Aylan’ın katili; sadece insan kaçakçıları veya AKP’nin savaş politikaları veya IŞİD değildir; Türkiye’deki insanlık dışı çalışma koşulları ve AKP’nin kentsel yıkım politikaları da bu cinayette pay sahibidir. Küçük Aylan’ın cesedi Bodrum’da karaya vurunca “insanlık*” ayağa kalktı. Bu “insanlık” elbette işçi sınıfını içine almayan “sivil toplum”**du. Devletlerin temsilcileri açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “insanlığı” göreve davet […]
Aylan’ın katili; sadece insan kaçakçıları veya AKP’nin savaş politikaları veya IŞİD değildir; Türkiye’deki insanlık dışı çalışma koşulları ve AKP’nin kentsel yıkım politikaları da bu cinayette pay sahibidir.
Küçük Aylan’ın cesedi Bodrum’da karaya vurunca “insanlık*” ayağa kalktı. Bu “insanlık” elbette işçi sınıfını içine almayan “sivil toplum”**du. Devletlerin temsilcileri açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “insanlığı” göreve davet etti.
Aylan gibi göçmenlerin ölümleri son aylarda oldukça arttı. Bu ölümlerin, savaşın sıcak günlerinden hemen sonra olmaması önemli bir nokta. Bu durum Aylan gibi mülksüzleştirilenlerin, geçim araçları yok edilenlerin emek piyasalarına atıldıklarını ve insanlık dışı koşullarla karşılaşıp yeniden daha “insani” koşullara kavuşmak için göç ettiklerini gösteriyor. Aylan’ın hikayesini babası Abdullah Kurdî’den dinleyelim:
Hikmet Durgun’un Sputniknews’da yer alan haberine göre, Suriye’nin Şam kentinde oturduğunu ve savaş başlayınca 2012 yılında Kobanê’ye geldiğini belirten baba Kurdî, “Çocuklarımı Kobanê’de bıraktım, ben de Türkiye’ye çalışmaya geldim. İstanbul’da inşaat işinde çalışıyordum. IŞİD geçen sene Kobanê’ye saldırınca Kobanê’ye gittim, çocuklarımı İstanbul’a getirdim. İstanbul’da çalışıyordum ama çok zor geçiniyorduk. Bir kardeşim İsviçre’de, bir kardeşim Kanada’da yaşıyor. Kardeşim, ‘İsviçre’ye yanımıza gel, buralar güzel’ dedi. Ben de oraya gitmeye karar verdim. Kaçakçı …kişi başı da 1200 dolar aldı. Gece saat 24 sularında 13 kişi bir bota binerek hareket ettik. Yolda giderken dalgalar geldi. Bunun üzerine bizi götüren kaçakçı bottan atladı ve yüzerek kaçtı. Dalgalar gelince botumuz devrildi.”
IŞİD saldırılarına ses çıkarmayan, Suruç patlamaları sonrası IŞİD’den ziyade Kürt hareketine operasyon yapan, TIR’larla IŞİD’e silah götürmeye varan destekleriyle Ortadoğu halklarının katline yardım eden AKP iktidarı göçmenlere savaşı aratmayan koşullar sunuyor. Savaşla mülksüzleşen kitleler inşaat sektöründe “insanlık” dışı koşullarda çalıştırılmaya ve açlığa sürükleniyor. AKP’nin bahsettiği “iki milyon göçmen”, ki bunların çoğunun inşaat sektöründe çalıştıkları düşünüldüğünde ve AKP’nin kentsel dönüşüm politikalarıyla birlikte analiz edildiğinde uygulamada olanın birnevi Hausmanncılık olduğu gözlenebilir.
Kısaca özetlersek: Paris’i yık, köylüleri proleterleştirip Paris’in yeniden inşasında çalıştır ve böylece ekonomi hareketlensin ve Paris yeniden kontrol altına alınsın. Türkiye’ye uyarlarsak: Kentsel dönüşüm yaparak inşaat talebini patlat, yanı başındaki savaşı fırsata çevirip mağdurları insanlık dışı koşullarda inşaatlarda çalıştır ve ekonomi hareketlensin. Türkiye koşullarında ayrıca ağırlıklı Kürtlerin çalıştığı -ki onlarda savaş mağduru olarak gelmişlerdi- işkollarına Suriyelileri dahil ederek milliyetçi politika ve söylemlerle sınıfı bölüp ve aynı zamanda “rekabet” yaratarak çalışma koşullarını daha da beter hale çeken AKP diğer emekçilere de “ölümü gösterip sıtmaya razı ediyor.”
Sonuç olarak bugün örgütsüz olan göçmen emekçilerin örgütlenmesi hem bir emek mücadelesi hem de bir kent hakkı mücadelesi. Bu alan hem Kürt Hareketi’nin hem de Türkiye Sosyalist Hareketi’nin ortak çalışma zeminlerini oluşturması açısından ve yeniden kardeşleşme açısından da kritik bir öneme haiz. Üstelik egemenlerin en korunaklı ve en güçlü alanlarından biri olan kent ve emek politikaları alanında yapılacak her devrimci müdahale önemli sonuçlar alacaktır. AKP’nin kent politikalarına müdahale ederken aslında emek politikalarına da müdahale ettiğimizi, emek politikalarına müdahale ederken de kent politikalarına müdahale ettiğimizi bileceğiz çünkü bu iki mücadele de artık faşizme karşı demokrasi talebini içinde barındıran mücadeleler olacaktır.
Bu arada “Suriyeli göçmenlerde sınıf bilinci yok”, “Bu alanda örgütlenmek imkansız” diyenlere bir “kendinde sınıf” örneği: “Bodrum’da 3 Eylül günü 5 metrelik bota 50 kişi bindirilmek istenen göçmenler, kaçakçılara itiraz etti ve yeni botlar getirilmesini istedi. Kaçakçılarsa botu yaktı. Yani göçmenler başlarına ne gelirse gelsin kolektif bir biçimde hareket etti. “Ya hep beraber ya hiç birimiz” dedi.
* İnsan, yine Hegel tarafından kullanılageldiği biçimiyle “Alman” ya da biraz daha ilerletirsek aslında burjuva toplumun “yurttaş”ı.
** Sivil toplum kavramını da ilk kullanan Hegel’di. Hegel’in, sivil toplumdan kastı aslında Burjuva toplumuydu ve bu toplum içerisinde proletaryayı dahil etmemişti.
Not: Aylan ve ailesi, Hegel’in tıpkı günümüz egemen sınıfları gibi “insanlığa” dahil etmediği proleterdi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.