Tayyip Erdoğan panikte… Zor zamanlar için elde tuttuğu büyük kozlarını aceleyle devreye sokuyor. Ancak zorda kaldıkça sarılacağı “muhafazakar-demokrat” dallara tutunuyor. Sokaklar boş kalmıyor, kalmayacak.Yerel seçim yaklaşırken sokağı bırakın sandığa gelin diyen AKP de bu gerçekle yüzleşecek.
Gezi’deki cinayetlerin, Uludere’nin, Reyhanlı’nın, Sivas’ın, kadın düşmanlığının, yağmanın, yalanın, gaspın, işbirlikçiliğin, mezhepçiliğin, savaş kışkırtıcılığının hesabı “emri ben verdim” diyen başta olmak üzere bütün AKP iktidarından sorulacak
Tayyip Erdoğan panikte… Zor zamanlar için elde tuttuğu büyük kozlarını aceleyle devreye sokuyor. Ancak zorda kaldıkça sarılacağı “muhafazakar-demokrat” dallara tutunuyor. Kendi as kadrosunu terse yatırmak pahasına provokatif çıkışlar yapıyor. Gezi’den beri izlediği kutuplaştırma siyasetini bir an olsun terk etmiyor.
Dışta ve içte düşmanlarla kuşatıldığı hissiyatıyla davranan, daha doğrusu artık “dışarı”nın işine yaramadığı gibi içerde de sarsıcı bir toplumsal itirazla ve sorgulamayla karşı karşıya olan Tayyip Erdoğan’ın iktidarını korumak için sergilediği atakları izliyoruz. Ancak bu çizgi savunduğu iktidarı kırılganlaştırıyor da.
Marmaray: Her şey Tayyip’in emrini yerine getirmek için
Marmaray, Cumhuriyet’in kuruluşunun 90. yıldönümünde büyük bir AKP kutlaması olarak tasarlanan tören eşliğinde açıldı. Tayyip’in emrini yerine getiren Ulaştırma Bakanlığı Altyapı Yatırımları Genel Müdürü Metin Tahan, derin bir nefes aldı. Zira, parmağını kesip kanıyla imza atmıştı, proje 29 Ekim’e yetişmeseydi ekip olarak köprüden atlayacaklardı. Ama Marmaray daha ilk günden teklemeye başladı. Seferler aksadı, trenler durdu, duraklar ve kapılar açılmadı, merdivenler yürümedi, yolcular deniz altında yürüyüş yaptı. Marmaray’ın gerekli testler yapılmadan erken açıldığını ve felakete davetiye çıkarıldığını söyleyen mühendisler ve mühendis odaları haklı çıkmıştı. Sorumluluğunu gizlemeye çalışan AKP ise TCDD yöneticileri ve medyanın trajikomik çabaları eşliğinde yolcuları, sosyal medyayı ve elbette “Gezicileri” suçladı.
Marmaray vakası, kendi eliyle kendi sonunu hazırlayan güçlü tek adam yönetimlerinin ölümcül zaafının iyi bir yansıması. İktidarın bütün unsurları emri altında oldukları tek adamı memnun etmek, onun emirlerini yerine getirmek için seferber oluyor. “Beyefendi”nin emri karşısında aklın, bilimin, kamusal faydanın bir hükmü olmuyor. Marmaray ilk günden rezalete dönüşmüş, Pamukova’da 41 kişinin yaşamını yitirdiği hızlı tren kazasını akıllara getirerek yeni facialara kapı aralanmış… Önemi yok, Erdoğan’ın emri yerine getirildi, Tahan huzurlu. Ancak yerel seçimlere beş ay kala, hele de İstanbul halkının trafik ve ulaşım konusundaki hoşnutsuzluğu tırmanırken böylesi iddialı bir projeyi bu kadar kusurlu bir şekilde başlatmak o kadar da önemsiz olmasa gerek.
Mecliste türban kimin emri, dinin mi Tayyip’in mi?
