“Seçme ve seçilme hakkına da göz diktiler. Ancak bekledikleri gibi olmadı. Belediyeleri hedef alan ve yargı eliyle gerçekleştirilen hukuk saldırıları tüm yanılsamaları ortadan kaldırdı. Halka yurttaşlığın son kalıntısını da teslim etmek ya da siyasete aktif müdahale etmek dışında bir seçenek bırakılmadı”
“1 Mayıs 2025’e giderken sosyalist hareket ne düşünüyor?” dosyamız kapsamındaki sıradaki söyleşimiz Devrim Hareketi Sözcüsü Ercan Bölükbaşı ile. Bölükbaşı yurttaşlığın seçmenliğe dönüştürüldüğünü ancak AKP’nin son hamlesinin buna bile tahammülün kalmadığının göstergesi olduğunu ifade etti. Bölükbaşı, 19 Mart’ta başlayan isyanının motivasyonunu ise “Halka yurttaşlığın son kalıntısını da teslim etmek ya da siyasete aktif müdahale etmek dışında bir seçenek bırakılmadı” ifadesiyle özetledi.
Bölükbaşı Şimşek programına karşı kamulaştırma, Ortadoğu’daki emperyalist saldırganlığa karşı anti-emperyalizmin ve laikliğin 1 Mayıs’ın temel gündemleri ve talepleri olması gerektiğini ifade etti.
Bu atmosferde 1 Mayıs’a giderken karşı karşıya olduğumuz manzaraya ilişkin değerlendirmeniz nedir?
Uzunca bir zamandır iktidar eliyle halk siyasal alanın dışına itilmeye çalışılıyordu. Halkın siyasete müdahale kanalı olarak yalnıza seçimler gösteriliyor, bunun dışında arayışlar mahkûm ediliyordu. Yurttaşlığa yönelik doğrudan bir saldırı anlamına gelen bu zorlamanın 19 Mart’a kadar göreli başarısında ana muhalefet partisi CHP’nin de rolü büyüktü. “Sokağa çıkmak AKP’nin işine yarar”, “Bir sonraki seçimde nasılsa gidecekler”, “Biraz sabredin” gibi telkinler ve hatta yer yer zorlamalar AKP’nin çizdiği sınırların olduğundan da kuvvetli görünmesine yol açtı.
Bu süreçte yurttaşlık yalnızca seçmen olmaya dönüştürüldü. Ancak karşı-devrimci AKP iktidarı için bu da yeterli olmadı. Halk denklemin tamamen dışına itilmeliydi. Bu nedenle seçme ve seçilme hakkına da göz diktiler. Ancak bekledikleri gibi olmadı. Belediyeleri hedef alan ve yargı eliyle gerçekleştirilen hukuk saldırıları tüm yanılsamaları ortadan kaldırdı. Halka yurttaşlığın son kalıntısını da teslim etmek ya da siyasete aktif müdahale etmek dışında bir seçenek bırakılmadı.
Halk, halk olduğunu hatırlayınca tüm denklem bir anda değişti. Artık iktidarın ne yapacağından, bir sonraki saldırısının ne olacağından çok halkın yapacaklarının daha önemli olduğu kabul görmeye başladı. Emekçi halk, kendi mücadelesine örgütlü bir biçimde sahip çıkar ve onu herhangi bir düzen içi odağın hesaplarına teslim etmezse karşı-devrimci sürecinin nasıl noktalanacağını konuşur hale gelebiliriz.
Eylemlerin ve katılanların nitelikleri ışığında sosyalistler bu süreçte ne yapmalı, nasıl bir tutum almalı?
Sosyalistler olarak sürece oldukça zayıf girdiğimiz gerçeğini kabul etmek zorundayız. Örgütsel gücü yakın tarihte hiç olmadığı kadar zayıflamış, ideolojik temelleri sarsılmış, kendi kurtuluş reçetesini siyasal alanda baskın hale getirme yeteneğini yitirmiş bir sosyalist hareket mevcut. Bu gerçeğin etrafından dolanan her analizin, her önerinin varacağı uğrak hayal kırıklığı olur. Zaten yetersiz olan birikimin de öyle veya böyle karşı-devrimci düzleme teslim edilmesi ile sonuçlanır.
