NATO’nun aktif desteğini alacak olan Hulusi Akar yeni dönemin Kenan Evren’i olursa şaşırmamak gerek Türkiye’nin iç politik ilişkileri çok yönlü değişiyor. Uluslararası ve bölgesel ilişkilere bağlı olarak sistemin yeniden yapılandırılması kaçınılmaz hale geldi. Bir bakıma eksen kayması yaşayan Türkiye, küresel sisteme yeniden entegrasyonu sağlamaya çalışırken elindeki avantajları da çok önemli oranda kaybetti. İç politik ilişkilerin […]
NATO’nun aktif desteğini alacak olan Hulusi Akar yeni dönemin Kenan Evren’i olursa şaşırmamak gerek
Türkiye’nin iç politik ilişkileri çok yönlü değişiyor. Uluslararası ve bölgesel ilişkilere bağlı olarak sistemin yeniden yapılandırılması kaçınılmaz hale geldi. Bir bakıma eksen kayması yaşayan Türkiye, küresel sisteme yeniden entegrasyonu sağlamaya çalışırken elindeki avantajları da çok önemli oranda kaybetti.
İç politik ilişkilerin belirsizliği küresel ilişkileri önemli oranda etkilerken, özellikle AKP iktidarının geleceğine dair soru işaretleri de artmaya başladı. Erdoğan, iç politikadaki her değişimin kendi aleyhine olacağını bildiği için büyük bir direnç gösteriyor. İç dengelerde kendi gücünü korumaya çalışırken bölgesel ve uluslararası ilişkilerdeki istikrarsızlığın Türkiye’nin geleceği bakımından ciddi sorunlara yol açtığı da artık herkesin kabul ettiği bir realiteye dönüşmüş durumda.
Türkiye’nin geldiği noktada, içte ve uluslararası alanda AKP’yi de ciddi oranda aşan rejimin yeniden konumlandırılmasının zorunlu hale geldiğini görmek ve politik refleksleri de ona göre belirlemek oldukça önemli ve gereklidir.
Türkiye’nin iç politik krizi önemli oranda bölgesel ve uluslararası alanda yaşadığı sorunlardan kaynaklanıyor. Bu bakımdan yeniden yapılandırmanın önemli bir halkasını uluslararası ve bölgesel ilişkiler belirleyecektir. Küresel ilişkilerde bunalım sürecini yaşayan Türkiye’nin fiilen izole edilmiş olması, bölgesel konum kaybıyla doğrudan ilişkilidir. Küresel sistemin stratejik kurumlarında nispeten var olan etkisinin kırılması Türkiye’nin bölgesel devlet gücünün önemli oranda zayıflamasına yol açtı. İzlediği bölgesel politikalarla konum kaybında sıfır noktasına taşınan Türkiye, geçmişte elde ettiği etkili güç olma şansını önemli oranda yitirdi. Bölgesel ilişkilerdeki farklılaşma ve güç ilişkilerinin yeniden tanımlanması, rekabette yeni oyuncuların sahneye çıkması Türkiye’nin rolünün giderek zayıfladığını ortaya koyuyor.
Erdoğan, özellikle Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştirmeye çalışarak, uluslararası konumlanmasını değiştirmek ve yeni oluşan güç ilişkileri içerisinde yer almak istedi. Devletin örgütleniş biçimini pek hesaba katmadan askeri stratejiyi Çin-Rusya merkezine kaydırma politikasını benimsedi. Bu bir bakıma NATO ile olan stratejik ilişkilerin kırılması anlamına gelecekti. Türkiye’nin geçmişte Orta Asya’daki yönelimlerini bilen Rusya ve Çin, hem Erdoğan’a pek güvenmediler, hem de bu tür bir arayışın pek başarılı olmayacağını gördüler. Bu nedenle Türkiye’nin Şangay Beşlisi’ne girme önerisi kabul edilmedi. İkincisi ABD ve AB, Türkiye’nin NATO dışındaki arayışlarını pek göze çarpmayacak şekilde ciddi oranda cezalandırdılar. Böylelikle Türkiye’nin hem Asya merkezli arayışı bütünüyle başarısız kaldı hem de NATO merkezli konumunu önemli oranda yitirdi.
