NATO merkezli küresel güçlerin “Türkiye’nin terörle mücadelesini anlıyoruz” söylemi bir tuzaktır. İlginç olan ise devletin PKK ile savaşa tutuşarak bu tuzağa lades demesidir. Çok açıktır ki savaşın kazananı Türkiye olmayacaktır Türkiye’nin bir savaş merkezine dönüşmesi ve bunun önümüzdeki birkaç ay içinde çok daha ciddi düzeyde yoğunlaşacak olmasının politik sonuçları kimsenin tahmin etmediği kadar sarsıcı olacaktır. […]
NATO merkezli küresel güçlerin “Türkiye’nin terörle mücadelesini anlıyoruz” söylemi bir tuzaktır. İlginç olan ise devletin PKK ile savaşa tutuşarak bu tuzağa lades demesidir. Çok açıktır ki savaşın kazananı Türkiye olmayacaktır
Türkiye’nin bir savaş merkezine dönüşmesi ve bunun önümüzdeki birkaç ay içinde çok daha ciddi düzeyde yoğunlaşacak olmasının politik sonuçları kimsenin tahmin etmediği kadar sarsıcı olacaktır.
Devlet adına hareket eden AKP’nin PKK ile yeniden çok açık bir savaşa tutuşmuş olmasını, Erdoğan’ın kişisel hırsına veya sadece başkan olma isteğina bağlı olarak değerlendirmek son derece yanıltıcı olur. Erdoğan’ın politik geleceğini garantiye almak için şiddet politikasına yöneldiği doğrudur ancak devletin stratejik yönelimini kişisel kaygılara ve iktidar hırsına bağlamak da bir o kadar yanlış politik sonuçlara götürür.
Hava kuvvetlerinin çok yoğun olarak kullanıldığı ve kara gücü de dahil edilerek geliştirilmeye başlayan savaş, devletin Kürt sorununa yaklaşımındaki stratejik bakış açısını ortaya koyuyor. Devletin geleceğini belirlemede önemli bir aşama olarak görüldüğü için çok daha yoğunluklu bir savaşa karar verildi. Bu savaş, bugüne kadar farklı boyutlarda devam ettirilen politik stratejinin en somutlaşmış ifadesidir.
Erdoğan’ın gücü kırılınca…
Politik bir söylem olarak “Erdoğan’ın başkan yaptırılmaması” ve bir bakıma önünün kesilmesi ile Türkiye’nin iç politik sorunlarının çözüleceğine dair oluşan seçim havasının pek de gerçekçi olmadığı görüldü. Bu bakımdan Türkiye’deki iç politik çatışma nedeniyle Erdoğan’ın iktidar gücünün kırılmasıyla sorunların çözüleceğine dair oluşan siyasi havanın gerçekçi olmadığı ve devletin stratejik yönelimlerinin farklı olduğu sanırım en iyi kavraması gerekenler ilerici demokratik güçlerdir.
Bugüne kadar yapılan hiçbir saldırı başarılı olmadı/olamadı. Bundan sonra da başarılı olma şansı bulunmuyor. Her saldırıda yüzlerce PKK’nin öldürüldüğü iddia edilir ancak birkaç ay sonra bunların gerçek dışı olduğu ortaya çıkar. Askeri operasyonlarla Kürt sorununun çözülemeyeceği bütün verileriyle ortaya çıkmasına rağmen devletin yeniden aynı savaş metodunu kullanması içine düştükleri politik açmazın zorunlu bir sonucudur.
Kürtlerin ilerleyişi, Kürt sorununun uluslararasılaşması
Bölgesel ilişkiler dikkatle izlendiğinde Kürtlerin gelişme sürecinin engellenmesinin artık mümkün olmadığını ortaya koyan birkaç temel veriye dikkat çekmek gerek.
Birincisi, geçmişten farklı olarak küresel güçlerin Ortadoğu stratejisinde Kürtler önemli bir yer işgal ediyor. Güney Kürdistan ve Rojava bugünden geleceğe yönelik oluşturulan stratejilerin merkezinde bulunuyor. Güney Kürdistan’ın devletleşme sürecine girmesi, Rojava’nın politik statüsünün fiilen kabul edilmesi, güç ilişkilerini yeniden belirliyor. Bu bakımdan küresel düzeyde ele alınan Kürt sorunu çözümü de uluslararası bir boyut kazanmıştır.
