İktidar sosyolojik bir kategori olarak anlaşılmaması gereken bir kavramdır. Bu kavramı sadece kategorik bir ayrım olarak ele almak gerçeği anlamakla mesafe oluşturacak bir tutum olur. Siyasetin içindeki bir konum olan iktidar, yaptıkları ve vaat ettikleri ile var olan ve temel niteliğini buradan doğru anlayabileceğimiz bir varlıktır. Türkiye’deki AKP özelinde somutlaşan iktidar, kapitalizmin bütün inceliklerini en iyi […]
İktidar sosyolojik bir kategori olarak anlaşılmaması gereken bir kavramdır. Bu kavramı sadece kategorik bir ayrım olarak ele almak gerçeği anlamakla mesafe oluşturacak bir tutum olur. Siyasetin içindeki bir konum olan iktidar, yaptıkları ve vaat ettikleri ile var olan ve temel niteliğini buradan doğru anlayabileceğimiz bir varlıktır. Türkiye’deki AKP özelinde somutlaşan iktidar, kapitalizmin bütün inceliklerini en iyi biçimde işletme, uygulama becerisini haiz bir iktidar olduğunu her gün ispat etmeye devam etmektedir. İki yıldır dersanelerle ilgili söylenenlere dikkat edildiğinde, AKP’nin ülkeyi yönetme biçiminin hangi saiklerle oluştuğunu görebiliriz.
Toplum nezdinde inançsal biçimde hep kötü görülen bir dersaneciliğin olduğunu söyleyebiliriz. Bunun temel nedenlerinden birinin insanların doğal bir hakkı olan eğitimin meta olarak sunulması olduğu muhakkak. İnsanların, üniversiteye girmenin bir ticari bedel karşılığı olmasını hazmedemediği bir gerçektir. Tam da burada AKP politik bir imkanı yakaladığını fark etmiş ve asıl olanın üstünü örtme becerisini bir kez daha göstermiştir. Dersanelerin kapatılacağını söylemek bu ülkede önemli bir heyecan ve algı yaratabilecek bir söylemdir. Bu algıyı canlı tutmak, sanki dersaneyi yaratan sisteme karşıymış gibi sunmak AKP oyunculuğunun değişmez repliği haline gelmiştir. Yapılacak icraatlarda, sadece konuşma ve çarpıtma becerisine sahip bir başbakanın olduğu ülkede söylemin esas noktasını bakanlarının konuşmalarında ve geçirilen yasaların satır aralarında bulabiliyoruz. Örneğin, siyasi iktidarın edepli medyası TRT’de bir programa katılan Ömer Dinçer, sınıf mevcutlarının insani düzeye gelebilmesi için 180 bin dersliğe ihtiyaç olduğunu bir tespit olarak ortaya koyarken, büyük bir edep sınırı içinde “bunun nasıl yapılacağı” şeklinde sorulan soruya dersaneleri özel okul yapmayı çözümlerden biri olarak sunarak cevaplamıştır. Bu cevap eğitimin metalaşma sürecini tamamlayacak net bir uygulamadır. Dolayısıyla derdin halkı dersane ‘garabetinden’ kurtarmak değil, devleti kamusal hakları karşılayan bir kurum olmaktan çıkarma ve sermayeye karlı bir alan tahsis etme olduğu çok açıktır. Burada önemli bir nokta da şu sorunun sorulmamasıdır. 5000 civarında olan dersane kurumunun sadece 260 tanesi mevcut özel okul kriterine uygunken bu alana böyle bir çağrının neden yapıldığı hususudur. Cevap açıkça kendisini bu alanın öğretim biçimi ve çalışanları istihdam biçiminde yatmaktadır. Dersaneler sınav odaklı eğitim sisteminde vazgeçilmez bir hal aldıktan sonra gölge olma vasfını yitirmiş ve neoliberal eğitimin uygulanabilirliği konusunda iktidarlar için çok önemli bir laboratuvar işlevi görmüştür. 