Filistin ve Kürdistan sorununu çözemeyen bir Ortadoğu, hiçbir şekilde politik istikrara kavuşamaz Ortadoğu’daki politik ilişkiler ve dengeler neredeyse günlük olarak değişiyor. Kürt ve Filistin sorunu bölgedeki bütün stratejik ilişkileri belirliyor. Bu iki ulusun politik ve sosyal taleplerini esas alan bir çözüm ortaya konulmadığı sürece, Ortadoğu bölgesinin istikrara kavuşması söz konusu olamaz. Filistin’de İsrail’in, Irak’ta ve […]
Filistin ve Kürdistan sorununu çözemeyen bir Ortadoğu, hiçbir şekilde politik istikrara kavuşamaz
Ortadoğu’daki politik ilişkiler ve dengeler neredeyse günlük olarak değişiyor. Kürt ve Filistin sorunu bölgedeki bütün stratejik ilişkileri belirliyor. Bu iki ulusun politik ve sosyal taleplerini esas alan bir çözüm ortaya konulmadığı sürece, Ortadoğu bölgesinin istikrara kavuşması söz konusu olamaz. Filistin’de İsrail’in, Irak’ta ve Suriye’de IŞİD’in gerçekleştirdiği saldırıların, farklı cephelerde birbirini tamamlayan eylemler olarak ortaya çıkmaları bir tesadüf olmayıp bölgesel kaosu derinleştiren stratejinin birer parçaları olarak ön plana çıkıyor.
Ortadoğu’da politik ilişkilerin merkezinde bulunan Filistin sorunu, yaklaşık 60 yıldır özellikle enerji kaynakları elinde tutan Körfez ülkeleri tarafından politik çıkarlar için kullanıldı. ABD ve İngiltere’nin baskısı ve Arap ülklerinin yönlendirmesiyle Arafat merkezli Filistin yönetimi, İsrail ile masaya oturtuldu. Devlet olmamak koşuluyla ‘özerkliğin’ kabulü karşılığında, Filistin topraklarının yaklaşık olarak % 65’i İsrail devletine bırakıldı. Yapılan anlaşma gereği, Filistin yönetimi, topraklarının çok önemli bir kısmından vazgeçmeyi kabullendi ve Filistin toprakları fiilen ‘adacıklara’ bölündü. Uluslararası güçlerin baskısıyla Arap devletlerinin tamamı İsrail’in devlet olarak varlığını tanıdı. Çözüm adına yürütülen diplomatik faaliyetlerle Filistin sorunu bölge devletlerinin stratejik çıkarlarına feda edildi. Bir bakıma çözümsüzlük, temel bir politika olarak benimsendi.
2000 yılında kurulan Filistin Barış Koalisyonu’nun (PPC) başkanlığını yürüten Nidal Fuqaha, İsrail’in Filistin’de başlattığı katliamı kast ederek şöyle diyor: “Neden bu katliam yapılıyor? Neden siviller bombalanıyor? Acilen bir insani ateşkes yapılmalı. Gazze’nin İsrail dışında yalnızca Mısır’a sınırı var ve Mısır bu konuda rol oynayabilecek tek Arap ülkesi… Ama Mısır, Katar, Türkiye, ABD ve İsrail’in kendi ajandaları var. Herkes bu konuda söz sahibi olmak istiyor ama bedeli yalnızca Filistinliler ödüyor. Oysa insani ateşkes bugün bile başlatılmış olabilirdi.”
Politik ilişkiler ve çıkarlar dikkate alındığında Mısır, İsrail’in fiili müttefiki haline geldi. Suudi Arabistan, Kuvveyt, Katar gibi devletler, İsrail ile denge politikasına yöneldiler. Türkiye ise İsrail’in askeri, ekonomik ve politik stratejik ortağı oldu. İslam toplumunu etkilemek için İsrail’e yönelik bir kısım diplomatik açıklamalar bu gerçeği değiştirmiyor. Körfez devletlerinin Filistin yönetimine yıllık yaptıkları 500 milyon dolarlık yardım, sadece Arap halkları karşısında vicdanlarını aklama çabalarının ötesine geçmeyen ikiyüzlü bir politikadır.
İsrail karşıtı direnişin Ortadoğu’daki politik ve toplumsal gücünü kırmak için Filistin içten parçalandı. İslami bir örgüt olarak ortaya çıkartılan Hamas ile El Fetih çatışması sadece İsrail’in çıkarlarına hizmet etmedi, aynı zamanda Filistin sorununu başlarına bela gören Körfez’in aşiret devletlerinin de işine geldi. Böylelikle özellikle İsrail devletine karşı örgütlenen tek merkezli mücadelenin çok merkezli bir yapıya dönüşmesi, Filistinlerin bölgedeki politik etki gücünü önemli oranda kırdı. Hamas ve El Fetih arasındaki çatışmaların uzun süre devam etmesiyle Filistin yönetimi de bölündü. İki merkez ekseninde bölünme ve çatışma İsrail’in stratejik çıkarlarına hizmet etmekle kalmadı, aynı zamanda El Fetih ve Hamas, uluslararası ve Arap devletlerinin çıkarlarına uyumlu hale getirildi. Böylelikle Filistin sorunu, bizzat Filistinli politik örgütlerin izledikleri yanlış politikalarla bölgede etkisizleştirildi. Çözümsüzlük politikası bir bakıma stratejileştirildi. Politik etkisi kırılmış ve bölgesel dengeleri etkileme şansı olmayan bir Filistin, herkesin işine geldi denebilir.
