Milli Güvenlik Kurulu(MGK) tarafından kararlaştırılan ve uzun zamandır hazırlığı yapılan savaş konsepti bütün hızıyla uygulanmaya konuldu. Olağanüstü savaş koşullarının uygulanmaya başlandığı yeni bir döneme girilmiş bulunuluyor. Bu sürecin geçici olamayacağı, politik ve toplumsal dengelerin yeniden şekilleneceği bir dönemin başlangıcı olarak görmek gerekir. AKP, 7 Haziran seçimlerinde almış olduğu yenilgiyi yok sayarak, iç dinamikleri kendi […]
Milli Güvenlik Kurulu(MGK) tarafından kararlaştırılan ve uzun zamandır hazırlığı yapılan savaş konsepti bütün hızıyla uygulanmaya konuldu. Olağanüstü savaş koşullarının uygulanmaya başlandığı yeni bir döneme girilmiş bulunuluyor. Bu sürecin geçici olamayacağı, politik ve toplumsal dengelerin yeniden şekilleneceği bir dönemin başlangıcı olarak görmek gerekir.
AKP, 7 Haziran seçimlerinde almış olduğu yenilgiyi yok sayarak, iç dinamikleri kendi lehine kullanmaya devam ediyor. Sistemin iç politik dengelerini kendi lehine çevirmenin en kestirme yolunun savaş politikalarına dönmek olduğunu hesaplayan Erdoğan, hükümet üzerindeki etki gücünü kullanarak bu savaşı başlattı.
AKP iktidarı, bugüne kadar askeri, lojistik ve ekonomik olarak aktif biçimde desteklediği doğal müttefiki IŞİD ve El Nusra’ya karşı bir savaşın içinde olmadı. Radikal İslamcı örgütlerin Irak ve Suriye’de askeri bir güç haline gelmiş olmasının belki de tek nedeni Türkiye’nin vermiş olduğu çok yönlü destekti. Türkiye’nin radikal İslamcı örgütleri desteklemesinin tek bir stratejik gerekçesi vardı: PYD’nin politik ve askeri bir güç olmasını engellemek ve Rojava’nın özerk statüsünü tasfiye etmekti. Bütün dikkatini buna veren devlet, istenilen sonucu elde edemedi. Belirlediği strateji çöktü ve fiilen yenildi. ABD’nin baskısına dayanamayan AKP, bugün isteksiz bir şekilde aşmaları olarak Pentagon’un çizgisine gelmeye başladı.
PYD olmaksızın IŞİD merkezli radikal İslamcı örgütlere karşı savaşın kazanılamayacağını gören ABD ve AB merkezli küresel güçler, ittifak politikasında belirgin bir değişikliğe gittiler. Suriye’nin geleceğini belirleyen bir güç olarak ön plan çıkan PYD, bir bakıma zorunlu bir müttefik haline geldi. Buna paralel olarak Türkiye sürecin dışında kalmanın çok ötesinde stratejik bölgesel rolünü ve gücünü kaybetmeye başladı. Radikal İslamcı örgütleri destekleme ve besleme politikası çöken AKP, uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki konum kaybının politik sonuçlarının çok daha ağır olacağını ve bunun iç politik dengeleri çok ciddi oranda etkileyeceğini gördü ve ABD’ye boyun eğlemeye başladı.
Bugün ABD ile Türkiye arasında sanıldığı gibi eşit koşullarda bir anlaşma söz konusu değildir. ABD bütünüyle kendi askeri ve politik taleplerini AKP hükümetine dahası Erdoğan’a dayattı. Ankara ve Washington tarafından yapılan diplomatik açıklamalar biçimseldir, esas olan AKP iktidarının Pentagon tarafından dikte ettirilen kararları kabul etmesidir. Son birkaç hafta içerisinde Ankara’ya gelen ABD diplomatlarının çantalarında AKP iktidarıyla IŞİD arasındaki ilişkileri doğrulayan ve hatta savaş suçlusu olarak değerlendirilebilecek belgeler bulunuyordu. Bunlar Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun önüne konuldu ve tutum belirlenmesi istendi.