ABD askeri stratejisinde Türkiye’nin rolü giderek işlevsizleşiyor. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Güney Kürdistan’ın uluslararası alanda devlet olarak tanınmasıyla NATO’ya alınması eş zamanlı gerçekleşecektir. NATO askeri stratejisinde Türkiye’deki askeri üslerin geçici bir işleve sahip olduğu artık herkesin fark ettiği bir durum. Bu nedenle ABD, İncirlik Üssü’nü kullanmak için Türkiye ile eşit koşullarda bir pazarlık yapmadı. ABD kendi planını AKP’nin önüne koydu ve uygulattı. Asya’da aradığını bulamayan Erdoğan merkezli AKP’nin, ABD’nin bütün önerilerini kabul etmekten başka bir alternatifinin kalmadığı da görünüyor.
Kürt sorununda bütünüyle sınıfta kalan AKP’nin PKK’ye operasyon yapması Türkiye’nin politik öngörüsündeki ciddi bir başarısızlığı gösteriyor. Türkiye’nin İncirlik Üssü’ne karşılık IŞİD’e değil PKK’ye yönelik çok yoğun bir hava operasyonuna yönelmesi, bölgesel ilişkilerin gelişme eğilimini halen doğru okuyamadığını gösteriyor.
Türkiye’nin Kandil operasyonu ABD, Rusya ve AB tarafından desteklenmedi, tersine diplomatik ilişkiler içerisinde Türkiye’nin saldırısının gereksiz olduğu uyarısı yapıldı. Öyle ki Arap dünyası adına İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri’nin Türkiye’nin Kandil operasyonunun tasvip edilmediği yönündeki açıklaması bireysel olmayıp esasen S. Arabistan’ın Kürt politikasının değiştiğinin ilk işareti olarak algılanabilir.
Açıklama yapan devletler, Türkiye’nin tekrar barış masasına dönmesi, müzakere sürecini devam ettirmesi, saldırıları durdurması uyarısını yaptılar. Kandil’e yönelik operasyonda yalnız kalan Türkiye’nin önüne konulan esas şart şu: “PKK ile masaya otur, resmi görüşmelere başla.” PKK’nin politik resmiyetinin uluslararası alanda bir kez kabul edilmiş olmasına paralel olarak, Türkiye ile muhatap güç olarak masanın bir tarafında olduğu tescil edildi.
ABD, Rusya ve AB, AKP’nin IŞİD ile mücadelede kararlı bir politik perspektife sahip olmadığını görüyor. AKP’nin çıkarlarının IŞİD ve El Nusra ile çakıştığının bölgesel oyuncular da artık farkındadırlar. El Nusra ve IŞİD eksenli ilişkilerin tasfiye sürecine girmesi ile Türkiye’nin bölgesel dayanaklarının sıfırlanması pazarlık gücünü ortadan kaldırdığı gibi bir bakıma politikasız bıraktı.
Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel konum kaybının, iç politikada da yansımalarının olacağı biliniyor. Hem sistem hem de AKP iktidar ilişkilerinin yeniden düzenlemesi kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor.
Birincisi, Kandil operasyonunun hedefinde PKK-KCK üst düzey yöneticileri bulunuyordu. 400’e yakın yapılan hava saldırısıyla M. Karayılan, C. Bayık gibi PKK-KCK yöneticilerinden birkaçı yaşamını yitirmiş olsalardı, Erdoğan’ın iç politikadaki hesapları çok başka olacaktı. Ancak devletin, halen Kandil’in jeo-stratejik durumunu ve PKK’nin örgütsel yapısını yeterince kavramadığı gibi PKK ile yürütülen savaştan hiçbir ders almadığı da görülüyor.