Bugün İsrail’in Filistin halkına yönelik gerçekleştirdiği katliam özellikle Hamas’ın bütünüyle kontrol altına alınmasına yönelik izlenen çok yönlü politikanın bir parçasıdır. ABD-AB, Katar-Mısır-S.Arabistan ve Türkiye tarafından uygulanmak istenen ‘ateşkes’in politik arka planı, İsrail’in mevcut pozisyonunu Hamas’a kabul ettirmektir. Bu bakımdan Filistin halkının ekonomik, sosyal ve politik taleplerini içeren bir çözümün sözkonusu olmadığı çok açıktır. ABD ve AB’nin esasen İsrail’in izlediği katliamcı politikaları desteklemesi, Filistin sorununu çözmekten yana olmadığını ortaya koyuyor.
Bölge ülkelerinin ‘ateşkes’ talebinin esas amacı da Hamas’a yönelik psikolojik-politik baskının artırılmasıdır. Bu taktik plan, ABD-İsrail ikilisi tarafından belirlenen bir politikadır. Hamas birkaç çelişkiyle karşı karşıya bırakılmak isteniyor: Birincisi, İsrail’in belirlediği şartları Hamas’a kabul ettirerek, yapılan katliamlara meşruyet kazandırmak. İkincisi, Hamas’ın İsrail’in varlığını kabul etmesi ve tanımasını sağlatmak, Üçüncüsü, söz konusu ‘ateşkes’ şartlarını kabul etmediği takdirde Hamas’ın bölgesel ilişkilerde izole edilmesine zemin hazırlatmak.
Bölgesel krizin derinleşmesine yol açan İsrail saldırısı sadece Filistin-İsrail çatışması olmayıp çok daha kapsamlı bir stratejinin bir parçasıdır. IŞİD’in Irak’ta Musul’u işgal ederek Rojava’da Kobani bölgesine saldırımasıyla, İsrail’in Filistin bölgesine saldırması arasında bir paralellik bulunuyor. İsrail ile IŞİD’in ortak buluşma noktası; bölgede politik ve toplumsal kaos yaratarak etkili bir güç olmaya çalışmalarıdır. İsrail bunu devletsel bir güç olarak yaparken, IŞİD ise Türkiye, Katar gibi ülkelerin yardımıyla bunu sağlamaya çalışıyor. İsrail, Filistinlilere yönelik nerdeyse toplu katliam yaparak, bölgesel krizi derinleştiriyor. IŞİD ise Kürtlere yönelik çok yönlü saldırılara yönelerek, politik kaousun coğrafik alanını geliştirmek istiyor. IŞİD özellikle Kürt coğrafyasını istikrarsızlaştırarak bölgesel değişimde Kürtlerin rol almasını engellemeye çalışıyor. Bu bakımdan İsrail’in Filistinlilere, IŞİD’in Kürtlere yönelik saldırıları bölgesel denklemin yeniden şekilendirilmesinin önemli bir halkası olarak görüldüğü çok açıktır.
Bir başka yazının konusu olmakla birlikte dikkat çekmek istediğim önemli bir nokta var: Küresel ve bölgesel güçlerin Filistin ve Kürt algısı çok farklı olduğu için, iki halkın yaşadığı sorunlarına yönelik izlenen politikalar da önemli oranda farklılaşıyor. İsrail ile Filistin arasında ortaya çıkan sorunların ‘çözümüne’ ilişkin gösterilen uluslararası ve bölgesel duyarlılığın, Kürt sorunun çözümünde gösterilmediği de çok açıktır. Birleşmiş Milletler’in doğrudan müdahil olmaya başladığı İsrail-Filistin sorununun çözümüne ilişkin ‘diplomatik’ çabaların yüzde biri Kürt sorununun çözümünde gösterilmiyor. Bunun politik arka planında Kürdistan meselesi, bölgedeki bütün ilişkileri doğrudan etkileyecek ve söz konusu devletlerin haritalarını yeniden çizilmesine yol açabilecek çok daha kapsamlı ve karmaşık bir sorundur. Bugünkü siyasal dengeler içerisinde küresel güçlerin bölgesel çıkarlarına ters düşen böylesi bir değişime kimsenin henüz hazır olmadığı çok açıktır.
Filistin ve Kürdistan sorununu çözemeyen bir Ortadoğu, hiçbir şekilde politik istikrara kavuşamaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.