Marmaray açılışından iki gün sonra, 31 Ekim’de Meclis’e türbanla giriş hamlesi yapıldı. “Kapanan” kadın vekillerin bahanesi hacca gitmiş olmaları, Erdoğan’ın açıklaması ise türbanın “dinin emri” olmasıydı. Oysa kadın vekiller daha önce de hacca gitmiş, “dinin emri” yine Erdoğan’ın inancına göre Ekim 2013’te değil 1400 yıl kadar önce gelmişti. Gerçekte olan, AKP’nin 11 yıldır hem iktidar dengeleri açısından elverişli hem de büyük bir iç tahkimat ve saflaştırma ihtiyacının hasıl olacağı koşullar için beklettiği önemli bir kozun nihayet kullanılmasıydı. Meclis dışında da başı açık olan kadın vekillerin bu kararındaki esas belirleyici emir, Tayyip Erdoğan’dandı. MHP’nin koltuk değnekliği, BDP’nin özellikle kadın özgürlük mücadelesi açısından endişe verici desteği ve CHP’nin ricat taktiği ile “türban” meselesi de hallolundu.
BDP ve HDP’yi temsilen Buldan ve Tuncel’in 4 kadın vekilin türban takmasını kadın “özgürlük” mücadelesinin kazanımı olarak tanımlaması ise en hafif deyimiyle talihsizliktir. Dinci gericilikle beslenen ataerkinin sembollerinden biri ve siyasal bir simge olarak türbanın kadın özgürlüğü ile nasıl bir ilişkisi olabilir! Buldan ve Tuncel’in tutumu AKP’nin gerici kuşatmasını yaşamlarının her anında hisseden, Tuncel ve Buldan’la birlikte sokakta mücadele eden kadınları değil sadece AKP’yi memnun etti. CHP’nin ricat taktiği ise AKP’ye muhalefeti sıkıştıracak bir saflaşma şansı tanımamış olmakla birlikte, dinci gericiliğin daha ileri adımlar için cesaret kazandığı bir mevzi kazanması da CHP tarafından kabullenilmiştir.
Birileri türbanın bir “kadın özgürlüğü” meselesi olduğu masallarını sayıklayadursun, AKP bunu topluma yönelik gerici dayatmalarını ilerletmede bir dayanak olarak değerlendirmekte, “dinin emri”ni devlet yönetiminde bir kriter olarak kullanmaktadır. Bir sonraki adım bir hafta geçmeden, Tayyip Erdoğan’ın öğrenci evlerinin kızlı-erkekli kullanımının denetlenmesi için valiliklere ve emniyet müdürlüklerine talimat vermesiyle gelmiştir. Halk AKP’yi durdurmadıkça bu emirlerin devamı gelecektir…
AKP-Hizbulkontra ittifakı
Kürt sorununda sürecin sonuna gelen ve sürekli Kandil’in sert eleştiri ve çatışmayı yeniden başlatma tehditleriyle karşı karşıya olan Erdoğan, 25 Ekim’de Hüda Par yöneticileriyle bir araya geldi. 1990’ların kirli savaş döneminde kontrgerillanın Kürt hareketine karşı kullandığı Hizbullah (Hizbulkontra) tarafından kurulan Hüda Par, İslami eksenli siyaset yürüttüğü Kürt illerinde AKP ile fiili işbirliği içinde. 25 Ekim görüşmesinin üzerinden henüz bir hafta geçmişken Batman’da Hüda Parlıların BDP’li bir genci öldürmesi, gizlenmeyen AKP-Hizbullah işbirliğinin hedef, kapsam ve sonuçlarına ilişkin önemli bir uyarı oldu. Son bir yılda üniversitelerde Hizbullah saldırılarına maruz kalan, Rojava’da AKP-Hizbulkontra bağlantılı cihatçıların saldırılarıyla karşı karşıya olan Kürt hareketi de görüşme ile cinayet arasında bir bağ olduğuna işaret etti.