Peki, bundan sonra ne olacaktır? Devletin yeniden yapılandırılması stratejisinde özellikle devletin varlık nedenleri olan “tek devlet, tek millet, tek ırk ve tek bayrak” gibi bir kısım ‘kırmızı’ şeritlerin değişmesinin zamanı gelmiş bulunuyor. Bu süreç kendi içerisinde sancılı olacaktır ama sanıldığı gibi ciddi bir politik direnç olmayacaktır.
Jeo-politik konum kaybına uğrayan Türkiye’nin, PKK ile uzun süreli bir savaşa tutuşacak ekonomik, toplumsal ve politik gücü bulunmuyor. Ne Türkiye’nin iç politik ilişkileri bunu kaldırır ne de uluslararası ve bölgesel güç ilişkileri buna izin verir. Devletin Kürt Hareketi’yle resmi düzeyde görüşmelere oturması dışında pek ciddi bir alternatifi kalmadı. Devlet başarısız kalacağını görerek PKK’nin savaşı daha üst düzeye çıkartmaması için hem Brüksel’e haber gönderdi, hem de Öcalan ile görüşmelere başladı. Bir süre yoğunluklu bir çatışma yaşansa dahi AKP’nin tek başına veya bir koalisyon hükümetinin PKK ile doğrudan temas kurarak yeni bir süreci başlatması özellikle ABD, AB ve Rusya tarafından aktif olarak desteklenecektir.
Küresel güçler, PKK’nin silahlı mücadele sürecini tamamlaması, Türkiye’nin ise doğrudan müzakerelere geçmesi için diplomatik baskılarını arttıracaklardır. Bu bakımdan yeni müzakere sürecinin, uluslararası gözlemci heyetlerin de var olacağı bir dönem olarak gerçekleşme olasılığı oldukça yüksektir. Öcalan’ın çözümleyici aktör olarak yeniden inisiyatif alarak başlatabileceği süreç, PKK’nin Türkiye ile olan ilişkilerini silahsız kalıcı bir dönemin başlamasına olanak sağlayacaktır. Ancak yeni dönem görüşmelerinde geçmişten farklı olarak Kandil’in etki gücü nispeten daha belirgin olarak hissedilecektir. Eğer yeni bir müzakere sürecine girilmesi kararı alınırsa, bu bütünüyle resmiyeti olan ve hukuki temelleri belirlenmiş olarak atılacaktır. PKK’nin aktif savaş pozisyonuna geçmemiş olması, PKK’nin zayıflığından çok uluslararası ilişkilerdeki etki gücünü ve meşruiyetini artıran avantajlı bir durum oluşturuyor.
İkincisi, sistemin iç ilişkilerinde Genelkurmay’ın ve ordunun komuta kademesinin yeniden yapılandırılmasıdır. AKP-Cemaat ittifakına dayanan iktidarın etkisiyle konum kaybına uğrayan ordu reorganize ediliyor. Genelkurmay Başkanı seçilen Hulusi Akar bütünüyle Brüksel ekolüne bağlıdır. Pentagon’un vermiş olduğu ödülün çok açık bir mesaj olması bir yana, ödülü veren ABD’li generalin Musul’da Türk askerlerinin başına çuval geçiren kişi olması da bir tesadüf olmayıp çok bilinçli bir tercihti. Sanıldığının aksine Erdoğan ve AKP yönetimi yeni Genelkurmay Başkanı’ndan çok memnun değildir. ABD merkezli küresel güçlerin yeniden ordu içerisinde artan gücü nedeniyle tasfiyesine izin verilmedi. Böylelikle iç politikadaki dolaylı etki gücü yeniden artacak olan ordu, bölgesel ilişkileri belirlemede de belirgin bir rol üstlenecektir. NATO’nun aktif desteğini alacak olan Hulusi Akar yeni dönemin Kenan Evren’i olursa şaşırmamak gerek.
