“Newrozlar, başta Saraçhane ve üniversitelerdeki yaşanan dinamik sürecinin enerjisini alanlara taşımak gerekiyor. İşçi sınıfının yaşamış olduğu sorunlar karşısında bir sınıf olarak meydanlarda, fabrikalarda sermaye karşısında gücünü göstereceği bir güne hazırlanmak gerekir”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki ilk söyleşimiz Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan’la. Aslan, halkın ve işçi sınıfının birikmiş sorunlarının üzerine Ekrem İmamoğlu operasyonunun tepkisel bir patlamayı getirdiğini ifade etti. Ortaya çıkan hareketin ana muhalefeti de aştığının altını çizen Aslan, sosyalistlerin bu hareketi örgütlü hale getirmede yeterli olmadığını belirtti.
Aslan, 1 Mayıs’ı bu hareketin dinamiğiyle ve işçi sınıfının acil talepleri etrafında örgütlenmesi gerektiğinin altını çizdi.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Tek adam yönetimi ve Saray rejimine karşı birikmiş bir öfke var. Çünkü başta işçi ve emekçiler olmak üzere, ezilen ve sömürülen herkes yıllardır sermaye iktidarının saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Milyonlarca işçi açlık sınırı altında ücretle yaşamak zorunda kalıyor. Sendikal hak ve özgürlüklere ciddi saldırılar oldu, grevler yasaklandı. Kitlesel iş cinayetleri yaşandı. Doğasını, ormanını korumaya çalışan köylüsüne, çevre örgütlerine göz açtırılmıyor. Kadınlar katlediliyor, üniversitelere, belediyelere kayyım atanıyor, seçme ve seçilme hakkı gasp ediliyor. Emekliye öl deniyor. Okullar adeta tarikat yuvasına dönmüş, öğrenciler MESEM projeleriyle sermayeye köle gibi çalıştırılıyor. Üretici köylü üretemez noktaya getirilmiş, zamlar ve hayat pahalılığı almış başını gidiyor. Sermaye kârlarına kâr katarken, sokakta dilenmek zorunda kalan, pazarlarda artık toplayan, geçinemediği için intihar eden insanların yaşadığı bir ülke haline gelen bir Türkiye.
Siyasallaşmış yargı eliyle gece yarısı operasyonları, en küçük eleştiriye hemen hapis cezalarının yağdığı bir süreç. Ve en son İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploma iptali ve ardından yapılan operasyonla göz altına alınması ve tutuklanması adeta bardağı taşırdı ve ülke genelinde yüzbinlerin ve hatta milyonların CHP’yi aşarak taleplerini dile getirdikleri bir süreci yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Özelikle öğrenci hareketinin dinamik yapısı bu sürecin önemli ayaklarında birisi oldu. Özellikle Birleşik Metal-İş Sendikasını grev yasaklarını yırtıp atması, Antep işçilerinin fiili grev ve direnişleri, yasaklar karşısında aldıkları tutum, geçtiğimiz yaz üretici köylülerin eylemleri, kadın hareketinin 25 Kasım ve 8 Mart’taki kitlesel gösterileri, Zeren Ertaş’ın ölümüyle sonuçlanan asansör cinayeti sonrası günlerce süren yurt eylemleri, yine geçtiğimiz yıl en büyük öğretmen eylemleri, emeklilerin insanca yaşama talebi için yapmış olduğu gösteriler, hem bölgede, hem batıda kayyımlara karşı kitlesel yapılan eylemler vb. hareketin içten içe mayalandığının ve bir çıkış aradığının önemli göstergesi oldu. 31 Mart 2024 yerel seçimlerine bu tepki önemli oranda sandığa yansımıştı. Diploma iptali ve yapılan operasyonlar karşısında patlama yaşandı ve iktidarın tüm yasaklarına karşı sokaklar, meydanlar kitle gösterilerine döndü. Geldiğimiz noktada ana muhalefeti aşan bir noktaya gelmiş bulunuyor.