Gökçek’ten memnun ve Gökçek’e mahkum
Erdoğan Kürt illerinde Hizbullah’a, Ankara’da da Gökçek’e sarılıyor. Bir önceki seçimde sonuncu kez diye aday olan Melih Gökçek, en kirli ve saldırgan siyaseti kendisinin izleyeceğini ispat ederek yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi adaylığında Erdoğan’ın desteğini şimdilik garantilemiş görünüyor. Gezi’de Erdoğan’ın ve polisin en sıkı savunucusu olarak sergilediği saldırgan tavrı, Erdoğan’a övgüler dizdiği “usta” belgeselleri, ODTÜ baskını ile büyük performans sergileyen Gökçek, AKP içindeki mızırdanmalara karşın sıkı sıkıya sahipleniliyor. Büyük tepki çeken ODTÜ baskınının ardından, “Gökçek ilelebet kalıcı değil” diyen Hüseyin Çelik’in bir gün sonra “u dönüşü” yaparak Gökçek’i çok başarılı bulduğunu ve onunla birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğunu ifade etmek zorunda kalması bu duruma işaret. Ne var ki AKP’nin bu zor zamanda vazgeçemediği Gökçek, Çelik şahsında AKP’yi pişman edecek büyük bir potansiyel barındırıyor. Çelik’in övgülerinden iki gün sonra üzerindeki bir öğrenciyle birlikte çöken ODTÜ yolu, Gökçek’in başarısı… Ama asıl “başarı” ODTÜ yolunda henüz son sözünü söylememiş olan üniversitelilerin ve Ankaralıların devam eden isyanıyla açığa çıkacak.
İktidarı Marmaray’la türban gibi büyük kozlarını aceleyle oynamaya, El Kaide’den Hizbullah ve Gökçek’e uzanan müttefikleri ile saf tutmaya, gericiliği ve toplumsal saflaşmayı tırmandırmaya iten şey artık toplumsal meşruiyetini ve egemen güçler açısından işlevselliğini yitirmiş olmasıdır. Dış politikadaki iflas, Kürt sorunundaki tıkanma ve kırılgan bir ekonomiyle ülkeyi idare etmeye çalışırken Gezi’nin yarattığı yeni toplumsal-politik düzlem hem iktidara hem egemenlere hem sistem içi muhalefete hem de sistem karşıtı muhalefete bir mesaj verdi. Özel olarak Tayyip Erdoğan büyük bir meşruiyet yitimi yaşıyor ve halk sokakta AKP’nin dayatmalarına meydan okuyor.
ABD, Tayyip’le ilişkilerini sorgularken
Egemenlerin bir bölümü yeni bir düzen içi alternatif arıyor, iktidar blokunun diğer unsurları ve düzen içi muhalefet alternatif olmaya çalışıyor. Mayıs ayındaki üst düzey ziyaretinde Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’ye eli boş ve dış politikasını düzeltme ödeviyle gönderen ABD, bu arada hükümetin El Kaide ilişkisinin sürdüğünü, Gezi İsyanı’nın patlak verdiğini, Kürt sorununda sürecin tıkandığını gördü ve ekimde AKP’nin El Kaide ile iç içe mevcut dış politikası ve Erdoğan’ın mezhepçi otoriter yönelimi nedeniyle umutsuz bir vakaya dönüşmekte olduğunu, ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini yeniden düzenlemesi gerektiğini vurgulayan “Türkiye ile ilişkileri yeniden düzenlemek” başlıklı Abramowitz-Edelman raporunu yayımladı.
Raporun önemini ABD’nin siyasi tercihleri konusunda şaşmaz bir “öngörüsü” olan Cengiz Çandar açıklıyor: “Eğer, AKP, ‘Washington’ın bana bakış açısı beni ırgalamaz. Ben, bu dünyada istediğim şekilde cirit atarım’ diye bir düşünceye kapılmamışsa, iktidara gelmelerinde ve iktidarlarını sürdürmelerinde ABD’nin Türkiye politikasının bayağı esaslı bir payı olduğu kanısındaysalar; söz konusu raporu ciddiye almak durumunda. Eğer, iktidara gelmelerini ve iktidarlarını sürdürmelerini sadece Türkiye’deki ‘sandık’ zannediyorlar ve Washington’daki ‘Beyaz Saray unsuru’nu dışlıyorlarsa somut ve kronolojik olarak kendilerine hatırlatacağımız şeyler olur.”
