“Hem görkemli ve kitlesel bir 1 Mayıs örgütlemek hem de bunu Taksim’de yapmak mümkündür. Hatırlanacağı gibi 2012 Taksim 1 Mayıs’ı Küba’dan sonra en kitlesel 1 Mayıs’tır. O güne kıyasla baskının, saldırıların artması, örgütlülüğün zayıflaması önümüzdeki gerçeklerdir fakat en başta dediğimiz gibi bugün gelişen direnişten de öğrenmek gereklidir”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki sıradaki söyleşimiz Kaldıraç Hareketi temsilcisi Hakan Dilmeç’le. Dilmeç, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından başlayan direnişin Saray Rejimi’nin hem içerideki hem de dışarıdaki planlarını bozduğuna dikkat çekiyor. 19 Mart’ta başlayan direnişin Gezi Direnişi’ne göre daha siyasal istemlerle çıkması yönünden ondan daha ileride olduğunu ancak düzen muhalefetinin kontrolünün daha baskın olması yönünden de ondan daha geride olduğunu vurguladı.
1 Mayıs’ın bu direnişe yaslanılarak örgütlenmesi gerektiğini söyleyen Dilmeç, 1 Mayıs alanı olarak Taksim’i işaret ederek “Ortada kitlesel mi olsun Taksim’de mi olsun gibi bir ikilem olmamalıdır. Hem görkemli ve kitlesel bir 1 Mayıs örgütlemek hem de bunu Taksim’de yapmak mümkün” dedi.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Öncelikle tekrar yaşıyoruz ve görüyoruz ki direniş hepimiz için akılları açan iyi bir öğretmen. İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayıp tutuklanması ile devam eden süreç de, “Böyle yaşamak istemiyoruz!” diyerek sokaklara çıkanlar, Saray Rejimi’nin planlarını bozmuştur.
Saray Rejimi 2016 yılından başlayarak devletin olağanüstü bir örgütlenmeye dönüşmesidir. Saray Rejimi, parlamentonun işlevsizleştirilmesi, kayyumlarla yönetme politikaları, yargının tamamen bir baskı aygıtı hâline getirilmesi, basının kontrolü, en ufak bir hak arama eylemine saldırılması demektir. Gezi Direnişi ile başlayan ve süren direniş hareketi, Kürt hareketinin mücadelesinin bölgesel ve uluslararası bir karakter kazanması ve emperyalistler arasındaki paylaşım savaşının derinleşmesi, devletin olağan yollarla yönetememesine yol açmış ve bu çözülmeyi durdurmak adına Saray Rejimi inşa edilmiştir. Bu şiddetle yönetmeye çalışma halidir fakat çözülmeyi de durdurmamaktadır ve saldırıları boyutlanmaktadır.
31 Mart seçimlerinin ardından Türkiye’nin çöken ekonomisi uluslararası bir konsorsiyuma devredilirken, içeride-dışarıda savaş politikalarını uygulamak üzere de bir savaş kabinesi kurulmuştur. Saray Rejimi’nin bugünkü saldırılarını ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik savaş planlarından, İran’ı yeni hedefi haline getirmesinden ayrı düşünmemek gerekir. İBB’ye kayyum atama girişimi, İmamoğlu’nun tutuklanması Saray Rejimi’nin, “iç cepheyi güçlendirme” siyasetinin, burjuva cephenin tek bir ses vermesi ve savaşa böyle girilmek istenmesinin bir parçasıdır. Direniş bu planları bozmuştur. Bu direnişin önemi de siyasal boyutu da buradadır.
Eylemlerin ve katılanların nitelikleri ışığında sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Yıllardır, aşağılanmaya, sömürüye, yoksulluğa, geleceksizliğe, adaletsizliğe karşı, işçilerin, öğrencilerin, kadınların, halkların biriken öfkesi bu direnişle sokaklara çıkmıştır. Direnişi sadece İmamoğlu’nun tutuklanması ile ilişkilendirmek bu nedenle eksiktir. Direnişin ana nedeni, Saray Rejimi’nin saldırılarına karşı insanların böyle yaşamak istememeleridir. Biriken öfke taşmış ve kendiliğinden açığa çıkmıştır. Direnişin büyümesini sağlayan öğrenci hareketi, İÜ öğrencilerin barikatı aşmasıdır. Bu, Gezi’den bu yana karşılarında sürekli olarak barikatlar bulanlara barikatların aşılabileceğini göstermiş ve direnişi yükseltmiştir.
