Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin iç denklemi hem de uluslararası ve bölgesel ilişkiler bakımından yeni bir dönemi ifade ediyor. Seçim sonuçlarının ortaya çıkarttığı tablo, Türkiye toplumunun sosyal yapısındaki değişim bakımından bize bir fikir veriyor. Esasen statükoyu savunan sistemin sürekliliğinden, İslam-Türk sisteminden yana olan Erdoğan ile Türk-İslam sisteminin ideologlarından olan İhsanoğlu’nun yüzde % 90 civarında oy almış olmaları, […]
Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin iç denklemi hem de uluslararası ve bölgesel ilişkiler bakımından yeni bir dönemi ifade ediyor.
Seçim sonuçlarının ortaya çıkarttığı tablo, Türkiye toplumunun sosyal yapısındaki değişim bakımından bize bir fikir veriyor. Esasen statükoyu savunan sistemin sürekliliğinden, İslam-Türk sisteminden yana olan Erdoğan ile Türk-İslam sisteminin ideologlarından olan İhsanoğlu’nun yüzde % 90 civarında oy almış olmaları, tersine sistemdeki değişimi esas alan Demirtaş’ın ise %10 oy almış olması, toplumun sosyo-politik bakış açısını ortaya koyuyor. Politik analizlerde matamatiksel hesaplar, ciddi yanılgılara yol açabilir. Bu bakımdan yüzde hesapları tek başına ele alıp bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Ancak bu veriler, Türkiye toplumunun sosyo-politik durumu hakkında bize bir fikir sunuyor. Özellikle son 10 yılın verilerine bakıldığında İslamcılaşan bir toplum gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. İslamcılaşan toplumun sosyal, kültürel ve yaşam tarzında kalıcı bir değişimin olacağı ve bunun da gelecekte radikal İslamcı hareketler bakımından ciddi bir toplumsal taban oluşturacağı ve dahası oluşturduğunu görmek gerekiyor.
Demirtaş istenilen düzeyde çok güçlü bir seçim kampanyası yürütememekle birlikte, ortaya koymuş olduğu politikaların ve perspektiflerin toplum içerisinde karşılığını bulabileceğini gösterdi. Toplumun farklı katmanlarına yönelik gerçekçi politikaların oluşturulması ve bunları gündelik yaşama uyarlayabilecek güçlü örgütlerin ve kadroların olması dahilinde çok daha ciddi sonuçların alınabileceğini ortaya koydu. Bu bakımdan ilk iki adaydan farklı olarak, toplumsal değişimi esas alan ve ezilenlerin sorunlarına vurgu yapan Demirtaş’ın % 10 almış olması, toplumsal değişime dair önemli bir dinamiğin olduğunu ortaya koydu.
Dikkat çeken bir başka nokta yaklaşık % 27 civarında oy kullanmayan bir kitlenin seçim sonuçlarını bütünüyle değiştirebilecek bir düzeyde olmasıdır. Türkiye’de yapılan seçimlerde % 10-15 arasında bir oy kullanmayan bir kitle bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde ise bu oranın yüksek olması, ekonomik fakörlerden ve politik tepkilerden kaynaklandığı ortaya çıkıyor. Özellikle Kürt kökenli 3 milyona yakın mevsimlik işçi ailesinin ekonomik nedenlerden dolayı başka şehirlerde oldukları için oy kullanamadıkları tahmin ediliyor. Diğer bir faktör ise özellikle CHP tabanının önemli bir bölümünü oluşturan Alevi toplumunun gösterilen adaya tepki duyarak oy kullanmamasıdır. Çok küçük bir kısmı da, sistemin politikalarına bütünüyle karşı oldukları için oy kullanmadılar.
Adayların bireysel başarılarından çok, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ortaya çıkardığı iç politik tablonun bir kaç noktadan analiz edilmesi, önümüzdeki sürecin hangi yöne doğru evrileceğine dair bize bir fikir verecektir.