Kastettiğimiz elbette iddialarımızı geri çekmek, daha gerçekçi gibi görünen düzen içi hedeflere yönelmek değil. Tam tersi bir iddiaya ihtiyacımız var. Bugün bizim açımızdan hedef kendi çözüm reçetemizi tartıştırmak, halkın çıkarına olan tek çözümün bu reçete olduğunu pratikte ortaya koyabilmek olmalı. Elbette ki bunların yalnızca bizim “kitabi doğrularımız” olmakla kalmadığını, Türkiye’nin içinde bulunduğu karşı-devrim rotasından çıkış için uygulanabilir tek yol olduğunu gerçekten düşünüyorsak…
Kurtuluş için mevcut olanın tümüyle değişmesi bir zorunluluk. Bunun dışındaki tüm arayışlar yalnızca karşı-devrim sürecini güçlendirmeye yaradı. Şimdi de aksini düşünmek için bir gerekçe bulunmuyor. Bizim bir devrime ihtiyacımız var. Kitleler belki de şimdiye kadar hiç olmadığı kadar hissediyor bu ihtiyacı. Ancak hissetmek başka, onu bir kurtuluş yolu olarak kabul edip ona göre davranmak başka. Onun için de bir yandan halkın mücadeleyi güçlü bir biçimde sürdürmesini sağlamak ve bunu sağlarken kendi siyasal hattımızı güçlendirmek, örgütsel birikimimizi büyütmek gibi net görevlerimiz var.
1 Mayıs nasıl örgütlenmeli, ne hedeflenmeli?
Yurttaş olmanın öneminden bahsetmiştik. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs bu anlamda da çok büyük değer taşıyor. Esas olarak seçme-seçilme hakkına saldırıya karşı bir tepki olarak ortaya çıkan mücadele birikimini, devrimci bir rotaya sokmak için en önemli yurttaşlık görevi olan ülkeye ve kendi geleceğine sahip çıkma görevini merkeze almalıyız. Bu, bütüncül bir politikayı zorunlu kılıyor.
Bugün, özellikle Mehmet Şimşek’te somutlanan ekonomi politikaları doğrudan emekçileri hedef alıyor. Patronların ve uluslararası tekellerin çıkarları için hazırlanan kemer sıkma programı, çalışma hakkımızı elimizden alırken sömürüyü de şimdiye kadar hiç görülmemiş boyutlara çıkarıyor. 1 Mayıs, sömürüye karşı net bir karşı çıkışla örgütlenmeli. Başta kritik sektörler olmak üzere, kamulaştırma talebi 1 Mayıs’ın talepleri arasında en başa yazılmalı.
AKP’nin son operasyonlarının uluslararası boyutu özellikle dikkate alınmalı. İktidar temsilcilerinin “Terörsüz Türkiye” olarak kodladığı, DEM Parti çizgisinin ise “demokratikleşme” olarak adlandırıldığı son süreç de emperyalizmin yeni bölgesel operasyonlarına işaret ediyor. Bir önceki sürecin Suriye’nin cihatçı çetelere teslim edilmesi ile ve İsrail’in işgal bölgelerini büyütmesi ile sonuçlandığı akıldan çıkarılmamalı. 1 Mayıs’ın sloganları arasında emperyalizme ve yeni bölgesel maceralara karşı net bir duruş mutlaka yer almalı.
AKP’nin gerici ajandasının toplumda yarattığı tahribat ve oluşan karşı tepkiler ayrıca önemsenmeli. Üniversitelerde ve liselerde son dönemde ortaya çıkan hareketlilikte ve yükselen eylemsellikte öne çıkan laiklik arayışı mutlaka 1 Mayıs alanlarında da kendisini gösterebilmeli. Gericiliğe ve tarikat karanlığına karşı net duruşun Türkiye’nin kurtuluş programına büyük harflerle yazılması sağlanmalı.
Zaten inanıyorduk. Bir süredir açık bir biçimde de görüyoruz ki eşit ve özgür bir Türkiye’yi kuracak enerji emekçi halkımızda mevcut. 2025 1 Mayıs’ı mutlaka bu enerjinin örgütlü bir kuvvete dönüşmesi için büyük bir anlam taşıyacak.