CHP ısındırılıyor, Gül parlatılıyor
Aynı dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD Büyükelçiliğine özel olarak davet edilip, CHP’ye bir ABD ziyareti ayarlanması dikkat çekti. Bu hamleler CHP’den egemenler için bir alternatif, değilse bile daha güçlü bir muhalefet yaratmaya yönelik bir girişim olarak değerlendirilebilir. Hatta Mustafa Sarıgül’ün parti içinden gelen tüm itirazlara karşın CHP’ye dönüşü ve İstanbul adaylığı da egemen sınıf tercihlerine uygun ve AKP’yi sıkıştırabilecek bir CHP yaratma beklentileriyle örtüşmektedir. Diğer yandan son olarak Guardian’da Cumhurbaşkanlığı’na yine aday olmasının ihtimal dahilinde olduğunu söyleyen Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’ı dengeleyecek bir figür olarak öne çıkartılmak istenmektedir.
#direnişçi
Tayyip Erdoğan ise hem AKP’nin hem de sermayenin kaderini kendi kaderine bağlayarak iktidarını sağlama almaya çalışıyor. İşçilerin kıdem tazminatının gaspını öngören düzenleme tam da bu koşullarda sermayeye bir mesaj niteliği taşıyor. Ancak bu mesaj bir yandan da emek hareketinden ciddi bir itiraz görmüş durumda. “#direnişçi” diyerek, kıdem tazminatını kırmızı çizgi ilan eden DİSK işçi havzalarında binlerce işçinin katıldığı yürüyüşler düzenliyor ve etkin bir kampanya yürütüyor. DİSK ayrıca emekçi kadınların güvencelerini tehdit eden kadın istihdam paketine karşı da bütün kadın örgütlerini (TMMOB ve TKP hariç) bir araya getiren Kadın Emeği Platformu’nun kuruluşuna öncülük etti ve Platform ilk etkinlik olarak “AKP’nin Kadın İstihdam Paketi Kime Müjde?” başlıklı ses getiren bir forum düzenledi. Bu, AKP’nin saldırıları karşısında geleneksel örgütlü güçlerin de doğru bir çizgi izlemeleri halinde güçlü bir yanıt alabildiklerini ortaya koyan önemli, umut veren bir deneyim olmuştur. Burada bu mücadelenin dışında kalanların da bir özeleştiri yapması gerekmektedir. Özellikle de kadın mühendisleri özel olarak ilgilendiren bir düzenleme karşısında TMMOB’yi bu ortak mücadelenin dışında tutma tercihini kullananların. (Bu tercih Mehmet Soğancı’nın olmasın!)
Üniversiteleri AKP’ye ve polisine dar eden gençlik hareketi de ODTÜ direnişi, “AKP’siz bir hafta” etkinlikleri ve kitlesel 6 Kasım çıkışları ile direnişin en dinamik ve umut veren odağı olmayı sürdürüyor.
Ve Gezi… Ne yapsa olmuyor, her yerde karşısına çıkıyor, dilinden düşürmüyor. Bir yandan Gezi İsyanı’nın gerçek içeriğini, etkisini karartmaya ve unutturmaya çalışırken, bir yandan da “Geziciler” diye bütün kötülükleri kapsayan bir düşman imgesi üzerine kurduğu söylemle saflaştırma siyasetini sürdürüyor. Ama her gittiği yerde karşısında direnişçileri bulduğu için, bir yandan kendi tabanını tahkim eden kutuplaştırıcı “Gezi” anti- propagandası yaparken bir yandan da yenemediği karşıtını sürekli sayıkladığı bir çaresizlik hali yaratıyor. Gezi’de 6 ölüm 10 binin üzerinde yaralanmaya yol açan polis şiddeti için “emri ben verdim” diyen Erdoğan, tetikçilerine sahip çıkıyor. Katil polisler korunuyor, mahkemeler usulen bile yargılama yapmıyor, halkın tepkisi nedeniyle davalar farklı kentlere kaçırılıyor.