50 bin kayıtlı öğretmenin olduğu bu alanda, öğretmenlerin kapitalist mantıkla nasıl çalıştırılabileceğinin harika örneklerini dersanecilik sistemi göstermiştir. Devletin memurların çalışma biçimiyle ilgili fazla gördüğü hakları elinden alma niyetinde olduğu yıllarca açık olan bir durumdur. (Devletteki öğretmenlerin ücretleri ile girdikleri ders saatinin orantısız olduğu yolunda geliştirilen ve maalesef toplumun birçok kesiminde haklı görülen “devlet öğretmeni yatar” söylemini hatırlayalım.) Bu durum karşısında bir kez bile dersanede çalışan öğretmenlerin sorunlarını dinlemeyen, görmeyen iktidarın hangi politikasında niyetinin ne olduğunu anlamak için çok detaylı düşünmeye gerek yoktur. İşsiz öğretmenleri başka işler yapmaya, hakları gasp edilen dersane öğretmenlerine “ne yaparsın özel sektör, beğenmiyorsan çalışma” retoriğini kullanan bir iktidar, halkın çıkarından çok neyin çıkarını düşündüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Bu tespitler sistemin kendi rayonalitesine son derece uygunken irrasyonel olan bu sahada çalışan ücretli kesimin hak bilincinden utandıracak düzeydeki yoksunluğudur. Yıllarca bu alanda birçok iş davasına doğrudan ve dolaylı müdahil olan bir dernek çalışmasının içinde yer alan biri olarak böyle bir serzenişte bulunmayı haklı buluyorum. Bununla ilgili koyduğumuz tespitlerin, birçok eğitim üzerine düşünen gazeteci, akademisyen vb. tarafından dikkate alınmadığını söylemek isterim. (Burada Cumhuriyet Gazetesi’nden Işık Kansu’nun benim bir yazıma atıfta bulunmasını ayrı tutuyorum.)
Dersanelerin kapatılmasıyla ortaya çıkacak durumda şu hususlar önemlidir: Bu alanda çalışan 50 bin öğretmen ne olacak, özel okullaşmayla beraber 3-4 milyar gibi dersane ücretini ödeyemeyen öğrenci velileri minumum 8 milyar olan özel okul ücretlerini nasıl karşılayacaktır. Bakanlığın bunlarla ilgili açıktan ya da dolaylı söylediği tek şey, öğretmenlerin milli eğitime entegre edileceği ve devletin öğrenci başına bir miktar destek fonu sağlayacağıdır. Tam da AKP’ye yakışan bir muğlaklıkla ortaya atılan bu söylemler maalesef toplum nezdinde hemen bir iyimserliği, bir algıyı yaratmaktadır. Çok açık olan bir şey şu ki dersane öğretmenlerinin ciddi bir kesiminin formasyonu olmadığını düşünürsek entegrasyonun sadece kısa sürede formasyon aldırma yollu olacağını söyleyebiliriz. KPSS saçmalığının olduğu bir yerde 300 bin öğretmenin atama beklediği bir zeminde neyin entegrasyonunu yapacağı bizce açık olsa da (işsiz ordusuna entegre edeceği kesin) toplumsal alanda yeterince algılanmadığı bir gerçektir. Yüz binlerce öğrencinin gidecek lise bulamadığı bir durum ortaya çıkmışken bunu gidermeyi özel okula mahkum etme biçiminde hükümetçe çözülmeye çalışıldığının görülmediği de maalesef bir gerçektir.
Bu tespitlerin, bu kez bir şeyin olmamasına yönelik bir çabanın ürünü olduğu açıktır. Olmaması gereken, dersane çalışanlarının yaşadıkları sürece imgelerindeki öğretmen kabulüyle bakma durumudur. Olması gereken ise işçileştikleri gerçeğiyle yüzleşip haklarını alma pratiğini geliştirmeleridir. Korumalarıdır diyemeyeceğim çünkü korunacak bir hakka sahip olmadığımız bir durumdayız. Öğrenci velilerinin de bu tespitleri dikkate almasını, sistemi bu açıdan da düşünmesi gerektiğini söyleyebilirim sadece. Çünkü bu yazıda sistemin bir analizini sunmak, acil eylem çıkarımları yapmak amacı güdülmemiştir. Sadece dersanelerin üzerinden oluşturulan sanal havanın, o sahanın içinden biri olarak gerçekçi bir değerlendirmeye tabi tutulma gayretidir. Bu yazı bu sürecin gösterdikleri ile ilgili bir giriş niteliğindedir. Burada eğitimin kendisinin yapısal analizlerine girilmediği gibi çok önemli gördüğüm hak mücadelesi pratiğinin biçimine de değinilmemiştir. Bu konuları bir başka yazıda ele alacağımı belirtmek isterim.
* Timurhan Yalçın
Özel Öğretim Kurumları Çalışanları Derneği (ÖZ-DER)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.