Uluslararası ve bölgesel güçler Esad olmaksızın kalıcı bir çözümün olmayacağı ve geçiş sürecinde Esad’ın rol üstlenmesi gerektiği üzerine anlaşma eğilimine girdiler. Suriye denkleminde çok yönlü değişmeler, askeri ve politik içerikli çözümler iç içe geçerek gelişecek, çözümde rol alan güçler Ortadoğu’nun yeniden dizaynında da söz sahibi olacaklardır Suriye’deki askeri, politik ve diplomatik arayışlar, önümüzdeki birkaç ayda […]
Uluslararası ve bölgesel güçler Esad olmaksızın kalıcı bir çözümün olmayacağı ve geçiş sürecinde Esad’ın rol üstlenmesi gerektiği üzerine anlaşma eğilimine girdiler. Suriye denkleminde çok yönlü değişmeler, askeri ve politik içerikli çözümler iç içe geçerek gelişecek, çözümde rol alan güçler Ortadoğu’nun yeniden dizaynında da söz sahibi olacaklardır
Suriye’deki askeri, politik ve diplomatik arayışlar, önümüzdeki birkaç ayda tahmin edilenden çok hızlı gelişmelerin yaşanacağını gösteriyor. “Suriye’de sıcak bir yaz sürecine gireceğini belirtmiş ve politik denklemin büyük oranda değişeceğine” dikkat çekmiştim. Suriye merkezli Ortadoğu’nun geleceğine dair stratejiler yeniden gözden geçiriliyor. Artık hiç kimsenin tek başına karar verme ve kendi politikalarını dikte etme şansı ve lüksü olmadığı gerçeği görülmeye ve kavranmaya başlandı.
Suriye’nin politik geleceği bütün Ortadoğu’nun geleceğiyle özdeşleşti denebilir. Bu bakımdan gelecekteki 15-20 yılı belirleyecek politikaların esası önümüzdeki birkaç ayda netleşmiş olacak. Uluslararası ve bölgesel güçlerden bu sürece dâhil olanlar, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde etkili olacaklardır. Sürece dâhil olmayanlar eksen ülke pozisyonunu dahi kaybedeceklerdir.
Birincisi, Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmada kararlı görünen Moskova, bölgeye yönelik politikasını çok daha aktifleştirmeye karar verdi. Geçmişte Şam rejimini politik olarak doğrudan ve askeri olarak dolaylı destekleyen Putin, politikasında çok belirgin bir değişikliğe gitti ve Suriye’ye askeri olarak müdahale edeceğini deklare etti. Bunun birkaç yönü bulunuyor. Birincisi dört yıllık savaşta Şam rejimi askeri ve ekonomik olarak oldukça yorulmuş durumda. Askeri kapasitesinde ciddi bir gerileme yaşanıyor. Sonuç alıcı askeri müdahaleler yapamıyor. İkincisi ABD merkezli koalisyon askeri güçlerinin Suriye topraklarında aktifleştirdiği savaş, Pentagon’un pazarlık gücünü çok daha fazla artıracaktır ve bu durum Şam’ın geleceği bakımından önemli sorunlar yaratacağı kesin. Üçüncüsü IŞİD ve El Nusra eksenli Fethi Ordusu, ciddi kayıplar vermesine rağmen, etkinlik alanı oldukça geniştir. Bu durum Şam rejiminin meşruluğunu tartışmaya açtırmaktadır. Dördüncüsü IŞİD ve El Nusra saflarında savaşan 6-7 bin civarında Kafkas kökenli İslamcı militan bulunuyor. Bunların gelecekte Rusya için çok ciddi bir tehlike olacağı biliniyor. Beşincisi ve belki en önemli noktalardan biri de Suriye, Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısıdır. Bölgedeki askeri gücü ve etkinliği Suriye’deki askeri üsse bağlıdır. Putin Ortadoğu’da daha etkin olmak, bölgenin yeniden dizaynında söz ve pay sahibi olduğunu göstermenin tek yolunun Suriye’de askeri gücünü aktifleştirmesi olduğu gördü ve sürece müdahale etti. Moskova ile Şam arasında yapılan askeri anlaşma ile Rusya askerlerinin Suriye’de konumlanabileceği ve gerekli askeri müdahalelerde bulunabileceği kararlaştırıldı. Rusya Suriye’nin limanlarına askeri uçaklar, tanklar, füze bataryaları olmak üzere ciddi bir askeri güç yerleştirmeye başladı. Bu gelişmeler önümüzdeki birkaç ay içerisinde Suriye’deki savaşın denklemini değiştirebileceğine dair önemli verilerden kaçıdır. Rusya artık Suriye merkezli Ortadoğu’nun çok daha aktif bir gücü olarak sahnede yerini alacaktır.