Sandık siyasetinin ve ulusalcılığın kifayetsizliği
Sokaklar Haziran İsyanı’nın yarattığı yeni toplumsal-politik düzlemin belirleyiciliğinde mücadeleye devam ederken, toplumsal muhalefet bileşenleri bu yeni düzlemeye ayak uydurup uyduramama testinden geçiyor. Haziran İsyanı’nda halk AKP iktidarına karşı sokakta militan ve yüzü ileriye dönük bir mücadelede birleşti ve sokakta etkin bir siyasal özne haline gelebildiğini gördü. Şimdi de AKP’nin saldırılarının karşısında dikiliyor ve hesap soruyor. Bu isyanın açığa çıkardığı siyasi düzlem bütün toplumsal muhalefet gündemlerini etkisi altına aldığı gibi doğası gereği sandık siyasetiyle kavranamıyor, bir dönemin Cumhuriyet mitinglerinde zirve yapan ulusalcı eğilimleri beslemiyor.
İsyan’a mesafeli tutumu Kandil tarafından bile eleştirilen HDP’nin kendini Gezi’nin partisi ilan etmesi yakışıksız, TKP’nin Kadıköy’de düzenlediği 29 Ekim mitingi kendi siyasi geleceği açısından vahim olduğu kadar iddiasına kıyasla başarısız kalıyor. Parlamentarizmi, ulusalcılığı ve pasifizmi aşmakta olan yeni şarkıya eski ayak uymuyor.
Kadıköy’deki Alevi mitingi de muhalefetin yeni gelişim seyri açısından önemli veriler açığa çıkardı. 2009’daki büyük çıkışın ardından, bu kez daha geniş bir örgütsel bir araya geliş yakalayan Alevi hareketi, taleplerinde ve AKP karşıtı muhalefette ısrarını sürdürürken “Gezi ruhu” ile bütünleşme çabasını da sergiliyordu. Miting AKP güdümündeki Cem Vakfı dışındaki bütün Alevi örgütlerini bir araya getirdi. Yine de bu kez 2009’daki gibi bir sıçramanın yaşanmadığını söylemek gerekiyor.
Sokaklar boş kalmayacak
Haziran İsyanı yer yer dinme ve sönümlenme izlenimi verse de kimse rehavete kapılmamalı. ODTÜ-100. Yıl direnişi, Kadıköy’de İstanbul forumlarının örgütlediği kitlesel ODTÜ ile dayanışma eylemi hareketin en dingin anda yeniden kitlesel militan çıkışlar yapabileceğini ortaya koydu. Forumlar muhalefetin diğer gündemleri ile bütünleşme yeteneğini geliştirirken, emek hareketindeki, gençlik hareketindeki çıkışlar hareketin ilerletilmesi açısından önemli olanaklar sunuyor. Sokaklar boş kalmıyor, kalmayacak. Sandığa sıkıştırılamayacak olan bu mücadele iktidarından muhalefetine sandığı da etkisi altına alacak.
Sorulacak hesabımız var
Çünkü bu iktidardan sorulacak hesabımız var. Gezi’deki cinayetlerin, Uludere’nin, Reyhanlı’nın, Sivas’ın, kadın düşmanlığının, yağmanın, yalanın, gaspın, işbirlikçiliğin, mezhepçiliğin, savaş kışkırtıcılığının hesabı “emri ben verdim” diyen başta olmak üzere bütün AKP iktidarından sorulacak. İkitelli ve Sarıyer’de seçim çalışması yapmaya çalışan AKP’lilerin karşısında yitirdiklerimizin resimleriyle dikilip, hiçbir şey olmamış gibi seçim çalışması yapamazsınız diye hesap soran forumlar / direnişçiler örnek alınacak önemli bir deneyim ortaya koydular. Yerel seçim yaklaşırken sokağı bırakın sandığa gelin diyen AKP de bu gerçekle yüzleşecek.
Sokak, AKP’nin peşini bırakmayacak!l
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.