İkincisi, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin iç politik ilişkilerinde varlığını devam ettiren Kürt sorunu tarihsel ve toplumsal gerçekliği nedeniyle bir devletin iç meselesi olmaktan çıkmıştır. Özellikle son 20 yıldaki gelişmeler dikkate alındığında, Kürt meselesi bölgesel bir düzeyde ele alınmaya başlandı. Güney Kürdistan’dan sonra Rojava’da da Kürtlerin politik ve askeri bir güç olarak bölgesel ilişkileri belirlemeleri, özellikle Türkiye’nin ve İran’ın geleceğini ciddi oranda etkiliyor.
Suriye ve İran Kürtlerinin statüsünde değişim
Suriye’de halen önemli bir güç olan ama dengeleri belirlemede ciddi oranda inisiyatif kaybına uğrayan Esad rejimi, Rojava’daki özerk yapıyı kabul ettiğini açıkladı. Yeni Suriye’de politik inisiyatifi önemli oranda belirleyecek gücün PYD olacağı artık kabul görülüyor.
Nükleer anlaşmadan sonra manevra alanını genişleten İran, Kürt sorununa ilişkin politikasında değişime gitme kararı aldı. Böylelikle Kürtlerle kuracağı yakın diyalog ile Güney Kürdistan ve Rojava’daki güç ilişkilerine dâhil olmak istiyor. Küresel güçlerin müdahalesine izin vermeden İran sınırları içerisinde bulunan Kürdistan Eyaleti’ne ilişkin bazı somut adımlar atmaya başladı. Parlamento’da “Kürt Milletvekilleri Grubu”nun kurulması, Kürt Dili Edebiyatı Bölümü’nün açılması, Kürdistan Eyaleti’ne Kürt kökenli vali atama kararının alınması, yerel dilde eğitimi gündemine alması, İran Cumhurbaşkanı’nın üniversitede Kürt Dili Edebiyatı Bölümü’nün açılışında “Yaşasın Kürdistan” demesi, politika değişikliğinin birer örneği olarak değerlendirildi.
ABD ve Rusya’nın telkinleriyle, Şam ile Riyad arasında başlayan görüşmelerde IŞİD’e karşı ortak politikalar belirleme eğiliminin gelişmesi, hem Şam’ın politik konumunu güçlendirmeye başladı hem de Suriye merkezli güç ilişkileri yeniden şekillendi. PYD’nin artan politik gücünün Tahran ve Riyad tarafından kabul edilmeye başlaması Suriye’deki dengelerin nereye doğru evrileceğini gösteren önemli verilerden biridir. Bu bakımdan bölgesel rekabette olan İran ve S.Arabistan Yemen, Suriye ve Irak üzerinde aşamalı olarak bir uzlaşmaya doğru giderken, Kürtleri bu sürecin önemli bir halkası olarak kabul etmeye başladılar.
Devletin geleneksel çizgide ısrarı
Üçüncüsü, Türkiye, mevcut gelişmeleri doğru okuyarak, özellikle iç dinamiklerde önemli bir sorun haline gelen Kürt meselesini çözmek için ciddi bir strateji değişikliğine gitmesi gerekirken, tersine geleneksel çizgide ısrar ediyor.
Devlet, küresel güçlerin Ortadoğu stratejisinde Kürtlerin artan rolünü göremiyor ve yeni politik stratejiler oluşturamıyor. Bütünüyle yok etmek istediği PKK’nin bölgede güç olmaya başlaması, tersten devletin tasfiye olacağı kaygısına yol açıyor ve bu nedenle geleneksel politikalar çok daha fazla ön plana çıkartılıyor.
