“1 Mayıs’ı halk ayaklanması bakımından yeni bir sıçrama eşiği olarak ele almalıyız. Genel olarak adalet ve özgürlük ayaklanmasını ileri taşımak için ama özel olarak da Taksim hedefli 1 Mayıs muharebesinde başarı kazanmak için, devrimci parti ve örgütlerin, mücadeleci ve tutarlı antifaşist ve antişovenist güçler olarak birleşik bir politik merkez kurma doğrultusunda hareket etmeliyiz”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki sıradaki söyleşimiz ESP Eş Genel Başkan Yardımcısı Sezin Uçar ile. Gelişen kitle hareketini egemenler ve ezilenler cephesinden iki yanlı siyasi değerlendirmeyle ele almak gerektiğini söyleyen Uçar, rejimin politik iktidarda seçim yoluyla yapılacak değişikliklere kapalı bir yönetim biçimi olduğunun İBB’ye dönük saldırı ile kanıtlanmış olduğunu söyledi. İşçi ve emekçilerin daha belirgin bir şekilde birkaç yıldır yaşamış oldukları yoksullaşma krizinin bu ayaklanmada önemli bir etken olduğuna değinen Uçar, saldırılar sonucu CHP’yi de aşan bir ayaklanma ile karşı karşıya olunduğunu belirtti.
Son on yılda ağır saldırılara maruz kalan devrimci partilerin, kitle hareketi içerisinde örgütsel ve ideolojik etki alanının sınırlı kalması gerçekliğinin şaşırtıcı olmadığını söyleyen Uçar, bu koşullarda devrimci-demokratik bir hegemonya sahası yaratabilmenin sosyalist partilerin ve mücadeleci sendikaların en temel sorumluluğu olduğunu belirtti. Uçar, Kürt hareketiyle devletin yürüttüğü sürece de değinerek “Çözüm sürecinin baltalanacağı kaygısıyla diplomatik bir bekleyişle halk ayaklanmasının dışında konumlanmak da, meydanlarda Kürt halkının demokratik haklarının savunusundan imtina etmek de doğru bir tutum değildir” dedi.
2025 1 Mayıs’ının 19 Mart sonrası gelişen kitle hareketi bakımından da tarihsel bir eşik olduğunu ifade eden Uçar, “Adalet ve özgürlük ayaklanmasını ileri taşımak için ama özel olarak da Taksim hedefli 1 Mayıs muharebesinde başarı kazanmak için, devrimci parti ve örgütlerin, mücadeleci ve tutarlı antifaşist ve antişovenist güçler olarak birleşik bir politik merkez kurma doğrultusunda hareket etmeliyiz” diyerek Taksim’i işaret etti.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzara nedir?
Öncelikle sosyalist hareketin temsilcileriyle 1 Mayıs’a giderken böyle bir dosya çalışması yapmış olmanızı oldukça önemsiyoruz. Kitle hareketinin gelişimi bakımından en temel eksiklik olarak gördüğümüz; sosyalist ve devrimci bir politik odağı yaratma ihtiyacına cevaz veren bu çalışma için teşekkür ediyoruz.
Adalet ve özgürlük ayaklanmasını yaşadığımız bugünlerde 1 Mayıs’a hazırlanıyoruz. Gelişen kitle hareketini egemenler ve ezilenler cephesinden iki yanlı siyasi değerlendirmeyle ele almak gerektiğini düşünüyoruz. Birincisi işçilerin, emekçilerin, gençlerin ve kadınların adalet ve özgürlük mücadelesi diğeri ise burjuva iki blok arasındaki iktidar mücadelesi. Antifaşist mücadeleyi geliştirmenin zorunluluğu bakımından defalarca ifade etmiş olduğumuz bir husus, faşist şeflik rejiminin seçimler yoluyla gönderilemeyeceği gerçekliğiydi. Rejimin politik iktidarda seçim yoluyla gerçekleşebilecek herhangi bir değişikliğe kapalı bir yönetim biçimi olduğu hususu bir kez daha İBB’ye dönük saldırıyla kanıtlanmış oldu. Erdoğan, 19 Mart tarihinde burjuva muhalefet partisi CHP’nin müstakbel cumhurbaşkanı adayını diskalifiye etmek, CHP yönetimine ve İBB’ye kayyum atamak istedi. Burjuva iktidar ile muhalefet arasındaki çelişki derinleşti. Ezilenler bakımından ise; on 10 yıldır faşist şeflik rejiminin işçiler ve emekçiler üzerindeki baskı ve zulüm politikasına karşı biriken tepkisi ve öfkesi 19 Mart günü Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesi ve akabinde tutuklanmasıyla birlikte patlama noktasına geldi ve bir ayaklanmaya dönüştü. İşçi ve emekçilerin daha belirgin bir şekilde birkaç yıldır yaşamış oldukları yoksullaşma krizi bu ayaklanmada önemli bir etken oldu. Emeklilerin açlık sınırında bir yaşama mahkum edildiği, işçi ücretleri ve sosyal hakların sürekli budandığı; kadınların ataerkil politikalar nedeniyle öldürüldüğü, evlere kapatılmak istendiği; gençlerin arkadaşlarıyla bir kahve içmek, tiyatroya gitmek gibi olanaklarının kalmadığı, her türlü entelektüel gelişimleri için ekonomik imkandan yoksun oldukları, gelecekleri için hayal dahi kuramadıkları ve tüm toplumun büyük bir çaresizliğe itildiği koşullarda onurlu, adil ve özgür bir yaşam özlemi kitlelerin CHP’ye dönük saldırı dolayımıyla ama bu saldırıyı ve bizatihi CHP’yi de aşan bir şekilde ayaklanmaya dönüştü. Bu toplumsal koşullar içerisinde 1 Mayıs’a hazırlanıyoruz.
Sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Halk kitleleri bugün adalet ve özgürlük istiyor. Ancak bugün sokaklardaki kitle henüz Türk burjuva devletinden ideolojik-politik bir kopuşa varmış durumda değil. Devrimci sosyalistlerin de henüz ayaklanan kitle içerisinde öncü bir inisiyatif içerisinde konumlandığını ve dolayısı ile hareket halindeki kitlenin ideolojik dönüşümünü de sağladıklarını söyleyemeyiz. Bu elbette içinden geçtiğimiz son 10 yılda faşist saray rejiminin ağır saldırısına maruz kalan, örgütsel yapıları dağıtılmak istenen devrimci partilerin, kitle hareketi içerisinde politik, örgütsel ve ideolojik etki alanının sınırlı kalması gerçekliği şaşırtıcı değil. Devrimci sosyalist partilerin bu tasfiyecilik yılları boyunca öncülük-önderlik misyonlarında da aşınma olduğunu söylemeliyiz. CHP’nin kitleyi geriye çekiş hamleleri, emekçi solun kimi bölüklerinin de CHP’ye yedeklenmiş olması tabloyu nesnel olarak zorlaştırıyor. CHP’nin halen sandığı, seçimi, Anayasa Mahkemesi’ni işaret ettiği, Bozdağan’da barikatlara yüklenen gençlere temkinlilik çağrısı yaptığı bu koşullarda devrimci-demokratik bir hegemonya sahası yaratabilmek sosyalist partilerin ve mücadeleci sendikaların en temel sorumluluğu. Halklarımızın temel ve acil taleplerine somut yanıtlar üretebilecek, ezilenlerin birleşik mücadelesine öncülük edecek, Kürt ulusal demokratik hareketinin taleplerini de sahiplenebilecek bir politik merkez oluşturmaya ihtiyaç var. Emekçi mahallelerde, işçi havzalarında, üniversite ve liselerde örgütlü ve birleşik bir inisiyatifle, mücadelenin tüm araç ve biçimlerini birbirini bütünleyen tarzda kullanmak, hareketin geneli üzerinde de etkili olacaktır.
Gençlerin üniversitelerden başlattığı ve devam ettirdiği boykotla birlikte yaptığı “Genel grev genel direniş” çağrısını hayatı durduracak bir biçimde örgütleyebilmek de bu politik merkezin sorumluluğunda. Zira mevcut haliyle bunu konfederasyonlardan beklemek politik körlük olur. Elbette konfederasyonların da dahil olmasını sağlayacak, kontak kapatma, kepenk kapatma, ana yolları kapatma biçiminde hayatı durduracak bir genel grev genel direniş çalışmasını örgütlemeliyiz.
Başarmak zorunda olduğumuz bir diğer husus da Türkiye’deki politik özgürlük mücadelesiyle Kürdistan’daki ulusal özgürlük mücadelesini birbirinden ayrı tutmayı stratejik bir öncelik olarak gören sömürgeci faşizmin politikasını boşa çıkarmak. Çözüm sürecinin baltalanacağı kaygısıyla diplomatik bir bekleyişle halk ayaklanmasının dışında konumlanmak da, meydanlarda Kürt halkının demokratik haklarının savunusundan imtina etmek de doğru bir tutum değildir. Bu büyük bir devrimci imkanı heba etmek ve Türk işçi ve emekçilerini şovenizmden koparma fırsatını kaçırmak anlamına gelmektedir.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
2025 1 Mayıs’ı işçiler ve emekçiler bakımından taşıdığı tarihsel ve toplumsal öneminin yanı sıra 19 Mart sonrası gelişen kitle hareketi bakımından da tarihsel bir eşik. Geçtiğimiz 8 Mart ve Newroz’un kitlesel ve coşkulu bir şekilde geçmesinin ardından 19 Mart sonrası adalet ve özgürlük isteyen yüzbinlerin kitlesel bir şekilde 1 Mayıs alanlarına akın edeceğini tahmin etmek zor değil.
1 Mayıs’ı halk ayaklanması bakımından yeni bir sıçrama eşiği olarak ele almalıyız. Ne burjuva solu CHP’nin ne de onun paralelindeki sendikal bürokrasinin insafına ve inisiyatifine bırakabiliriz. Genel olarak adalet ve özgürlük ayaklanmasını ileri taşımak için ama özel olarak da Taksim hedefli 1 Mayıs muharebesinde başarı kazanmak için, devrimci parti ve örgütlerin, mücadeleci ve tutarlı antifaşist ve antişovenist güçler olarak birleşik bir politik merkez kurma doğrultusunda hareket etmeliyiz.
Gezi ayaklanmasının öngünlerinde 2010’lu yıllarda Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs alanı olarak yeniden kazanılması süreci unutulmamalıdır. Taksim Meydanı, yasaklı olmayan yerlerde kitlesel 1 Mayıs kutlanarak kazanılmamıştı. Bizatihi polisin tüm şiddetine rağmen Taksim Meydanı’na girmeye çalışılarak kazanılmıştır. İçinden geçtiğimiz süreçte de artık “kitlesel bir 1 Mayıs” kaygısıyla rejimin müsaade ettiği alanlara meyletmek ideolojik olarak yenilgiye uğratılmıştır. Adalet ve özgürlük için sokaklara çıkan milyonların özlemlerini ve demokratik enerjisini, toplumsal mücadeleyi büyütmek bakımından devrimci bir sıçramaya yöneltmek kaçınılmazdır. Taksim Meydanı hedefli 1 Mayıs, gelişen siyasal ve toplumsal iklimin yeni kitle eşiği olmaya adaydır.