İçinde yaşadığımız yetmiyor, bir de TDK yılın kelimesi seçiyor. Bu durum neoliberalizmin hem toplumsal yapıya hem de bireysel deneyimlere nasıl sızdığını ve derinlemesine şekillendirdiğini bir kez daha gözler önüne seriyor
TDK tarafından 2024 yılının kelime grubu “kalabalık yalnızlık” seçildi. TDK nasıl yılın kelimesini seçiyor peki? Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İLAUM) işbirliğiyle oluşturulan kurul, yedi kelime ve kavram belirlemiş, bunlar TDK’nin internet sitesinde oylamasına sunulmuş ve 1 milyon kişinin katıldığı oylamadan bu sonuç çıkmış. Diğer altı kelime de şunlar: Merhamet, yabancılaşma, algoritma, yozlaşma, yapay zekâ ve dijital yorgunluk.
Oylamaya sunulan ve seçilen kelimeler de neoliberal toplumun çarpıcı bir paradoksunu ve bir o kadar kaçınılmaz sonucunu ortaya seriyor. Bir yandan hiç olmadığı kadar insanla çevriliyiz, bir yandan da Yıldız Tilbe arabeskliğinde kalabalıklar içinde yalnız. Bu arabeski toplumsal yabancılaşma kavramı ekseninde incelemeye çalışalım.
Neoliberalizmin yalnızca iktisadi bir model olduğunun savunulduğu zamanı geride bıraktık herhalde; aynı zamanda o, içinde bulunduğumuz dönemin kasvetli ruhunu taşıyan bir bedendir de. Bu beden, rekabet ve piyasa temelli ilişkilerin egemen olduğu bir sosyal yapının ortaya çıkmasına yol açtı.
Temel hizmetlerin kamusal niteliğinin tasfiyesi, metalaştırmanın elbette en somut suretidir. Bununla birlikte piyasalaşmanın ve metalaşmanın insan bedenine ve dahi duygularına kadar inceldiğini söylemek de abartı olmayacaktır. Moda, güzellik, sağlık endüstrisi ile bedenin metalaşması bir yana neoliberalizm türlü şekillerde duyguları ve toplumsal ilişkileri de birer metaya dönüştürüyor.
Mutlak bir başarı dayatması ve koyduğu prestij, kariyer gibi soyut hedefleriyle neoliberal öğreti; insanı iş arkadaşına, komşusuna hatta ailesine karşı da rakip kılıyor. İnsanlar, kendi başarılarına, kazançlarına ve potansiyellerine odaklanmak üzere teşvik ediliyor. Bu rekabet kültürü, başarısızlığı da başarı gibi derin bir bireysel ölçeğe kanalize ediyor. Bu şekilde dayanışma, empati, güven yerini rekabete bırakıyor. Örneğin farklı sektörlerdeki işçilerin, hatta aynı işyerinde çalışanların bile birer birer kendi yaptığı işi en önemli görme ve en ağır işyükünün kendinde olduğuna yönelik inancı sabittir. Rekabet, en mutlu en başarılı en güzel olmayı arzulamak kadar en çalışkan, en yorgun olmayı da gerektirir. Ayrıca neoliberal politikaların sonucu olan iş güvencesizliği ve sağlıksız çalışma koşulları arasında dayanışma ve ortak bir mücadele bilinci giderek yok oluyor.
Neoliberalizm öyle öğütlüyor ki; dünyadaki en önemli insan kendimiziz, daima yalnızız ve elbette her koşulda “kendi başımızın çaresine bakmalıyız”. Bu durum toplumu kendi çıkarlarını en üst düzeye çıkarmaya çalışan bireyler topluluğuna dönüştürüyor. Toplumsal ilişkiler giderek daha işlevsel ve çıkarcı bir hal alırken; karşıdaki kişi yar, yaren, yoldaş olmaktan azade bir kaynaktır. Oysa sosyal bağlar, sadece fiziksel varlıkları değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik yakınlıkları da içermek durumundadır.