İkincisi ise bölgesel gücü ve rolü artan İran’dır. Tahran yönetiminin Moskova ve Şam ile yaptığı askeri, politik ve ekonomik anlaşmalarla özellikle Suriye’de çok daha aktif olacağını gösterdi. Şam ile yapılan askeri anlaşma çerçevesinde Esad yönetiminin talebi doğrultusunda Suriye’ye asker gönderilmesi yasal bir zemine kavuşturuldu. Bugün resmiyeti olmadan İran Devrim Muhafızları’nın, gönüllü milisler adı altında Suriye’de savaştıkları, Hizbullah savaşçılarından bir kısmının İran askerleri olduğuna dair veriler bulunuyor. Ancak yeni süreçte bu durum çok daha farklılaşacaktır. Tarhan, Suriye’nin kendi jeo-politik çıkarları ve geleceği için son derece önemli olduğunu biliyor. Bu bakımdan Şam rejiminin uzun bir süre ayakta kalması için askeri güç başta olmak üzere gerekli bütün desteği sunmaya kararlı görünüyor.
Rusya ile İran arasında Suriye konusunda varılan anlaşmada ön plana çıkan ortak noktalardan bazıları şunlar; Şam rejimi bölgesel gelişmeler netleşene kadar varlığını mutlaka korumalıdır. Uluslararası ve bölgesel alanda Esad’a verilen politik destek devam etmelidir. Radikal İslamcı hareketlere karşı askeri ve diplomatik faaliyet artırılmalıdır. En önemlisi ABD’nin artan etkinliğine karşı, Esad askeri olarak çok daha aktif olarak desteklenmeli ve gerektiğinde doğrudan askeri müdahaleye başlanmalıdır.
Üçüncüsü, küresel güç ilişkilerinin açık bir rekabete dönüştüğü Suriye merkezli Ortadoğu’da artık uzlaşmanın zorunlu ve kaçınılmaz olduğu anlaşıldı. Ortadoğu’da savaşın aktif gücü olan ABD, Irak ve Suriye’de tek başına etkin bir güç olamayacağının farkına vardı. Oluşturduğu koalisyon gücüyle savaşın kazanılamayacağını biliyor ve savaş uzadıkça ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarları giderek daha çok zarar görüleceği ve mevcut kazanımları dahi kaybetme riskinin çok daha fazla arttığı görüldü. Bu bakımdan geçmişten farklı olarak çok daha belirgin olarak yeni ittifaklara açık olduğunu ilan etti. Bunların merkezinde Rusya ve İran bulunuyor. İran ile yapılan nükleer anlaşmayla elini güçlendiren ABD, Irak ve Suriye meselesinde İran ile çalışma isteğinde olduğunu deklare etti ve pratik yönelimlere girdi. Rusya olmaksızın Suriye denkleminde bir ilerlemenin sağlanamayacağı artık kabul etmiş bulunuyor. ABD, bölgesel politikalarında taktik değişikliklere yönelerek, önümüzdeki süreçte Suriye ve Irak merkezli, Rusya ve İran ile daha güç askeri ve politik ittifaklara gireceğinin mesajını vermeye başladı. Bunun bir başka anlamı ABD, Suriye merkezli ittifak güçlerini genişletecektir.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ABD’nin Suriye politikasında bazı değişikliklere gittiğini çok açık ifade ediyor; “Rusya’da görüşmelerle derhal başlamaya hazırız” değerlendirmesiyle yeni sürecin ilk mesajını vermiş oldu. Kerry, “Suriye’deki geçiş sürecini sağlayacak, bizim de desteklediğimiz çalışma grubu işe başlamalı. Biz henüz geçiş sürecini sağlamak için görüşülecek kişinin kim olduğu noktasına gelemedik. Önce BM Suriye Özel Temsilcisi Steffan de Mistura’nın Suriye’deki tarafları uluslararası bir diyalogda bir araya getirmesini beklemeliyiz” değerlendirmesinden sonra “Rusya, Esad’ı masaya getirirse” müzakerelere başlayabilecekleri mesajını verdi.
