“Siyasi iktidarın karşısında, kolektif bilincinin farkına varan, dayanışmasını büyüten ve moral üstünlüğü ele geçiren bir kitle haline geliyoruz. İstanbul Üniversitesi’nde gençlerin polis barikatlarını aşarak özgürlük iradesini ortaya koyması, duvarın en altındaki taşı yerinden oynattı. Korku duvarı bir kez yıkıldı ve artık geri dönüş yok”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki sıradaki söyleşimiz Emekçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sanem Deniz Kural ile. Kural 19 Mart’ta başlayan halk isyanına dair farklı toplumsal motivasyonların olduğunu ifade ederek “Mesele dün 3-5 ağaç meselesinden ibaret olmadığı gibi, bugün de 3-5 aday meselesinden ibaret değil” dedi.
Moral üstünlüğün muhalefette olduğunu ifade eden Kural, sosyalist harekete düşenin bu üstünlüğü koruyarak toplumsal kabarışın geri düşmesine izin vermemek olduğunu söyledi. Kural 1 Mayıs’ta milli gelire göre ücret ve demokrasi için erken seçim talepleriyle alanlarda olacaklarını ekledi.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptali, ardından tutuklanması, siyasi iktidarın bu ülkede var olan seçimli işleyişi ayaklar altına alma yolunda attığı en üst hamle olarak karşımızda duruyor. Siyasi iktidar, tüm meşruiyetini seçimlerden aldığını her fırsatta tekrarladı. “Biz buralara halkın teveccühü ile geldik” söylemlerini üretti, seçimlere “demokrasi şöleni” gibi kavramlarla güle oynaya gitti. Ama ne zaman ki halk kendisini seçmemeye başladı, o zaman çözümü otoriter ve baskıcı bir rejimi inşa etmekte gördü. Ortadoğu coğrafyasında seçimlerin işlediği, iktidarın seçimlerle belirlendiği, Batı tipi bir demokrasiye en yakın sayılabilecek ülke olan Türkiye’de, seçimleri boşa düşürme denemelerine başladı.
2015 seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidar olamadığında, bombalar patlatılarak yaratılan korku ortamında seçimlerin tekrarlanması ile başlayan seçimleri yok sayma hamleleri, son üç seçimdir özellikle Kürt halkının seçtiği belediyelere yönelik kayyım politikası ile devam etti. 2019’da da İstanbul’da seçimler tekrarlandığında halk AKP’yi seçmeyerek iradesinin yok sayılmasına cevabını verdi. 2024 yerel seçimlerinde ise artık halkın yarısından fazlasının bu siyasi iktidarı istemediği ayan beyan ortaya çıktı. Bunun üzerine iktidar yine bildiği yollara başvurdu: Karşısında politik mücadele yürüten her kesime yönelik baskıları, antidemokratik uygulamaları, tutuklamaları, yargı eliyle inşa ettiği hukuksuzlukları uygulamaktan geri durmadı. Bugün gelinen nokta, işte bu sürecin sonucudur.
Tüm bu gelişmeler, siyasi iktidarın kaybetme korkusunun arşa çıktığını bir kez daha ortaya koymuştur. İktidarın demokrasi mücadelesi karşısında seçtiği yol bir korku rejimi yaratmaktır. Siyasi iktidarın her alanda ortaya çıkan yönetememe durumunun ve ortaya çıkardığı bu hukuksuzluğun karşısında milyonlar sahneye çıktı. İnşa edilmek istenen bu antidemokratik rejimin karşısında halk meydanlarda toplandı. Tek adam rejiminin karşısında örgütlü demokrasi yolunda olmayı sürdüreceğini ortaya koydu.
Meydanları hıncahınç dolduran İstanbul halkı, siyasi iktidarın en büyük korkusu haline geldi. Rejimin en büyük hedefi, meydanlarda bir araya gelen kalabalıkları en kısa sürede dağıtmak oldu. Eylemlere katılanlar ise farklı düşünce yapılarına, inançlara ve kimliklere sahip olsa da temel hedefte birleşebildiler. Mesele dün 3-5 ağaç meselesinden ibaret olmadığı gibi, bugün de 3-5 aday meselesinden ibaret değildir. Mesele asgari demokratik normlara, seçme ve seçilme hakkına sahip çıkılması ve faşizm tehlikesinin yenilgiye uğratılmasıdır. Ülkenin dört bir yanında meydanlarda farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelmesi, direnişte kendi itirazını kendi yöntemleriyle ifade etmesi, birlikte mücadelenin sürekliliğini sağlayacak olan durumdur.
Eylemlerin ve katılanların nitelikleri ışığında sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Bu süreçte esas dinamizmi gençlik yarattı. İstanbul Üniversitesi’nde barikatları aşarak kararlılığıyla bir çıkış yapan gençlik; geçinemeyen, güvencesiz ve geleceksiz bırakılan bir kuşak olarak direnişin gözüpek öncüsü oldu. Örgütlü sosyalist gençlerin öncülüğünde başlayan bu eylemler, kısa sürede farklı siyasi eğilimlerden binlerce genci buluşturdu ve ortak bir mücadele zemini yarattı.