Türkiye tarafından yapılan açıklamalar dikkate alındığında öncelikli olarak ön plana çıkan birkaç madde bulunuyor. Başta Adana-İncirlik hava üssü olmak üzere askeri üslerin ABD merkezli koalisyon güçlerine açılması, sınır güvenliğinin daha üst düzeyde sağlanması, bugüne kadar verilen askeri ve lojistik desteğin kesilmesi ve içte IŞİD merkezli radikal İslamcı örgütlere yönelik operasyonların yapılmasıdır. Söz konusu maddelere bakıldığında ABD için pek bir önemi bulunmuyor. ABD’nin İncirlik üssünü kullanmasıyla Ürdün’deki askeri üsleri kullanması arasında pek ciddi bir fark bulunmuyor. Tel Abyad’ın PYD’nin denetimine geçmesiyle İslamcı örgütlere verilen askeri ve lojistik destek önemli oranda kırıldı. Türkiye için etkili olabilecek tek seçenek, içte IŞİD’e yönelik operasyonlar yapmasıdır. Buna yönelik bazı biçimsel adımlar atması da işin esasını çözmüyor. Çünkü sorun IŞİD değil, El Kaide ve El-Nusra gibi örgütlere yönelik çok kapsamlı önlemlerin alınmasıdır. Böylesi bir durum henüz söz konusu değil.
ABD merkezli küresel koalisyon güçleri, YPG-YPJ merkezli Kürt askeri güçleriyle kurdukları ittifak sonucu; ŞİD merkezli İslamcı örgütlere karşı önemli bir başarılar elde ediyor. Bu bakımdan sanıldığı gibi Türkiye’nin politik ve askeri gücüne ciddi bir ihtiyaçları bulunmuyor. ABD bakımından esas olan Türkiye’nin Pentangon’un eksen ülke statüsünden çıkamayacağını, tek taraflı bağımlılık ilişkisinin devam ettirilmesi ve istenildiği zaman Türkiye’nin iç dengelerine müdahale edebileceğini göstermekti. Bölgesel ilişkilerde etkisizleşen AKP, kendisine yeniden bir rol verilmesi için bir bakıma ABD’nin dikte ettirdiği talepleri kabul ederek, politikalarında bazı değişikliklere gidebileceğini göstermeye çalışıyor. Aksi takdirde Türkiye’nin IŞİD ile işbirliğini ortaya koyan belgeler uluslararası alanda yayınlanmaya başlanacağı biliniyor.
Türkiye’nin IŞİD’e yönelik operasyonlara başlamasına karşılık PYD’nin artan politik rolünün sınırlanması, YPG/YPJ’nin artan askeri gücünün engellenmesi ve Türk askeri güçlerinin Rojava topraklarına girerek 110 km uzunluğunda en azında 20 km derinliğinde olası bir tampon bölge oluşturulması önerisi kabul görmedi. AKP iktidarının ileri sürdüğü bu taleplerin YPG/YPJ tarafından bir savaş gerekçesi olarak görülmesi nedeniyle ABD bu önerilerin kabul edilmeyeceğini Ankara’ya çok net bir şekilde aktarıldı.
Bugünkü veriler dikkate alındığında ABD’ye boyun eğmeye başlayan Türkiye’nin bölgesel stratejisinde henüz gözle görülür net bir değişiklik göze çarpmıyor. Halen kendi çıkarlarına uygun belirlediği politikaları uygulamak için kendisine yeni alanlar yaratmak istiyor. Bir başka ifadeyle kurtlarla dansa tutuşmaktan vazgeçmiyor.
Türkiye, bütünüyle başarısız kaldığı Rojava politikasını umutsuzca devam ettirmek için özellikle iç politikada yeni manevralara yöneldi. AKP iktidarı, kamuoyuna kendi politik inisiyatifiyle hareket ettiği imajını vermeye özel bir önem veriyor. ABD askeri üsleri IŞİD’e karşı henüz kullanmadan, hükümetin IŞİD ve PKK’ye yönelik hava saldırılarına başlamasının birkaç gerekçesi bulunuyor.