Kerry, Esad ile görüşmelere devam edileceğine ilişkin önümüzdeki “iki yıla kadar Esad’ın kalabileceğini” söylerken Rusya ile olan görüşmeler konusunda bize bir fikir veriyor. Ayrıca ABD’nin eski Moskova Büyükelçisi Michael McFaul, “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın meşruiyetine Suriye halkı tarafından karar verilmesi” gerektiğine dikkat çekti. Rus diplomat Çurkin’in, Amerikan CBS News kanalına röportaj’da “Bence şu anda ABD ile ortak bir görüşü paylaşıyoruz: Onlar da Esad hükümetinin düşmesini istemiyorlar. IŞİD ile Suriye hükümetine zarar gelmeyecek şekilde mücadele etmek istiyorlar…”
Bu değerlendirmeler ABD’nin Şam politikasının aşamalı olarak değiştiğini ortaya koyuyor. Rusya ve İran ile askeri işbirliğine hazır olduklarını belirten Kerry, “Müzakere yapmalıyız. Aradığımız bu ve Rusya, İran ve etkisi olan diğer ülkelerin buna yardım etmesini umuyoruz çünkü bu krizin son bulmasını engelleyen budur” diyor. ABD’nin Rusya politikasındaki belirginleşen değişimin bir zorunluluk olmasının ötesinde bölgesel hâkimiyet bakımından çok daha geniş ilişkilerin devreye gireceğini gösteriyor. ABD, bölgesel rekabetin aynı zamanda ittifaklar üzerinde başarıya ulaştığını görmüş bulunuyor. Bu bakımdan özellikle askeri ve politik ilişkilere dayanan işbirliği diplomasisi daha çok ön plana çıkacaktır.
Dördüncüsü ABD’nin politika değişikliğine paralel olarak AB’nin Suriye politikasında belirgin bir farklılaşmanın oluşmaya başlamasıdır. İran ve Ukrayna konusunda ABD ile mesafeli duran Almanya’nın, Rusya’nın Suriye politikasına yakın bir çizgiye geldiğini belirtmek yanlış olmayacaktır. Almanya Başbakanı Merkel, “Birçok aktörle görüşülmesi gerekir; İran’la, Suudi Arabistan’la, Esad’la, Putin’le ve diğer yerel güçlerle” derken, Almanya Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier de “Görüşmeler için süreç gelişiyor ve devam ediyor. Kurulacak diyaloglar öncesinde kimin kiminle görüşeceği belirlenecek. Konu tamamen Suriye’nin ve bölgenin istikrara kavuşmasıyla alakalı. Bu süreç çerçevesinde Alman hükümeti, Suriye rejiminin temsilcilerinin görüşmelerin dışında bırakılması taraftarı değil” dedi.
Fransa’nın Libya ve Suriye’ye saldırmasında baş aktör olan Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin Le Parisien gazetesine vermiş olduğu demecinde “Rusya olmadan IŞİD’le etkin mücadele etmek imkânsız. Suriye’yi birkaç ay içinde IŞİD’den temizleyebiliriz. Bu sadece liderlik meselesi. Gereken şey; Suriye devletine güvenmek, Rusya ve Vladimir Putin’le diyalog yürütmek” derken aynı zamanda geçmiş politikaların bir özeleştirisini veriyor.