Seçim boyunca hiç bir varlık gösteremeyen ve hatta yok hükmünde sayılan İhsanoğlu gibi bir adayın varlığı, böylesi bir sonucu doğurdu denebilir. Türkiye’de seçimlerin canlılığını sağlayan partilerin aktif olması ve adayların bir bakıma karizmatik yapılarıdır. İhsanoğlu’nun sistem için önemli biri olması, onun politik olarak karizmatik olacağı ve toplumun etkileyip yönlendireceği anlamına gelmiyor. İki partinin belediye seçimlerinde almış oldukları oy oranı % 43, İhsanoğlu’nun almış olduğu oy ise % 38 olarak gerçekleşti. İki partinin oylarını üst üste koyup kazanma hesapları yapanların politikada ne kadar yanıldıklarını ortaya koydu.
MHP ve CHP’nin ortak adayı olan İhsanoğlu’nun beklenilenden daha düşük bir oy almış olması bu iki partide de bir kirize yol açacaktır. MHP, İnsanoğlunu desteklemekle birlikte, aktif bir politika yürütmedi ve MHP hemen hiç bir bölgede seçim çalışmalarına katılmadı. Yapılan anketlerde oy kullanan MHP’lilerin yüzde 64’ünün Erdoğan’a oy verdikleri anlaşıldı. Buna rağmen MHP’deki ortaya çıkacak bir kriz ciddi bir iç değişime yol açmaz ve Bahçeli’ye alternatif daha güçlü bir liderin çıkması da son derece zordur.
İhsanoğlu’na aktif desteği sunan ve seçim çalışması yürüten CHP’de iç kriz çok daha ciddi olacaktır. Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduğundan beri, CHP’yi Demirel’in eski Adalet Partisi’nin ‘orta sağ çizgisine’ çekerek güç olmaya çalışan bir siyaset izliyor. Ancak bu politikanın tutmadığı, son beş seçimde görüldü ve tersine CHP çok daha fazla güç kaybetmeye başladı. İhsanoğlu’nu cumhurbaşkanlığına CHP içinde ciddi bir tepki ve itirazlar olmasına rağmen Kılıçdaroğlu’nun baskısı ve inisiyatifiyle aday gösterildi. Bu bakımdan İhsanoğlu’nun başarısızlığı esasen CHP’nin ve Genel Başkanın başarısızlığıdır
CHP içerisinde iç çatışma ve rekabet çok daha fazla ön plana çıkacaktır. CHP’de sessiz bir bekleyiş sürdüren ulusalcı-Kemalist kanadın, hem CHP içinde, hem de dışında bazı arayışlara yönelmeleri yüksek bir olasılıktır. Arka planda çatışmaları örgütlemekte uzman olan Baykal ve çeresindeki ekip, ‘erken kurultay’ istemini gündeme getirebilir. Bu bakımdan 2015 Genel Seçimleri önçesinde özellikle CHP içerisinde büyük süprizler yaşanabilir.
CHP kendi içerisinde kriz üretmekle ün yapmış bir parti olarak tarihe geçti. Ancak, hiç bir politik ve toplumsal işlevi kalmamış ‘orta sağ’ sevdasından vazgeçerse, sürekli kriz yaratan yeni faşist hareketi temsil eden ‘ulusalcı-statükocu’ kanadı tasfiye ederse, Türkiye’nin politik gerçeğine uygun politikalar üretirse, Kürtlerle barışmayı esas alan bir pratik çizgi geliştirirse, Alevilerin toplumsal taleplerini gündemleştirme siyaseti izlerse, Müslüman toplumun sosyal taleplerine destek verirse, devletçi geleneği terk edip ‘sosyal-demokrat’ bir çizgiye yönelirse, 2015 genel seçimlerinde çok daha önemli başarılar elde edebilir. Bugünkü mevcut politikada ısrar ederse bir kaç yıl içinde bütün misyonunu tamamlamış olur.
