AKP’nin iç iktidar savaşı tahmin edilenden çok daha derinleşerek gelişiyor. Bu savaş sadece iç politikada değil aynı zamanda uluslararası ilişkiler bakımından da önemlidir. AKP’nin iç savaşı küresel güçlerin Türkiye yönelimini belirlemede de bir etken olacak gibi görünüyor. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Davutoğlu’nun da başbakan olması AKP’de yeni bir sürecin başlangıcı olarak görüldü. Öyle ki Erdoğan’ın kararı olmaksızın […]
AKP’nin iç iktidar savaşı tahmin edilenden çok daha derinleşerek gelişiyor. Bu savaş sadece iç politikada değil aynı zamanda uluslararası ilişkiler bakımından da önemlidir. AKP’nin iç savaşı küresel güçlerin Türkiye yönelimini belirlemede de bir etken olacak gibi görünüyor.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı, Davutoğlu’nun da başbakan olması AKP’de yeni bir sürecin başlangıcı olarak görüldü. Öyle ki Erdoğan’ın kararı olmaksızın Davutoğlu’nun başbakan olamayacağı gerçeğinden yola çıkarak Özal-Akbulut ilişkisine benzer bir sürecin oluşacağı tahmin edildi.
Erdoğan sadece bir cumhurbaşkanı olarak değil aynı zamanda bir başbakan ve AKP Genel Başkanı olarak iç politikadaki etkinliğini sürdürmeye devam ediyor. Ak Saray’da Bakanlar Kurulunu toplayarak Davutoğlu’nu sadece bir bakan olarak gördüğünü kamuoyuna yansıtmaya çalışıyor. Başkanlık sistemi dışında hiç bir alternatife açık olmadığını sürekli dile getirerek, AKP’nin seçim politikasının ana eksenini belirliyor.
Davutoğlu da, Erdoğan ile uyumlu bir görüntü çizerek kendi planını uygulamaya yöneldi. Böylelikle Özal’ın Akbulut’u olmayacağını hissettirmeye başladı. Ak Saray’da yalnızlaşan ve hükümeti ancak dolaylı ve elçilerle denetlemeye çalışan Erdoğan, AKP Kongrelerindeki etkisinin kırılmaya başlandığını görerek daha aktif bir şekilde müdahale etme kararı aldı.
Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki iktidar savaşı tahmin edilenden erken başladı denebilir. Başbakan, 7 Haziran seçimlerinden sonra gücünü pekiştirmek için kendisine yakın insanları milletvekili adayı olarak gösterme kararı alması bir tesadüf olmayıp, hem AKP’deki dengeleri değiştirmek, hem de seçimler sonrasında ülkenin iç politikasını yeniden belirlemek için hazırlanan projenin bir parçasıdır. Bu gelişmelerden ciddi bir şekilde rahatsız olmaya başlayan cumhurbaşkanı, sadece politik geleceğini değil aynı zamanda ailesinin geleceğini de ciddi bir riskle karşı karşıya olacağını düşünerek, Davutoğlu’nun yapmak istediği hamleleri etkisizleştirmek yöneldi, sahip olduğu bütün otoriter gücünü ve olanakları kullanmaya başladı.
Bu bakımdan politikanın yeni yetmesi Davutoğlu ile kurdu sayılan Erdoğan arasındaki rekabet farklı alanlarda artarak devam edecek gibi görünüyor. Başbakan hamlelerini dolaylı ve sessiz, cumhurbaşkanı ise tersine açık ve aleni gerçekleştiriyor. Özellikle son iki haftadır iktidar partisindeki olağan üstü gelişmeler, hem AKP’nin, hem de Türkiye’nin iç dengelerini etkileyecek gibi görünüyor. Bugün çatışmanın merkezinde bulunan Erdem Başçı, Babacan, Akdoğan, Fidan ve Gül’ün alacağı tutum Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki rekabetin sonucu belirleyecek gibi görünüyor.