Bazı Fransız milletvekillerinin Şam’ı ziyaret ederek Esad ile bir araya gelmelerini değerlendiren Le Monde gazetesi, bunu “Paris’in Şam politikasında tavır değişikliğinin” ilk adımı olarak değerlendirdi. Üst düzey bir Fransız diplomatın “Büyükelçiliklerini kapatmayan ülkeler ise Suriye içerisinde, sahada neler yaşandığını görüp takip edebiliyor ve Esad hükümeti ile bağlantılarını da koruyor. Bizim ise Suriye’de neler yaşandığına dair açık ve net bir fikrimiz yok. İstihbarat servislerine gelince, onlar da Suriye ile yeniden diyalog kurulmasından yana.” Bu değerlendirme esasen AB’nin bütünlüklü olarak bir politika değişikliğine gideceğini gösteriyor.
ABD, Rusya ve AB’nin Suriye politikasının giderek yakınlaşması, Rusya’nın politik etkinliğinin hızla artacağını ve çözüm sürecinin başaktörü olacağını gösteriyor. ABD ve AB, Rusya’nın askeri müdahale kararlılığını ve bunu durdurma şansının olmadığını gördüler. Rusya’nın İran ile birlikte askeri müdahalesinin ABD ve AB’nin bölgesel politik çıkarlarına ciddi bir darbe vuracağını dikkate alarak, çatışma yerine birlikte bir çözüme odaklanmanın uluslararası güçlerin çıkarına uygun olacağı görüldü. Rusya da ABD ve AB dışında tek başına askeri müdahalenin orta vadede ciddi sorunlara yol açacağını Afganistan deneyiminde gördü ve birlikte çözüm arayışını kabul etti.
Beşincisi, sürecin muhataplarından biri olan S. Arabistan’ın bağımsız politika oluşturma yeteneğinin olmadığı biliniyor. Küresel değişimlere ekonomik olarak hemen uyum sağlayan, politik olarak bütünüyle sürecin dışında kalmaya çalışan Suudi Krallığı’nın Irak, Suriye ve Yemen politikaları nedeniyle içte ciddi bir krizle karşı karşıya olduğu uluslararası kamuoyunda tartışılıyor. Kraliyet içerisinde artmaya başlayan iktidar savaşının politik sonuçları nasıl yansır bilinmez ama bölge politikalarında hızlı bir değişime girme eğiliminde oldukları görülüyor. Esad’ın tasfiye politikasını terk etmeye başlayan Krallık, Şam ile görüşmeye başladı. Yemen’de ciddi bir askeri yenilgi alan ve hatta sınırlardaki şehirlerini koruma kararlılığını gösteremeyen Krallık, BM aracılığıyla “siyasi müzakerelere” başlanması gerektiğine dikkat çekmeye başladı. Suudi Krallığı’nın IŞİD’in askeri ve politik hedefleri arasında olması nedeniyle bugüne kadar devam ettirdiği Suriye politikasını terk ederek ABD ve Rusya dengesi içerisinde yer alma çabaları çok daha fazla artacaktır. Aksi takdirde İran’ın bölgesel yükselişinin önüne geçemez ve bu durum Krallık ailesindeki iç iktidar çatışmasını çok daha fazla derinleştirecektir.
Altıncısı, Suriye denkleminde PYD’nin üstleneceği sorumluluktur. Rojava’da PYD’nin tam hâkimiyetinin askeri ve politik ilişkileri doğrudan etkileyecek ve yönlendirecek düzeyde olduğu artık hemen herkesin kabul ettiği bir gerçeği ifade ediyor. Washington, PYD olmaksızın IŞİD’e karşı kalıcı başarılı sonuçlar alamayacağını biliyor. Bu bakımdan Suriye’de yürüttüğü askeri stratejinin merkezine YPG’yi koyduğunu çok net olarak ifade etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, “Biz YPG’yi terörist örgüt olarak değerlendirmiyoruz. Suriye’de, IŞİD’e karşı mücadelede başarılarını da kanıtladılar.” dedi. Aynı şekilde AB, Rusya, İran ve hatta Suudi Arabistan, Suriye’deki politik denklemde PYD olmaksızın herhangi bir çözümün olmayacağını kabul ettiler. Suriye’nin geleceğine ilişkin hazırlanan bütün çözüm projelerinin ortak noktası YPG’nin varlığıdır. Şam yönetimi dâhil olmak üzere bütün güçler PYD’siz bir çözümün olmayacağını deklare ettiler. PYD’nin Suriye’deki stratejik konumunu kabul etmek istemeyen tek güç Türkiye’dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “PYD ve YPG bunların hepsi terör örgütüdür” söyleminin ABD’da hiçbir politik karşılığı bulunmuyor. Kirby, “PYD konusunda Türkiye ile aynı fikirde olmak zorunda değiliz” değerlendirmesini yaparken, esasen Erdoğan’ın görüşlerini ciddiye almadığını göstermiş oldu. ABD, Türkiye’nin hassasiyetlerini, kırmızı çizgilerini ve taleplerini yok hükmünde sayarak YPG ile Cerablus’ta IŞİD’e yönelik kapsamlı bir askeri hareket yapacaktır. ABD’nin enerji hatları projesi içinde gerekli ve bir bakıma zorunlu olan bu yönelim aynı zamanda Rojava’daki üç kantonun birleştirilmesi anlamına gelir.
