Marksizm çağının ürünüdür. Mandel’e göre; tarihin onlara ihtiyacı olduğu için Marx ve Engels kuramcı ve devrimci rollerini oynayabilmişlerdir. Komünizme gelişleri esas olarak entelektüel bir çalışmanın ve moral güdülenmenin sonucu olmuştur
Marksizm sanayileşmenin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkmış bir düşünce akımıdır. Öncelikle İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda gibi ülkelerde 15 ve 16. yüzyıllarda gelişen sanayileşmenin ve sömürgeciliğin ürünüdür. Dolayısıyla Marksizmi incelemek ve değerlendirmek için dönemin ekonomik, sosyal ve politik gelişmelerini göz önünde bulundurmak zorunludur. Mandel’in dediği gibi Marksizmi anlamak için onu tarihsel bağlama yerleştirmek gerekir. Ernest Mandel, “Marksizmin Tarihteki Yeri” adlı kitabında bu uğraşa giriyor.
Ernest Mandel, Marksizmin Tarihteki Yeri, çev: Masis Kürkçügil, Yazın Yayıncılık, 2. Baskı, Nisan 2007, 125 sayfa.
Mandel’in işaret ettiği gibi kapitalist üretim tarzı, önceleri ticari, tarımsal işletme, ev sanayi ve manüfaktür biçiminde görülür. Ticari tarımsal işletmede üreticinin (köylünün) çalışma araçları elinden alınmıştır ve köylüler tarım işçisi olarak çalıştırılmışlardır. Ev sanayinde mülksüzleşmiş üretici, bir kapitalist için üretim yapar. Manüfaktürde ise mülksüzleşenler aynı çatı altında ve büyük sayılarda toplanmışlardır. Kapitalist üretim tarzının belirişinden itibaren günlük yaşam ve kentsel nüfusun zihniyet dünyası da değişim gösterir. Geleneklerdeki ve düşüncelerdeki dönüşümler 18.yüzyıldaki burjuva devrimleri ile sonuçlanmıştır: 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi gibi. Bu devrimler insanlığın kendi geleceğini belirleyebileceği konusunda yeni bir anlayışın gelişmesine yol açmıştır.
Marksizmin doğuşunu mümkün kılan tarihsel bağlamı Mandel şöyle özetler: Kapitalist üretim tarzının belirmesinden makineleşmenin ve modern sanayinin doğuşuna, fabrikalarda toplanmış işçilerin ortaya çıkışından ilk sınıf mücadelelerine, sömürgeleşmiş halkların kapitalist sömürüye direnişlerinden köktenci bağımsız hareketlerine, burjuva devriminin en yüksek noktasından burjuvazinin amaçlarıyla sınırlı kalmayan sosyalist devrimcilerin belirmesine. Marksizm toplum bilimlerini de dönüştürmüştür. Bu dönüşümler başta Hegelci diyalektik olmak üzere klasik Alman felsefesi, Fransız tarih yazımı ve başta İngiliz olmak üzere ekonomi politiktir. Ayrıca ütopik sosyalizmin aşılması, devrimci eylem ve örgütlenmenin proleter dönüşümü ve gerçek işçi hareketi ile bilimsel sosyalizmin kaynaşması suretiyle dönüşüm sağlanmıştır. Bu dönüşümleri gerçekleştirmek için kuşkusuz Marx ve Engels ilgili konuları detaylı ve uzun bir şekilde inceleyip, o görüşlerin temsilcileriyle entelektüel hesaplaşmaya girerek ve siyasi etkinliklerinin de katkısıyla kuramlarını oluşturmuşlardır.
Marx, Hegel’in idealist diyalektiğini materyalist diyalektiğe dönüştürmüş ve bu felsefi ilkeyi toplumsal ilişkilere uyarlamış ve yönteminin de temeli haline getirmiştir. Tarih yazımında “tarihi büyük insanlar yapar” anlayışını yıkmış ve tarihin toplumsal güç ilişkilerince ve belirli koşullar çerçevesinde sınıf mücadeleleriyle gerçekleştiği anlayışını geliştirmiştir.
Tarihsel materyalizmin ilk tezi; Mandel’in aktarımıyla tüm toplum biçiminin sınıfların üretimin bir aşamasında geliştirdikleri üretim ilişkileri tarafından belirlendiğidir. İkinci tez; toplumsal bilinci belirleyen toplumsal varoluştur. Egemen sınıf yani burjuvazi artık ürünü ve tüm toplumu denetlediğine göre, egemen sınıfın ideolojisi genel olarak her çağın egemen ideolojisidir. Üçüncü tez ise; toplumun sınıflara bölünmesinin bir ürünü olan devlet, belirli bir sınıfın egemenliğini yeniden üretme, sürdürme ve sağlamlaştırma aracıdır. İngiliz ekonomi politiğin dönüştürülmesi ise onun emek değer teorisi gibi temel tezlerinden yola çıkarak artı değer teorisinin geliştirilmesi şeklinde olmuştur. Marx klasik iktisatçıların “emeğin değerin özünü oluşturan” tezini daha ilerilere götürür. Öncelikle emeğin ikili niteliğini (somut ve soyut) ortaya koyar. Buradan da emek ve emekgücü arasında ayrım yapar. Tüm metalar gibi emekgücünün bir öz değeri vardır ve ikili özelliğe sahiptir: Emekgücü işçi için mübadele değeri, sermayedar için ise kullanım değeridir. Buradan da Marx artı değer kavramına ulaşır. Emekgücü tarafından üretilmiş değerle emek gücünün öz değeri arasındaki fark artı değeri oluşturur.