Birincisi, Erdoğan’ın ‘faizlerin indirilmesine ilişkin Merkez Başkanı Erdem Başçı ile Ekonomiden Sorumlu Babacan’a yönelik ‘ihanet’ düzeyindeki eleştirilerine karşın Davutoğlu tersine ekonomi kurmaylarını çok açık olarak destekledi. ABD’de küresel sermayenin aktörleriyle görüşen Davutoğlu, gelişmekte olan ve olası etkilerinin tahmin edilenden çok daha ağır olacağını gördü. Seçimlere kadar artma eğilimi içerisinde olan kriz faturasının kendisine çıkartılmaması için ekonomik alanda alınması gereken kararların, Ak Saray’ın değil kendisi tarafından verileceğini belirterek bir bakıma yeni bir inisiyatif aldı.
Dolardaki kontrolsüz artıştan sorumlu tutulan ve uluslararası sermaye kurumları tarafından çok ciddi olarak eleştirilen cumhurbaşkanı da, Davutoğlu’nun hamlelerini boşa çıkartmak için daha önce ‘hain’ ilan ettiği Başçı ve Babacan ile görüşecek ve bir bakıma ‘barış’ mesajı verecektir. Küresel sermayenin desteğine sahip Başçı ve Babacan’ın politik tercih aynı zamanda AKP içerisindeki güç ilişkilerini etkileyecektir. Olası bir ekonomik krizin faturasının küresel sermaye tarafından kendisine kesileceğini gören Erdoğan, bu nokta bir adım önde olan Davutoğlu’na karşı bazı hamleler yaparak denge kurmak istiyor. Ekonomik krizin toplumun günlük yaşamında çok daha belirgin hissedilmeye başlanması, AKP”nin oylarındaki nispi düşüşü hızlandıracaktır. Böylesi bir durum bütünlüklü olarak iktidar dengelerini ciddi oranda değiştirecek ve özellikle Erdoğan’ın politik planlarını bütünüyle alt üst edecektir.
İkincisi, Gül’e yönelik izlenen politikada ciddi bir değişikliğin gündeme gelmiş olmasıdır. Erdoğan, cemaate yönelik kararlı bir mücadele yürütmediğini düşündüğü için bütünüyle sildiği ve AKP’ye dönüşüne kesinlikle izin vermediği Gül’e yönelik etkisizleştirme politikasını yeniden gözden geçirmek zorunda kaldığı anlaşılıyor. Öyle ki Gül, iç ve bölgesel politikalara ilişkin yaptığı açıklamalarla Erdoğan’dan çok Davutoğlu’na yakın olduğu bilindiği halde milletvekilliği için dolaylı olarak davet edilmesinin politik arka planı önemlidir. Bunun bir kaç nedeni olmakla birlikte, Erdoğan öncelikli olarak, etrafında oluşturulmaya çalışılan çemberi kırmak için yeni ataklara yöneldi. Kader birliği yaptığı ve sonra da sildiği Gül’ün dönüşü, parti için dengeleri de yeniden belirleyecektir. Üçüncü dönem nedeniyle en yakın arkadaşlarının parlamento dışı kalmasından oldukça kaygılanan cumhurbaşkanı, Gül ile ilişkilerini yeniden dengeleyerek ilerlemek istiyor. Olası Gül-Davutoğlu ittifakını engellemek için çok daha ciddi tavizler verecek gibi görünüyor. Henüz karar vermemiş olan Gül’ün üstleneceği görev ne olursa olsun, Erdoğan’ın yaklaşımı hiçbir şekilde eskisi gibi olmayacak ve arka plan pazarlıkları tahmin edilenden çok daha derin olacaktır.
Gül’ün davet edilmesinin bir başka önemli nedeni de, AKP oylarındaki gerilemenin devam etmiş olmasıdır. Özellikle HDP’nin barajı aşması durumunda, Erdoğan’ın belirlediği bütün politik planlar alt üst olacaktır. AB politikaları bakımından daha tutarlı bir profil çizen Gül, hem liberallerle ilişkileri yeniden düzenleyebilir, hem de cemaat çatışmasına bir denge getirebilir. Bütün bu olası durumlar Gül’ün elini güçlendiren önemli birer faktördür. Hesaplı hareket eden Gül, güç ilişkilerindeki rolünü belirlemeden ve geleceğe ilişkin politik pozisyonundan emin olmadan aday olmayacaktır. Bu nedenle Gül üzerindeki hesaplar, hem Davutoğlu-Erdoğan rekabetini, hem de Türkiye’nin nasıl dizayn edileceğini etkileyen bir faktör olacaktır.