Hiç kuşkusuz ki, bu seçimin en başarılı adayı Demirtaş’tır. Almış olduğu oy, Türkiye’nin iç toplumsal dinamiklerine dair önemli bir umut ışığı oldu. Toplumun farklı eğilimlerine yönelik, özellikle Batı’da ezilen ve sömürülen kitlelerin somut taleplerine yönelik politikalar geliştirilirse, elit-tanınmış yöneticiler tabakasından çıkıp halkla bütünleşen kadrolar ve yönetimler oluşturulursa, alt yapısı güçlü örgütlülükler yaratılırsa sonuç almanın çok daha kolay olduğu Demirtaş örneğinden görüldü.
Demirtaş’ın almış olduğu oylar, sisteme muhalif olan toplumsal hareketin geliştirilmesi bakımından son derece önemlidir. Türkiye’nin hemen her bölgesinde oy almış olması, demokratik-devrimci muhalefeti birleştirmek açısından da önemli bir olanak yarattı denebilir, Ancak, Demirtaş’a gelen oyların önemli bir kısmının ‘tepki’ oyları olduğu da unutulmamalıdır. Özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi illerde geleneksel olarak CHP’ye oy veren Aleviler, ‘Türk-İslamcı’ bir adaya oy vermek istemediklerini sıklıkla dile getirdiler. Alevilerin önemli bir kısmı ya oy kullanmadı, ya da Kürt Alevilerinde olduğu gibi oylarını Demirtaş’a verdiler. Kılıçdaroğlu’nun memleketi Dersim’deki seçim sonuçları, Kürt Alevilerinin genel eğilimini yansıtması bakımından somut bir örnektir.
Bu düzeyde kitlesel bir yönelimin olması, hiç şüphesiz ki umut verici ve önemli bir başarıdır ancak mutlak değildir. Tepki oylarının kalıcılaşmasını sağlayacak olan ise HDP’nin önümüzdeki süreçte izleyeceği politikalara bağlıdır. Bugünkü konjektürel olarak ortaya çıkan tablo dikkatle incelendiğinde, Alevilerin oy potansiyelinin, politik dengeleri değiştirebilecek bir düzeyde olduğu görüldü. Bu bakımdan Demirtaş şahsında HDP’ye akan ve %10 bandına yükselmesinde önemli bir etkisi olan Alevlerin, sosyal birgüç olarak kabul görmesi ve taleplerinin mutlak bir şekilde çok yönlü sahiplenilmesi bir bakıma zorunlu hale gelmiştir. Aksi taktirde bugün tepki oyları yarın yeniden CHP’ye yönelebilir.
Seçimin galibi olarak görülen Erdoğan, yenilgi sürecine girmiş bulunuyor. Erdoğan’ın ilk turda seçilmiş olması onun güçlülüğünü değil, MHP ve CHP’nin izlemiş olduğu yanlış politikalardan kaynaklandığı verileriyle ortaya çıktı. Erdoğan’ın ilk turda seçilmesi bir süprizdir ve kamuoyuna yansıtıldığı gibi büyük bir başarı değildir.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması politik bakımdan neyi işaret ediyor:
Birincisi, Erdoğan Sunni ve milliyetçi çizgiyi temsil eden bir politika izledi. Devletin geleneksel çizgisine bağlı olacağını balkon konuşmasında sıklıkla vurguladı. Barış sürecini tek bir kez diline almadı ama devletin varlık nedeni olarak gösterilen ‘tek dil, tek millet, tek bayrak, tek devlet’ vurgusuna dört kez dikkat çekti. İkincisi, Türkiye’nin sistem içi değişimi bir bakıma zorunlu hale gelmiş bulunuyor, Ancak politik koşullar oluşturulmadan Erdoğan sanıldığı gibi anayasada belirtilmiş yetkilerin dışına çıkarak fiili bir durum yaratamaz. Başkanlık veya yarı başkanlık sistemini uygulamak için Erdoğan kendisinden beklenilen kabadayılığı yapamayacaktır. Üçüncüsü