Eylemlerin ve katılanların nitelikleri ışığında sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Başta İstanbul Saraçhane olmak üzere günlerce çok dinamik ve coşkulu gösteriler oldu. Hiç kuşkusuz bu sürecin en dinamik kesimi üniversite gençliği oldu. Beyazıt’ta toplanan binlerce öğrencinin polis barikatını yararak Saraçhane’ye akması bütün süreci tetikledi ve etkili oldu. Eylemlere ve gösterilere katılanlara bakıldığında içinde her siyasal anlayıştan kesimlerin olduğu, hatta iktidar partisi ve etrafındaki partilerin tabanından katılanların dahi olduğu bir eylemler süreci yaşandı. Biriken sorunlar ve saldırlar karşısında her an yeni patlamaların ve kitlesel gösterilerin olabileceğiniz öngörüyorduk. Ancak, hareket ortaya çıktığında, ne kadar müdahale edip örgütlü hale getirebildiğimiz konusunda henüz yeterli olmadığımız bir kez daha açığa çıktı. Üniversitelerde örgütlü hareketler oldu, oralarda ciddi sonuçlar alındı, süreç boykota kadar vardı, ama toplamı açısında bunu söylemek mümkün değil. Burada kitle hareketinin kendine has özellikleri, örgütlü yapıların harekete yaklaşımı, birbirinden bağımsız hareket etmesi, koordinasyonsuzluk ve benzeri şeyler eklenince hareketi tümüyle yönetmek mümkün olmadı, bundan sonuçlar ve dersler çıkarmak gerekiyor. Bu bütün sol ve sosyalistler açısından durum böyle.
İşçilerin örgütlü kesimlerinin bu protestolara katılması konusunda parti olarak, etkimiz oranında bir gayret içinde olduk. Ancak bunun sınırlı düzeyde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Sendika bürokrasisi üzerindeki iktidar etkisinin, bu eylemlere işçi sendikalarının katılımımı engelleyici bir rol oynadığını ve bizim de çalışmamızın düzeyinin bunu kırmaya yetmediğini ifade etmek gerekiyor.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
2025 1 Mayıs’ı tek adam yönetimi ve Saray rejiminin faşist bir düzeni kurmak sürecinde, buna karşı işçi ve emekçilerin kitlesel cevap vereceği önemli bir dönemeç olacak. Tek adam iktidarı, bir yandan ‘yeri ve millilik’ söylemiyle muhalefeti baskılamaya çalışırken diğer yandan da, Suriye’deki gelişmelerin de gösterdiği gibi, ABD emperyalizme göbekten bağlı bir politika sürdürüyor. 1 Mayıs’ı örgütlerken, iktidarın sahte anti emperyalizminin teşhiri yanında, gerçek ve kalıcı bir barışın, işçi sınıfının mücadelesi, hakların birleşik gücüyle mümkün olabileceği fikrini öne çıkarmak son derece elzemdir.
Newrozlar, başta Saraçhane ve üniversitelerdeki yaşanan dinamik sürecinin enerjisini alanlara taşımak gerekiyor. İşçi sınıfının yaşamış olduğu sorunlar karşısında bir sınıf olarak meydanlarda, fabrikalarda sermaye karşısında gücünü göstereceği bir güne hazırlanmak gerekir. Sendikal bürokrasi ve sınıfın içindeki işbirlikçiler 1 Mayıs’ın içini boşaltmaya, bölmeye ve parçalamaya çalışacaklar. Tek bir merkezde işçileri toplayıp yine sessizce dağıtacaklar. Buna karşı açık bir tutum almak gerekiyor. Türkiye’nin dört bir yanında en kitlesel ve en yaygın bir güne dönüştürmek için başta mücadeleci sendikacılar olmak üzere tüm sol ve sosyalist partiler sorumluluk almalı. Yerel düzeydeki platformlar, birlikler vb. konfederasyon ve sendika farkı gözetmeden bir araya gelerek ortak hareket etmeleri zorunlu hale geldi. Sendika bürokrasinin yasak savmalarına karşı uyanık olmak, işyeri toplantıları, sendika temsilciler kurulları, işyeri komiteleri (1 Mayıs) kurarak işçilerin en geniş şekilde katılacağı mekanizmalar kurarak hazırlanmak gerekir. Burada en acil talepler etrafında bir çalışma olmazsa olmazdır. Bütün ücretlerin yoksulluk sınırı üzerine çıkarılması, barajsız sendika, yasaksız grev ve güvenceli iş talebi, iş cinayetlerinin önlenmesi, seçme ve seçilme hakkının güvence altına alınması, basın ve düşünce özgürlüğü, zamların durdurulması, az kazanandan az çok kazandan çok vergi alınması, adalet ve özgürlük talebi, tüm tutuklu siyasi mahkumların salıverilmesi, savaş politikalarına son verilmesi, Türkiye’de demokrasi, bölgede barış talebinin öne çıkarılması önemli olacaktır.