Üçüncüsü ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın pozisyonudur. Hakan Fidan Erdoğan’a rağmen Davutoğlu’nun desteğiyle MİT Müsteşarlığından istifa ederek AKP’den milletvekili aday adayı oldu. Fidan’ın adaylık kararı, sadece Türkiye’nin iç politikasında değil aynı zamanda uluslararası alanda da ciddi bir etki yarattı. Aday adaylıktan çekilmesi ve yeniden MİT Müsteşarlık görevine dönmesi de ‘adaylık’ ilanından çok daha fazla bir yankı uyandırdı. Peki kısa bir sürede neden tamamen birbirine zıt bir karar değişikliği gündeme geldi?
Fidan’ın MİT gibi devletin stratejik kurumunun başından biri olarak istifa edip AKP’den aday adayı olması, sıradan alınmış bir karar değildi. Fidan, Milletvekilliği isteğini önce Erdoğan’a sonra da Davutoğlu’na iletti. Erdoğan, bu talebe kesinlikle karşı çıktı ve “MİT sıradan bir kurum değildir. Devletin en önemli kurumudur. Devletin milli istihbarat teşkilatı zayıfsa, o devletin ayakta kalması mümkün değildir. Şimdi biz onu böyle bir göreve getirdik. Getiren de benim. Madem öyle, ayrılırken de, eğer müsaade edilmiyorsa orada kalması ve ayrılmaması gerekirdi. Dolayısıyla tabii ki kırgınım” açıklamasıyla kamuoyuna duyurdu. Davutoğlu ise tersine Fidan’ın adaylığından son derece memnun olduğunu belirterek ortak açıklamayla duyurdu. Bu durum aynı zamanda hem AKP içerisinde, hem de 7 Haziran sonrasında olası hükümetin oluşumundaki yeni ittifakın ilk mesajı olarak algılandı.
Erdoğan, sır küpüm dediği ve arkadaşı olarak gördüğü Fidan’ın istifasını ailesine ve özellikle kendi şahsına yapılmış bir ‘ihanet’ olarak değerlendirdi. Gülen cemaatiyle mücadeleyi bütün politik gelişimlerin önüne çıkartan Erdoğan’ın etrafında güvendiği insan sayısı son derece sınırlıdır. MİT”in yüzlerce üst düzey kadrosu olmasına rağmen, güvendiği tek bir kişi yok. Erdoğan’ın sorunu MİT devletin verdiği görevleri yerine getirip getirmemesi değildir, esasen kendisini güvenceye almasıdır.
Erdoğan, devletin bütün kurumlarında ve onların başındaki bürokratlardan, kendi danışmanlarından, yakın akrabalarından, AK Sarayda kendisine bağlı görünen bürokratlardan şüpheleniyor. Her an zehirlenebileceği kaygısıyla yemeklerini, içeceklerini 24 saat kontrol altında tutan bir cumhurbaşkanının devletin stratejik kurumlarına güvenmemesinin politik yansıması ve psikolojik etkisi tahmin edilenden çok daha derindir.