Özal-Akbulut örneğine benzer bir başbakan atayarak AKP’yi ve oluşturulacak olan ‘yeni’ hükümeti doğrudan yönetmeye çalışacaktır. Böylesi bir durum Gül-Arınç-Erdoğan denkleminin bütünüyle bozulması anlamına geldiği gibi AKP’nin fiilen bölünmesinin ilk adımı bizzat Erdoğan tarafından atılmış olacaktır. Olağanüstü Kongre kararı almış olması da, hem partiyi kendisine göre dizayn etmesi, hem de Gül-Arınç ekibini etkisizleştirmesi anlamına gelmektedir. Gül’ün AKP’de bütünüyle etkisizleştirilmesi veya tasfiye edilmesi, uluslararası ve bölgesel güçlerin sadece Erdoğan değil aynı zamanda AKP algısını bütünüyle değişecektir. Çünkü hem küresel sermaye, hem de İstanbul sermayesi ve Gülen Cemaati Gül’ü başbakan olarak görmek istiyor. Dördüncüsü, Erdoğan iç politikadaki gücünü kullanarak AKP’nin gelecek yıldaki seçimlerde başarılı çıkmasını sağlayarak, en azından yarı-başkanlık sistemini zorlamaya çalışacaktır. Ancak, hiç bir şey Erdoğan’ın dizayn etmek istediği gibi gitmeyecektir ve iç politikada tahmin edemediği çok daha kapsamlı sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. Beşincisi, Erdoğan’ın uluslararası vizyonu bütünüyle bitmiş durumdadır. Öyle ki Obama’nın Erdoğan’a tebrik mesajı göndermiş olması, büyük bir sevinçle karşılandı. Ancak ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, başkent Washington’da düzenlediği basın toplantısında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) raporuna dayandırarak ‘seçimlerde adaylar arasındaki rekabetin eşit koşullarda geçmediğini’ belirtmesi de sıradan bir söylem olmayıp ABD’nin politik eğilimini yansıtıyor. Erdoğan, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde tahmin edilenden çok daha fazla zorlanacaktır ve izlediği politikaları devam ettirdiği taktirde izole edilmiş bir cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya sıkışıp kalacaktır. Bu bakımdan, uluslararası ve bölgesel ilişkilerden önemli oranda soyutlanmış olan Erdoğan, geleceğini garantilemek için iç politikadaki aktif pozisyonunu korumak istiyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın kazanması, politik istikrarı değil tersine istikrarsızlığı çok daha fazla derinleştirecek gibi görünüyor. Türkiye’nin siyasal rejimi kendi krizini aşmakta zorlanacaktır. Hem sistem içi güç ilişkileri, hemde uluslararası ilişkiler bakımından çok kapsamlı sorunlar bulunuyor ve bunların merkezinde Erdoğan bulunuyor. Bu bakımdan Erdoğan’ın politik geleceğine dair somut bir yorum yapmak oldukça zordur.
Bugünkü politik tabloya bakıldığında, toplumun gerçek muhalif güçleri bakımından çok ciddi sorunların bulunduğunu görmek gerekir. Ancak Demirtaş örneğinde olduğu gibi ezilen ve sömürülen kesimlerinin örgütlendirilmesi ve toplumsal bir güce dönüştürülmesinin çok ciddi olanakları ortaya çıktı.
Toplumun ilerici-demokratik-devrimci güçleri, toplumun sosyal, politik ve ekonomik sorunlarını hedefleyen projeler geliştirirlerse ve buna uygun kollektif örgütlenme modelleri yaşama geçirmeyi başarırlarsa, tahmin edilenden çok daha fazla başarılı sonuçlar elde edebilirler.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.