Bu süreç, Gezi Direnişi’nin 12 yıldır bitmediğini farklı biçimlerde ve yollarda devam ettiğini de göstermiştir. Ama bu direnişi yeni bir Gezi olarak ele almak da doğru değildir. Direniş, birçok açıdan Gezi Direnişi’nden farklıdır. İleri olduğu yön, 12 yıl sonra daha siyasal istemlerle bir barikatı daha aşamasıdır ve onu Gezi Direnişi’ne bağlayan budur. Gezi Direnişi’nden farklı olarak 19 Mart direnişi, daha siyasal istemlerle açığa çıkmıştır. Ama ağırlıklı olarak İmamoğlu ve Özel’den oluşan CHP tarafından kontrol edilebilir hâle gelmiştir. Gezi Direnişi’nde, burjuva cephenin kontrolü yoktur, bu açıdan da 19 Mart, Gezi’nin gerisinde kalır.
Özellikle Saraçhane önünde milliyetçi sloganlar, cinsiyetçi küfürler yaygındır. Bu durumun bir nedeni Zafer Partisi gibi yapılarla özellikle gençlerin içerisinde örgütlenmeye çalışılan yeni milliyetçilikken, bir diğeri de sosyalistlerin, sendikaların, sol partilerin, mücadeleyi sürdüren kadınların, LGBTİ+’ların, doğa ve yaşam savunucularının, devrimci öğrencilerin bu süreçte bir arada ortak bir zemin oluşturmamasıdır.
Öğrencilerin başlattığı boykot ön açıcı olmuştur. Mücadele deneyimine sahip sendikalar ise bu süreç de tutum almakta zorlanmış boykotu genel grevle birleştirme adımını atamamışlardır. Sendikalara örgütlü işçi sayısının azlığı bu çağrının yapılamamasının bir nedeni olarak görülmemelidir. Öğrencilerin de bu denli örgütlü olmadıkları bilinmektedir. Önemli olan direnişi sürdürmek ve büyütmek için adım atma isteğidir.
Direnişçilerin serbest bırakılması, belediyelere atanan kayyumların geri çekilmesi, direnişlere saldırı emri verenler ve saldıranların yargılanması direnişin talepleridir. Bu talepler etrafında mücadeleyi geliştirmek, eylemler de öne çıkan “Genel grev, genel direniş” sloganını örgütlemek gerekmektedir. Sosyalistlerin önünde işçi sınıfı öncülüğünde kitlesel direniş hattının örülmesi vardır. Sosyalistlerin, sendikaların, odaların, öğrencilerin, kadınların, doğa ve yaşam savunucularının, tüm direnenlerin bir arada mücadele edeceği birleşik emek cephesinin örgütlenmesi direnişleri geliştirmenin, birleştirmenin zemini olacaktır.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
2025 1 Mayıs’ı, tüm bu gelişen direnişlerin yansıyacağı bir 1 Mayıs olmalıdır. “Kitlesel direniş” sloganıyla savaşa, açlığa, işsizliğe, sömürüye, yoksulluğa, devletin baskı ve saldırılarına, tutuklamalara karşı 1 Mayıs, kitlesel direnişi daha da geliştirmek için bir adım olmalıdır.
2024 yılının haziranından başlayarak direnişler sürekli büyümektedir. Düşük ücretlere, düşük zamlara, açlığa, yoksulluğa, yasaklanan grevlere karşı işçi direnişleri, yasaklanan 8 Martlara karşı kadınların direnişi, hayvan katliamına karşı gelişen direnişler, savaş karşıtı eylemler, özgür Filistin için verilen mücadele birbirlerinden ayrı da olsa gelişmektedir. Bugün bunlara 19 Mart sonrası açığa çıkan güç de eklenmiştir.
Bu nedenle 2025 1 Mayısı tüm bu taleplerin birbirleriyle bulaşacağı, birbirinden öğreneceği kitlesel bir 1 Mayıs olmalıdır. 1 Mayıs alanı ise Taksim’dir. Ortada kitlesel mi olsun Taksim’de mi olsun gibi bir ikilem olmamalıdır. Hem görkemli ve kitlesel bir 1 Mayıs örgütlemek hem de bunu Taksim’de yapmak mümkündür. Hatırlanacağı gibi 2012 Taksim 1 Mayıs’ı Küba’dan sonra en kitlesel 1 Mayıs’tır. O güne kıyasla baskının, saldırıların artması, örgütlülüğün zayıflaması önümüzdeki gerçeklerdir fakat en başta dediğimiz gibi bugün gelişen direnişten de öğrenmek gereklidir. Sokağa çıkanların gitmek istediği ilk yer, “Özgür bizi Taksim’e götür” sloganları tüm örgütsüzlüğüne rağmen ortak hafızanın korunmasıdır.
Burada önemli olan, 1 Mayıs kutlamalarına öncülük edenlerin kararlılığının tam olmasıdır, direnişçilerin taleplerini bir araya getirebilme iradesi gösterebilmesidir, başta sendikaların bu güce güvenmesi, güçlerini gelişen direnişlerden almasıdır.
Bu kararlılık ve güçle 1 Mayıs’ta, kitlesel direnişi örelim.
Direniş öğretmendir, örgüt özgürlüktür.