Eylemlere katılan kitlelerin motivasyonunu, yönelimi çok iyi değerlendirilmeli. Buradaki hegemonya mücadelesinin farkında olmalı ve üstümüze düşen yükü sırtlamalıyız. Fikirlerin birbiriyle açıkça çarpıştığı bu buluşma alanlarında deneyim kazanmak, örgütsüz kesimleri örgütlemek ve mücadelede birlikte yol yürümek görevimizdir.
CHP’ye dönük baskılar onu sürecin çağrıcısı konumuna getirdi. Siyasi iktidarın baskının dozunu böylesine artırdığı bir dönemde, CHP’nin geri adım atacak bir manevra alanı kalmadı. Artık mesele yalnızca CHP’nin baskı görmesi değil, ülkede adil seçim işleyişinin devam edip etmeyeceği düzeyindedir.
Gezi Direnişi’nin üzerinden henüz 12 yıl geçmişken, bugün bir kez daha ülkenin dört bir yanında meydanlar dolup taşıyor. Gezi’nin belleğimizde bıraktığı izler sayesinde, bu iki süreci karşılaştırıyoruz. Atılan sloganlardan eylem biçimlerine, katılan kitlelerin çeşitliliğinden, ortak duygulara kadar benzerlikleri ve farklılıkları görüyoruz. Bu süreçte eylemleri belli bir canlılık düzeyinde tutmak ve sürekli hale getirmek imkanı elimizde.
İktidar baskıyla, şiddetle ve hukuksuzlukla saldırmaya devam etse de bugün toplumsal muhalefet meşruiyetin ve moral üstünlüğün sahibidir. Bize düşen görev, bu toplumsal kabarışın geriye düşmesine izin vermemek, mücadeleyi süreklileştirmek ve kitleselliğini yükseltmektir.
Siyasi iktidarın karşısında, kolektif bilincinin farkına varan, dayanışmasını büyüten ve moral üstünlüğü ele geçiren bir kitle haline geliyoruz. İstanbul Üniversitesi’nde gençlerin polis barikatlarını aşarak özgürlük iradesini ortaya koyması, duvarın en altındaki taşı yerinden oynattı. Korku duvarı bir kez yıkıldı ve artık geri dönüş yok. Cezaevindeki gençlerin mektuplarında kararlılıkla ve direngen bir ruhla dile getirdiği gibi, “Silivri soğuktur” sinizmi tamamen yerle bir edildi. Meydanları, sokakları ve cezaevlerini ısıtan, kolektif mücadelemizin ateşi oldu.
Bu uzun soluklu bir mücadeledir ve kısa sürede sonuçlanmayacaktır. Bizler her gün, her an, hep birlikte, hepimizin ortak dikkati ve mücadelesiyle zafere ulaşacağız. Bu halkın ne kadar çetin ceviz olduğunu, her seferinde yangın ormanlarında yetiştirdiği binlerce fidan olduğunu bir kez daha göstereceğiz.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
Siyasi iktidarın demokrasi alanındaki baskıcı saldırganlığına derinleşen bir ekonomik yıkım eşlik ediyor. Siyasi iktidar, yalnızca irademize değil, soframıza da göz dikmiş durumda. İmamoğlu’na yönelik operasyonun hemen ardından, döviz kurunu dizginlemek için Merkez Bankası’nın sadece bir haftada 28 milyar dolar, yani 1 trilyon 64 milyar TL tutarında döviz satması, siyasi iktidarın paniğe kapılarak attığı adımlardan biri.
Bu tutar, emekliye bin bir hesapla ancak verilen 1.000 TL’lik ikramiye zammının bütçeye toplam maliyetinin tam 44 katına denk geliyor. Siyasi iktidarın bu faturayı her zamanki gibi emekçilere, emeklilere kesmeye çalışacağı açık.
Halka reva görülen bu. Bir yandan demokratik haklarına saldırı, bir yandan yoksulluk ve açlığa mahkum bırakılmak. Fakat bu toplum, artık sadece kemerini değil, yumruğunu da sıkıyor. Emeğine ve iradesine uzanan ele karşı hesap sormaya hazırlanıyor. Tam da 1 Mayıs’a giderken yaşanan bu tablo karşısında bizler, çok yönlü mücadele bayrağını yükseltiyoruz. Milli gelire göre ücret mücadelesini, kayyımların ilk icraatı olan kent lokantalarının kapatılmasına ve çocukların bir öğün ücretsiz yemeğinin kaldırılmasına karşı kamu üretimiyle toplumsal refah mücadelesini, tek adam rejimine karşı örgütlü demokrasi mücadelesini büyütmekte kararlıyız.
Hem ücretlerin milli gelire göre olması için yürüyeceğiz, hem de demokrasi için erken seçim diyeceğiz. Her alanda hiç durmadan dinamik bir mücadeleyi devam ettirirsek, bunlara derslerini verebiliriz. Bunları gönderebiliriz. İktidar ehline yani halka devredilmelidir. “Milli Gelire Göre Ücret ve Demokrasi İçin Erken Seçim” diyerek 1 Mayıs’ta meydanları dolduracağız.