Yedincisi, Türkiye çöken ve bütünüyle tasfiye olan Suriye merkezli Ortadoğu politikası nedeniyle bölgesel ilişkilerde izole olmuş durumdadır. Uluslararası ve bölgesel güçlerin çözüme ilişkin yaptıkları değerlendirmelerde, Türkiye sürecin dışarıda tutuluyor. Örneğin Kerry, Suriye’deki çözümde İran ve Rusya’yı esas aldı. Merkel, İran, Suudi Arabistan, Esad ve Putin gibi aktörlerle görüşülmesi gerektiğini söylerken Türkiye’yi yok hükmünde saydı. Küresel ve bölgesel güçlerin Esad ile kurmaya başladıkları ilişkiler, Erdoğan’ı da etkilemiş olacak ki “Esed’siz bu sürecin olması veya geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir” değerlendirmesiyle bugüne kadar savundukları politikalardan revizyona gideceklerini gösteriyor. AKP iktidarı PYD’yi ‘terörist’ gördüğü sürece hiçbir şansı bulunmuyor. Türkiye bölgesel politikalarda gerçekleri kabul etmeden, buna uygun somut adımlar atmadan iç politikada da başarılı olamayacak ve bugünkü iç kriz çok daha derinleşecektir.
Sekizincisi, Suriye’deki iç politik dengelerde değişmeye başladı. Hem rejimin hem de Esad’ın cumhurbaşkanlığı sonuna kadar kalıcı olacağı büyük oranda kabul görmeye başladı. Uluslararası ve bölgesel güçler Esad olmaksızın kalıcı bir çözümün olmayacağı ve geçiş sürecinde Esad’ın rol üstlenmesi gerektiği üzerine anlaşma eğilimine girdiler. Bu durum radikal İslamcı örgütleri için hem bir hayal kırıklığına yol açtı hem de yeni arayışlara yönlendirdi. Bu bakımdan İslamcı örgütlerle Şam rejimi arasında görüşmeler ve anlaşmalar çok yoğun olarak gelişebilir. Örneğin; müzakerelerin Suriye ordusunu ve Hizbullah’ı temsilen İran heyeti ile Fetih Ordusu temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde “Zebedani, Foa ve Keferya’yı kapsayacak muhtemel ateşkes için 6 aylık bir süre” üzerinde anlaşmanın büyük bir oranda sağlandığı belirtiliyor. Uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki değişme, Suriye’deki radikal İslamcı hareketlerin geleceğini çok ciddi oranda etkileyecektir. Esad rejimiyle anlaşma eğilimine giden örgütler aynı zamanda gelecekteki anlaşmada kendilerine bir alan açma planları yapıyor. Bu yönelimler Esad’ın elini güçlendirecektir ve masaya otururken politik manevra alanını daha geniş tutma koşuluna sahip olacaktır.
Suriye denkleminde çok yönlü değişmeler, askeri ve politik içerikli çözümler iç içe geçerek gelişecektir. 2015 yılsonu, çok olağanüstü gelişmeler olmazsa Suriye’de sorunların çözümünde önemli adımlar atılmış olacaktır. Askeri, politik ve toplumsal olarak süreçte sorumluluk üstlenen ve çözümde rol alan güçler, Ortadoğu’nun yeniden dizaynında de söz sahibi olacaklardır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.