Kurulan ilişkilerin maddi kazanç, çıkar veya diğer faydalar için araçsallaştırılması elbette insanı aşkta da dostlukta da yalnız kılıyor. Bu bağlamda kurulan ilişkiler de derin ve anlamlı bağlar yerine kısa süreli ve fayda odaklı oluyor. Bu yüzeysellik ile “yabancılaşma” ilk anladığımız haliyle yalnızca ürettiklerimizden değil; diğer insanlardan ve hatta kendi özümüzden koparılmış hissetmeye varıyor. Kişilerin tek tek kendi özlerine, beraberinde de topluma yabancılaşması “özgürlük” simülasyonuyla birlikte geliyor. Sınıfın yapısı, bireylerin toplumsal ilişkilerdeki konumlarını belirler. Üretim araçları gibi özgür iradeyi de gasp eden kapitalizm, sunduğu özgürlük simülasyonu ile yalnızlığı da tercihmiş gibi gösterse de öyle olmadığını buradaki birkaç parametre ile de görebiliyoruz.
Dijitalleşme, sosyal medyanın yaygınlaşması ve sanal iletişim araçları, insanları birbirine bağlamak gibi bir vaatle ortaya çıksa da çoğu zaman insanları daha da yalnızlaştırır. İnsanlar, teknolojiyi bilgiye ulaşmak, eğlenceye dalmak veya tüketim yapabilmek için kullanırken gerçek ve yüz yüze ilişkiler giderek daha az anlamlı hale gelir. Söz gelimi, COVİD-19 pandemisinde yoğun rağbet gören sanal flört uygulamaları pandeminin ardından da arzını sürdürüyor. 2020 yılından bu yana ortalama 75 milyon insan[1] halen flört ve arkadaş bulmak için bu sanal uygulamaları tercih ediyor. “Yeni dünya düzeni”nde bilhassa gençler, online etkileşimi daha doğal bir sosyalizasyon aracı olarak kabul ediyor ve bu da flört uygulamalarına olan talebi artırıyor.
Çalışma ve sürekli bir geçim derdinden kalan kısıtlı zamanda internet ve sosyal medya araçları üzerinden hayatla bir bağ kurmaya çalışıyoruz. Birbirimizin hayatına kimi zaman ancak bu şekilde dahil olabiliyoruz. Bağ kurduğumuzu sanırken daha izole bir yaşantıya dönüyoruz. Sosyal medyada geçirilen zamanın sanal bağ kurma dışında bir de “vay bee” kısmı var. Sınıfsal uçurumun nasıl arttığını kullanıcılara boy boy fotoğraflarla gösterse de eşitsizliğin yarattığı nefret zamanla ‘imrenme’ye dönüyor. Bu imrenme, yaşamı telefon ekranına daraltıp hayali biçimde o hayatı yaşatsa da aynı zamanda sınıfını reddeden ve elinde olmayan kaynaklarla ait olmadığı sınıfın hayatını yaşamaya çalışan insanlar da yaratıyor. Neoliberalizmin finansal enstrümanları ile sınıfını inkâr etmek üzerine başka bir yazıda düşünelim. Nihayet neoliberal toplumda teknoloji, kişilerin yalnızlıkla yüzleşmeden onu geçici olarak unutmalarına yardımcı oluyor ancak nihayetinde yalnızlıkları derinleştiriyor.
İçinde yaşadığımız yetmiyor, bir de TDK yılın kelimesi seçiyor. Bu durum neoliberalizmin hem toplumsal yapıya hem de bireysel deneyimlere nasıl sızdığını ve derinlemesine şekillendirdiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu kalabalık yalnızlık deneyimi bireysel bir sorun değil, toplumsal bir kırılmanın göstergesidir. Bu düzen daha fazla yalnızlık, mutsuzluk, depresyon ve anksiyete dışında pek az şey getirebilir zaten. Yaratılan yoksulluk ve eşitsizlik ortamı ceplerimizi olduğu kadar ruhumuzu da yakar. Asıl soru bireycilik ve rekabetçilik soslarıyla çeşnilendirilmiş yalnızlık safsatasını kökten yıkacak kolektiviteyi yaratmaktan geçer. Bu da katmanlı sınıfsal yapıyı ve sınıflar arası uçurumu teşhir edecek, depresyonun da yalnızlık hissinin de bireysel bir deneyim olmadığını afişe edecek alternatif yaşam yollarıyla mümkündür. Toplumsal ilişkileri “organik” biçimde yeniden inşa etmenin de sırrı buradadır.
[1] Bu veri Tinder, Bumble, OkCupid gibi popüler sanal flört uygulamalarının verdiği 4 yıllık kullanıcı sayısının ortalaması alınarak elde edilmiştir. Her biri 2020’den bu yana kullanıcı sayılarını ortalama 28 milyon kişi artırmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.