellikle medyaya yönelik saldırıların en üst boyuta çıkmış olması, Batı illerinde HDP’yi kriminalize edecek tarzda operasyonların süreklileştirilmesi ve daha kapsamlı saldırıların olma olasılığı, esasen AKP’nin toplumsal dinamiklerinde bir çözülmenin oluştuğunu gösteriyor.
1 Kasım seçimlerinin sonucunu toplumun ‘Sessiz Çoğunluğu’ belirleyecektir. İnsanlar sokaklara çıkmamış da olsa, içlerinde bir korku ve kaygı taşımış da olsa, 1 Kasım’da oylarıyla AKP’nin saldırılarına gerekli yanıtı vereceklerdir. 1 Kasım seçimlerinin sonuçları, Türkiye’nin iç politik dinamiklerinin nasıl şekilleneceğine dair önemli bir veri olacaktır.
Ortaya çıkacak tablonun 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarına yakın olması, politik dengeleri bütünüyle AKP aleyhine dönüştürecektir. AKP, muhalefet ile yapacağı görüşmelerde sanıldığı gibi 7 Haziran süreci gibi güçlü bir konumda olmayacaktır. AKP’nin kazanmaması durumunda yeni bir seçim olur iddiası da bir realiteyi yansıtmıyor. İslami sermaye grupları dahil olmak üzere hiçbir sermaye grubu buna izin vermez. Ayrıca bölgesel ve uluslararası ilişkiler de üçüncü bir seçimi kabul etmeyeceklerdir.
AKP için çok açık bir yenilgiye dönüşecek olan seçim, hem AKP’nin iç dinamiklerinde yeni bir çatışmayı gündeme getirir, hem de Erdoğan’ın politik geleceği çok daha kapsamlı sorgulanır. Erdoğan çok hızlı bir şekilde muhalefetle uzlaşma eğilimine yönelecektir. Başka bir alternatifi bulunmuyor.
2 Kasım’da, Türkiye’nin sistem içi politik dengeleri yeniden tesis edilecek, Kürt sorununun çözümüne ve hal-özgürlükler meselesine ilişkin, Suriye politikası, bölgesel ve uluslararası ilişkilere yönelik çok daha farklı tartışmalar gündeme gelecektir.
Bu süreci oylarıyla etkileyecek olanlar, aktif politikanın dışında kalan, gelişmeleri uzaktan izleyen ama kararını netleştirmiş ‘Sessiz Çoğunluk’ olacaktır.
Geriye AKP’nin tek bir şansı kalıyor: seçimlerde hile yapmak. Bunu durduracak, böyle bir planı boşa çıkartacak güçler ise, Sessiz Çoğunluk değil muhalefet ve toplumun dinamik güçleridir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.