Birincisi, Türkiye’nin yeniden savaş politikalarına yönelmesi esasen bütünüyle çöken Suriye ve Irak politikasını gizleme çabasıdır. Ayrıca ‘milli’ saldırı dedikleri askeri operasyonlar esasen ABD tarafından dikte ettirilen kararların içeriğini gizlemeye yönelik bir planın parçasıdır. Halen bağımsız bir güç olarak kendi iradesiyle hareket ettiğini yansıtma çabası, iç kamuoyunu etkilemeye yöneliktir.
İkincisi, IŞİD’e karşı politikasını değiştireceğine dair ABD’ye söz veren, dahası Petangon’un talimatlarına uyacağını deklare eden AKP hükümeti, IŞİD’e yönelik yaptığı askeri operasyon biçimseldir ve aldatmaya yöneliktir. IŞİD’in Rojava’da politik ve askeri kriz oluşturmaya devam etmesi, Türkiye’nin çıkarlarıyla uyumludur. Bu bakımdan IŞİD mevzileri vuruldu operasyonlarının sonuç alıcı bir değeri bulunmuyor. Sınır bölgesi olan Cerablus’da IŞİD askeri güçleri sınırın sıfır noktasında konumlanmasına, Türk askerleriyle diyalog halinde olmalarına rağmen IŞİD mevzilerine bir iki füzenin fırlatılmasının askeri ve politik bir karşılığı bulunmuyor.
Üçüncüsü, Türkiye’nin askeri hedefi YPG/YPJ olduğu biliniyor. Hem Rojava’da hem de Suriye’de dengeleri belirleyecek olan PYD, Türkiye’nin öncelikli olarak yok etmek istediği siyasal bir güçtür. Ancak PYD’nin politik, toplumsal ve askeri olarak tasfiyesi mümkün olmadığı gibi ABD merkezli küresel güçler PYD’ye saldırılmasına izin vermiyor/vermez. Bu bakımdan PYD’yi terörist gören AKP hükümeti, IŞİD’e saldırı havasına girerken, PYD’ye saldıramaması, iç politik dengelerde, kendi toplumsal tabanında ve radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkilerinde ciddi bir sıkıntı ve güvensizlik oluşacaktır. PYD’ye karış pratik bir adım atamayan devlet, PKK’ye saldırarak dengeleme politikası oluşturdu. Bu bakımdan PKK’ye yönelik başlatılan aktif savaş doğrudan PYD’ye yöneliktir. IŞİD mevzilerine yönelik bir kez hava saldırısı yaptığını iddia eden AKP hükümeti, PKK denetiminde olan Medya Savunma Alanlarını ise çok yoğun bir şekilde bombalıyor. Bu bakımdan MGK tarafından başlatılan savaşın merkezinde IŞİD bulunmuyor, Kürt politik hareketi ve askeri güçleri bulunuyor. PYD ile PKK adasındaki ilişki dikkate alındığında Kandil’e yönelik saldırının ABD onayı ile gerçekleştiğini söylemek epeyce zordur.
Dördüncüsü, AKP, Kürtlere karşı başlattığı topyekûn savaşı iç politikada güç olmanın bir aracı haline getirmek istiyor. 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi başaramadığı bu politikasını, yeni süreçte etkin kılmak için bütün olanaklarını kullanıyor. Bugün oluşan politik boşluk ve kiriz nedeniyle fiilen bir sivil darbe süreci yaşanıyor. Polis ve askeri merkezli operasyonlarla farklı toplumsal dinamikler üzerinde korku politikası egemen kılınmak isteniyor.
Peki, AKP iktidarının bu savaş politikası beklenilen etkiyi yaratır mı? 1990’lı yıllarının politik dengeleri artık işlemiyor. Uluslararası ve bölgesel ilişkiler AKP’nin lehine değildir. Yeniden gündemleştirilen aktif savaş, iç politikada beklenilen sonucu elde etmesi de oldukça zor görünüyor.
AKP, bu sürecin kaybedeni olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.