Üçüncüsü ise Cemaat ile AKP iktidarı arasındaki ilişkinin yeniden düzeleceğine dair bir kısım verilerin ortaya çıkmış olmasıdır. Erdoğan’ın Cemaat’e karşı kini ve öfkesi halen belirli düzeylerde devam ediyor. Ancak AKP içerisinde Gülen Cemaati’yle barışılması gerektiğini söyleyen güçlü bir ekip var. Erdoğan’dan farklı olarak Davutoğlu ve Gül’ün genel eğilimi de cemaatle çatışılmaması gerektiği yönündedir. İki hafta önce yapılan bir operasyonda, cemaatin Türkiye’de çok etkili olan elemanlarından biri İstanbul’da gözaltına alındı. İsmi kamuoyuna açıklanmayan bu şahıs iki gün sonra serbest bırakıldı. Efkan Ala, Yiğit Bulut gibi Erdoğan’a çok yakın olan kişilerle bağı olan ve cemaatin merkezi bilgilerine sahip birinin serbest bırakılması, AKP içerisinde etkili olan bir grupla Cemaat arasında bir pazarlığın olduğunu gösteriyor. İç politik denklemde güç ve ittifak ilişkileri, tahmin edilmeyecek düzeyde hızlı değişiyor. AKP’nin Cemaat ile savaşı ebedi olmayıp bütünüyle çıkarlara dayanıyor. ABD’nin de AKP-Cemaat çelişkisinden önemli oranda rahatsız olduğu ve bir bakıma ateşkes imzalayarak barışmaları gerektiği vurgulanıyor. Bu bakımdan iç politikada güç kaybına uğrayan AKP’nin Cemaat politikasını aşamalı olarak değiştirecektir.
Dördüncüsü, Türkiye’nin iç politik denkleminde sorun olan MHP’nin politik tutumu, sistemin reorganizasyonu önünde bir direnç olarak görülüyor. MHP’nin bu tutumunun özellikle iç ilişkilerde ciddi sorunlar yaratacağı ve çatışmalı bir ortamın gelişmesine hizmet edeceği biliniyor. Bu bakımdan MHP’nin birkaç yönden dizayn edilmesi gündeme gelecektir. Önce MHP’nin oy oranlarında ciddi bir düşüş sağlamak ve baraj sınırını doğru çekmek, sonra bunun etkisiyle MHP içerisinde yeni alternatif güçler çıkartmak. Bu iki olası durum MHP’nin yönelimlerine bağlı olarak aktifleştirilecektir.
Beşincisi, merkez parti işlevini gören CHP ise bugünkü politik dengeler içerisinde en aktif konumda bulunuyor. Ulusalcıların önemli oranda etkisizleşmesi Kılıçdaroğlu’nun gücünü artırması bir yana bugün izlediği pratik politikayla sistemin iç politik denklemi belirleyecek güçlerden biri olarak ön plana çıkıyor. Rejimin yeniden yapılandırılmasında CHP’ye ciddi bir rol verildi. CHP bu rolünü nasıl oynar birlikte izleyeceğiz.
Sonuç; ister erken genel seçime gidilsin, ister her biçimde bir hükümet kurulsun Türkiye’de dengeler çok yönlü değişecek gibi görünüyor. Uluslararası ve bölgesel ilişkilerde Türkiye’nin ciddi bir politik değişikliğe gitmesi ve sürece kendini adapte etmesi, iç politik denklemin yönünü de belirleyecektir. Türkiye konum kaybını yeniden kazanmak için geçmişten farklı bir süreci izlemek zorundadır. Geçmiş dönemin güç ilişkilerine göre belirlenmiş bütün kırmızı çizgiler değişime uğrayacaktır.
Türkiye denklemin içinde yer almak istiyorsa, artık PKK ile müzakerelere resmi düzeyde oturmak, PYD ile diplomatik ilişki kurmak, IŞİD ile daha aktif savaşmak zorundadır. Türkiye’nin bölgesel ve iç yapılandırılmasının önemli halkası budur. Bu kaçınılmaz durumun iç politikada bir kısım sancıları olacaktır. Ancak sanıldığı gibi bir güçlü bir direnç oluşmayacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.