İktidar çözümsüzlüğün merkezi olan tasfiye merkezli savaşa neden başvuruyor:
Devletin varlık nedeni olan dört “tek” üzerine kurulu siyasal sistemin sürekliliği esas alındığı için Kürtlerin ve diğer etnik-sosyal grupların varlığı kabul edilmedi. Devletin stratejik varlığı ve geleceği olarak görülen bu dört maddede en küçük bir esnemede, devletin çökeceği kaygısı oldukça güçlüdür. Bu bakımdan tüm toplumsal ilişkileri etkileyen Kürt sorunun çözümünde atılacak her adımın devletin varlık nedenlerini ortadan kaldıracağı korkusu devletin kurumsal yapılarının ciddi adımlar atmasını engelleyen önemli bir faktördür.
Doğan Medya’nın dönüşü
Kürt sorununun çözümünde aktif rol üstlenmesi gereken medya ve sivil toplum kurumlarının tutumları sorunun çözümsüzlüğünü doğrudan etkileyen bir başka etkendir. Bütün muhalif medyanın susturulmasına paralel olarak İslamcı ve merkez medyanın tamamının PKK’ye yönelik savaşa aktif destek vermeleri devletin stratejik politikalarıyla uyumlu olmak istemelerinden kaynaklanıyor. Doğan Medya Grubu, 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin tek başına hükümet olmaması için elindeki bütün medyatik gücü kullandı, öyle ki HDP’yi açıktan destekleme politikasını benimsedi. Ancak devletin PKK’ye yönelik başlattığı savaşı tersten en aktif destekleyen medya kuruluşlarından biridir. Cüneyt Özdemir gibi savaş karşıtı olanları tasfiye etmeye başladı. Aralarında iktidar savaşına tutuşan medya güçlerinin, Kürt sorunu karşısında tek bir merkez gibi hareket etmeleri, toplumu etkileyen önemli bir psikolojik savaş aygıtına dönüşmeleri çözümsüzlüğü derinleştiren, toplumsal çelişki ve çatışmaları geliştiren çok önemli bir faktör haline geliyor. Geçici çıkarlarını korumak ve devletin nimetlerinden daha fazla yararlanmak için Türkiye’nin iç toplumsal dinamiklerinde ciddi bir kırılmaya yol açacak olan savaş karşısında kışkırtıcı bir tutum benimsemenin faturası çok ağır olacaktır.
IŞİD’e karşı koalisyon
Devlet, IŞİD karşısında halen pasif bir konumda bulunsa da, küresel güçlerin politikalarına teslim olmak zorunda kaldı. İncirlik ve diğer askeri üslerin koalisyon güçlerinin kullanımına açılması, Türkiye’nin bölgesel gücüne hiçbir katkı yapmayacaktır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, AKP hükümetinin halen terörist gördüğü PYD’ye aktif destek sunulacağını açıklaması Suriye’de güç ilişkilerinin merkezinde kimin olduğu gösteriyor. Türkiye’nin PYD’ye yönelik saldırılarına izin verilmemesi, ABD’nin PKK’ye yönelik politikasının arka planını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin bölgesel gelişmeleri dikkate alarak PKK ile görüşüp sorunları çözerek inisiyatif almak yerine doğrudan savaşa yönelmesi küresel güçlerin Türkiye’yi sürecin dışında tutma politikasına hizmet eder. PKK ile iç savaşa tutuşmanın sonuçları, 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablodan çok daha ağır ve sancılı olacaktır. Kürt coğrafyasında kopuşun en son halkası gerçekleşecektir. Kürt bölgelerinde devlet adına bulunan AKP’nin oylarının % 10-15 civarına düşmesi, devletin fiilen bölgede tasfiye olması ve ömrünü doldurması demektir. Bu bakımdan NATO merkezli küresel güçlerin “Türkiye’nin terörle mücadelesini anlıyoruz” söylemi bir tuzaktır. İlginç olan ise devletin PKK ile savaşa tutuşarak bu tuzağa lades demesidir. Çok açıktır ki savaşın kazananı Türkiye olmayacaktır. Saldırılar PKK’yi zayıflatmıyor tersine güçlendiriyor. Artık bu gerçeğin görülmesi daha reel politikalara dönüş yapması zorunlu ve kaçınılmazdır.