Marksizmin tarihsel yerini belirlemek için Marksizm ile ütopik sosyalistlerin farklılıklarına da değinilir. Ütopik sosyalistler geniş kitlelerin eylemlerinin belirmesinde aklın ağırlığını abartmışlardır. Onlara göre yeni toplumun çıkışının motoru manevi ve bireysel bir olgu olarak eğitim ve propagandaydı. Sosyalist toplum tasarımları ise mevcut burjuva toplumunun kazanımları ve çelişkiler ile ilişkisiz ve ona karşıt olarak kurulmuştu. Marx ve Engels için aksine, sınıfsız toplumun çıkışı kesinlikle bu kazanım ve çelişkiden doğan ekonomik (üretici güçlerin gelişmesi) ve sosyopolitik (proletaryanın örgütlenmesi ve olgunlaşması) temellerinin ürünü olacaktı. Mandel’e göre ütopik sosyalistlerin başlıca zaafları, sınıfsız toplumun otoriter rejimler tarafından rıza gösteren kitlelere lütfedilmesi olarak görülmesine ilişkin anlayışlarıdır. Oysa Marx ve Engels, sınıfsız toplumun çıkışını geniş kitlenin öz örgütlenme ve kendini kurtarmasının reel mücadelesinin sonucu olarak tasarlarlar. Marx ve Engels’in, geçmiş devrimlere ve ütopik sosyalizme bakış açılarının temeli tarihsel ilerlemenin doğrusal, tamamıyla ekonomist ve mekanist olmayan, her şeyden önce diyalektik bütünlük olduğu anlayışıdır.
Bir diğer dönüşüm de devrimci eylem ve örgütlenmenin proleter dönüşümüdür. Mandel, ütopik sosyalizmin evriminin, insan severlikten ve proleter öncesi propagandacılıktan proleter geçişi sağlayan üç önemli kişiyi ortaya çıkardığına dikkat çeker: Alman Weitling, Fransız Pierre-Joseph Proudhon ve Auguste Blanqui. Bu dönemin örgütlenmeleri gerçek anlamıyla sanayi proletaryasının ilk deneyimlerini kavramaktan uzak sanayi öncesi proletarya, zanaatkar ve imalatçıdan kaynaklanan örgütlenmelerdir. Bunlar 18. yüzyılın büyük devrimlerinin küçük burjuva Jakoben geleneği ile sanayi öncesi proleter örgütlenmenin deneyimini birleştirmeye çalışıyorlardı.
Marksizm çağının ürünüdür. Mandel’e göre; tarihin onlara ihtiyacı olduğu için Marx ve Engels kuramcı ve devrimci rollerini oynayabilmişlerdir. Komünizme gelişleri esas olarak entelektüel bir çalışmanın ve moral güdülenmenin sonucu olmuştur.
Mandel, Marx ve Engels’in entelektüel evrimini en çok etkileyen birbirini izleyen ve kopuşları şöyle özetlemiştir:
a)1844-1845’te genç Hegelcilerle ve Moses Hess’le çatışmaları. Bu kopuş marksizmin doğuşunun gerçek belgesi olan “Alman İdeolojisi” ve “Feurbach Üzerine Tezler’de” açıklanmıştır. (Buraya “Alman İdeolojisi” eserinde Marx ve Engels’in Bruno Bauer ile Max Stirner’den kopuşunu da eklenmesi gerektiğini düşünüyorum)
b) 1846-1848 dönemine yayılan Proudhon’un ütopik sosyalizmi ve Weitling’in yeterince olgunlaşmamış komünizmi. Bu çatışma “Felsefenin Sefaleti” (1846) ve “Komünist Manifesto’nun” (1848) kaleme alınmasıyla sonuçlanır.
c) Marx’ın 1857’den ölümüne kadar olan başlıca ekonomik eserleri “Grundrisse”, “Kapital” ve “Artı Değer Teorileri’nin” yazılmasına açılacak olan, İngiliz Ricardo sonrası ekonomi politikçilerin temsilcileri Hodgking, Ravestone ve Gray ile çatışma.
d) Bakunin ve taraftarlarıyla, Paris Komünü’nün yenilgisinden biraz sonraya kadar uzanan I. Enternasyonel’deki (1865-1873) çatışma.
e) İlkin Lasallecılarca, 1875 Gotha kongresinden 1895’e kadar süren reformizmin temsilcileriyle, Alman sosyal demokrasisinin değişik sağ eğilimleriyle çatışma. Bu çatışmaların ürünleri “Marx’ın Gotha Programı’nın Eleştirisi” (1873) ve Engels’in “Anti-Dühring’idir.”
Marksizmin örgütlü işçi hareketindeki etkisi 1885-1900 yıllarından sonra kendini göstermiştir. Marx ve Engels’in yapıtlarının dağılımı çok eşitsiz ve zamansız olduğuna vurgu yapan Mandel, Marx’ın halen yayınlanmamış yazılarının bulunduğunu ve önemli ekonomik tezlerinin sonucunun henüz 1983 yılında yayınlandığını belirtir. Bu nedenle de Marx’ı vulgarize eden yapıtlar genelde ustalarının yapıtlarından daha yaygın bir etkiye sahip olmuşlardır.
Ernest Mandel’in “Marksizmin Tarihteki Yeri” adlı küçük hacimli ama oldukça yoğun kitabı marksizmi tarihsel bağlam ve süreç içinde özlü bir biçimde değerlendiriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.