Erdoğan’ın esas sorunu ABD ve İngiltere tarafından da desteklenme olasılığı yüksek olan Davutoğlu-Fidan ittifakını engellemektir. Bu ittifakın oluşması durumunda, seçimlerde AKP’nin başarı düzeyi ne olursa olsun her şekilde Erdoğan karşısında güçlü bir ittifakın oluşacağını gösteriyor. Böyle güçlü bir ittifaka Akdoğan’ın da dahil olması iktidar gücünün bütün dengelerini değiştirecek düzeyde olacağı hemen herkesin kabul ettiği bir durum. Erdoğan, hem politik, hem de ailesinin geleceğini teslim ettiği ‘sır küpü’ Fidan’ı kaybetmesi, politik geleceğine çok büyük bir darbe vuracağını biliyor. Bu nedenle Fidan’ı kaybetmemek için her yolu denedi. Ayrıca Erdoğan, kendisine ait bütün sırları bilen Fidan’ı yeniden kazanması demek, söz konusu ittifakın daha ilk adımında dinamitlenmesi ve işlevsizleştirilmesi anlamına geleciğini biliyor.
Peki Erdoğan’ın bütün ısrarına rağmen aday olan ve bir bakıma köprüleri atan Fidan neden çark etti? Ya da Erdoğan, Fidan’ı nasıl ikna edebildi?
Erdoğan ile Fidan’ın Umre ziyaretinde bir araya gelmiş olmaları da tesadüf olmayıp önceden planlanmıştı. Umre’de görüşme planı Fidan’ın değil Erdoğan’ındır. Erdoğan ile Fidan arasında geçen görüşmenin içeriği bütünüyle bilinmemesine rağmen ön plana çıkan bazı noktalar var:
– Davutoğlu’nun geçici olduğu ve AKP içerisinde gerekli desteği sağlayamayacağı uyarısını yaptı.
– Cemaat ile mücadelenin stratejik önemine dikkat çekti. Erdoğan kendisi kadar Fidan’ın da cemaatin hedefinde olduğunu vurguladı. Fidan da, bu gerçeğinin farkında olduğunu söyledi.
– Erdoğan kendisinin tasfiye edilmesi durumunda, Fidan’ın zaten tasfiye edileceğine dikkat çekti. Sanıldığı gibi kendisini koruyamayacağını vurguladı.
– Sırların karşılıklı bilindiğini, kendi sırlarının deşifre edilmesi durumunda aynı durumun Fidan içinde geçerli olacağını belirtti.
– Fidan-Davutoğlu ittifakının başarısız kalacağını, AKP içinde olası politik kaosun cemaatin çıkarlarına hizmet edeceğini ve bunun kendileri için ciddi bir tehlike olacağına dikkat çekti.
– Gül’ün politik dengelerde yeniden yer alabileceğini ve bunun Fidan’ın konumunda ciddi bir kaymaya yol açacağına ve bir başka ifadeyle Fidan’ın başbakan olma şansı olmadığını çok açık olarak belirtti.
– Başkanlık sistemine geçiş koşulları oluştuğunda, MİT’in çok büyük bir rol üstleneceğini ve tıpkı CİA gibi konumlandırılacağını, bunun bütün bakanlıkların üstünde bir role sahip olacağını, bu görevin sadece kendisinin (Fidan’ın) başarabileceğini belirtti.
Yapılan görüşmede sıraladığımız bazı alt başlıklar, Fidan’ın kararını yeniden gözden geçirmesine ve adaylıktan geri çekilmesinde oldukça etkili oldu.
Arınç’ın “Sayın Başbakanımız Hakan Fidan’ı tekrar MİT Müsteşarı olarak görevlendirmiştir. Yakında görevine başlayacaktır” açıklamasının hiç bir önemi yoktur. MİT’teki görevinin başına dönmesine karar veren tek kişi cumhurbaşkanıdır. Fidan nasıl ki Erdoğan’a rağmen MİT Müsteşarlığından istifa ederek AKP partiden aday olmuşsa, bu kez tersten Davutoğlu’na rağmen adaylığını geri çekti.
Vazgeçilmezler arasında yer alan Fidan’ın bu karar; hem Erdoğan-Davutoğlu rekabetine yeni bir boyut kazandıracaktır, hem de partili cumhurbaşkanı gibi partili MİT Müsteşarı sürecini başlatmış oldu. Bunun sistem iç dengelerinde oluşturacağı sorunları ve riski birlikte göreceğiz.
AKP’de iç çatışma, bazen sessiz, bazen açık ama devam edecektir. Düğümü de 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkacak tablo çözecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.