PKK’nin tutumu
Savaşın muhataplarından biri de PKK’dir. Devletin çok yoğun olarak başlattığı savaşa, PKK henüz aktif bir yanıt vermiş değil. PKK’nin politik ve askeri gücü tahmin edilenden çok daha fazla ve etkilidir. Devletleşmemiş ama bir devlet kadar bölgesel ilişkileri etkileyen bir düzeyde olduğu artık herkesin kabul ettiği bir realiteyi oluşturuyor. Ancak PKK, aktif bir savaştan çok hala demokratik barışçıl çözümü esas alıyor. Bu nedenle devletin başlattığı savaşa aynı biçimde yanıt vermiyor. Çeşitli bölgelerde meydana gelen küçük çaplı eylemler, bütünüyle yerel güçlerin reaksiyoner tepkileridir. Ayrıca savaş gerekçesi görülen iki polisin öldürülmesinin PKK’nin eylemi olmadığı çok açıktır. Suruç’ta 31 genci katleden kimse iki polisi de öldüren aynı güçtür.
PKK’nin, iç savaştan yana olmayan söz konusu politikasını süreklileştirmesi son derece zor görünüyor. Saldıran değil saldırılan bir konumda olmasına rağmen aktif savunma pozisyonunu dahi kullanmamasının nedeni 7 Haziran seçimlerinde oluşan politik atmosferi demokratik çözüm için değerlendirmek istemesidir.
Önümüzdeki birkaç hafta son derece önemlidir. Türkiye savaş politikasından vazgeçmezse, tersten PKK, demokratik çözüm politikasında zorunlu bir değişikliğe gidecektir. Bunun anlamı, savaşın Türkiye’nin bütün bölgelerine yayılması demektir. Türkiye’nin iç politik krizinin çok daha derinleşmesine yol açacak savaşın, küresel güçlerin stratejilerine hizmet edeceğinin görülmesi ve yapılan saldırıların durdurulması herkesin çıkarınadır.
HDP ne yapmalı?
HDP’ye yönelik başlatılan psikolojik savaş, devletin iç politik dengeleri lehine çevrime hamleleridir. Bu politikanın ne kadar etkili olacağı HDP’nin tutumuna bağlıdır. HDP’nin henüz bir parti gibi hareket edememesi, başlatılan savaşa karşı sıradanlaşmış politikalarla yanıt vermesi, halkın günlük toplumsal yaşamda 80 milletvekilinin varlığından haberdar olamaması, bütün yükün Demirtaş’a yüklenerek aynı zamanda hedef tahtasına oturtulması, HDP’nin kendi misyonu konusunda ciddi soru işaretleri oluşturuyor. % 13 oy almış bir partinin savaşa karşı güçlü bir barış refleksi göstermesi son derece önemlidir. Devletin psikolojik savaşına karşı güçlü bir karşı koyuşu örgütleyerek barış güçlerinin önderliğini yapmalıdır. Ne yazık ki bu pratik-politikadan uzak görünüyor.
MGK kararıyla başlatılan ve Türkiye’nin çözümsüzlük sürecini çok daha derinleştirecek olan bu savaş esasen Erdoğan’ın olmayıp devletin belki de en son manevralarından biridir. Savaş, Türkiye’nin farkında olarak veya olmayarak bölgesel ilişkilerde tasfiye edilmesine ve güç dengelerinin dışına atılmasına yol açacaktır. İç politika belli bir etki yaratsa da devletin bölgesel ilişkilerde stratejik yenilgisine yol açacaktır. İç politik denklem geçicidir, uluslararası ve bölgesel ilişkiler esastır.
Bölge politikaları bütünüyle çöken ve fiilen yenilen AKP’nin PKK’ye yönelik başlattığı savaşın, iç politikada güçlü bir karşılığını bulması da zordur. Uluslararası ve bölgesel denklemin çok ciddi oranda değişmesi nedeniyle Türkiye sanıldığı gibi 1990’lara dönme koşullarına sahip değildir.
Tek bir çözüm var: Kürt Hareketine ve diğer demokratik güçlere yönelik başlatılan savaşın durdurulması, demokratik çözümü esas alan bir politikanın benimsenmesi ve hızla uygulanmaya konulmasıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.