Sosyalist ideolojinin, din karşısında tutumu nedir? Laiklik ve sekülerizm mücadelelerinin kapsamında neler var? “Diyanet kapatılsın” demek, ne derecede doğru? Türkiye sosyalist hareketinin bu sorulara bugüne kadar vermiş olduğu yanıtların oluşturduğu bir birikim var. Gelin birlikte bakalım…
Marksistler, dini üreten “dünyaya”, sömürü ilişkilerine karşıdır. Eşitsiz toplumsal ilişkilerin zemini üzerinde her gün yeniden üretilen dinsel fikirlerin ve duyguların kendisiyle uğraşmazlar. Din, bireylerin vicdanında özgürce inanıp inanmamakta serbest olmaları gereken bir maneviyat alanıdır. Devlet ya da başka örgütlenmeler, bireylere dini düşünceleri ve duyguları empoze etmemelidir. Emekçilerin sosyalist iktidarında, bireyler seçtikleri dini vicdanlarında ve pratikte dilediğince yaşayacaktır. Herhangi bir dine inanmama hakları da olacaktır. Bugün var olmayan inanç özgürlüğü, sosyalizmde mümkün olacak, insanlara çocukluklarında bilimsel ve yeterli bir eğitim verildikten sonra inançlarını seçme hakkı tanınacaktır. Öte yandan, sosyalizmde dini referans alan siyasal ve iktisadi örgütlenmelere izin verilmez.
Günümüzde din Türkiye’de siyasal bir mesele durumundadır. Kapitalist devlet ve mikro-iktidar odakları olan tarikatlar birlikte çalışmakta, bürokrasideki kadrolaşma tarikatlar üzerinden sağlanmakta, Diyanet İşleri Başkanlığı yürütme gücünün politikalarının meşrulaştırılmasında rol almakta, eğitim politikaları gerici ideolojik motiflerin gençler arasında kök salması ve yaygınlaşması doğrultusunda belirlenmekte, bir din olan İslam’ın değerleri siyasal alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Oysa din, siyasal alandan tamamen çekilmeli, toplumsal politikalar kamu yararının gerekleri doğrultusunda bilimsel ilkeler saptanarak ve planlamalar yapılarak belirlenmeli, dinin yeri sadece bireyin maneviyat alanında kalmalıdır.
Peki, birer ideoloji olarak dinlerin toplumsal işlevi nedir? Tarih boyunca dinlerin, toplumsal yaşam içerisindeki işlevlerine bakıldığında, biat kültürü oluşturma, öteki dünyaya havale etme, tevekkül, teselli bulma, avunma, sığınma, yokluklara ve adaletsizliklere katlanma, kadercilik, eşitsizlikleri meşrulaştırma gibi fonksiyonlarla var oldukları görülür. Siyasal iktidarların yeniden üretimi dâhilinde toplumsal onayın alınmasında, sömürü ilişkilerine katlanılmasında, dinsel ideolojilerin işlevleri vardır. Hıristiyanlığın doğuşunda ve Almanya’da 16. yüzyıldaki köylü isyanları döneminde yaşananlar ise, dinin ilerici de olabildiğini değil, ezilenlerin/en alttakilerin toplumsal istek ve özlemlerinin, çıkarlarının dile getirilmesinde, statükoya karşı protestolarında dinsel değer ve motifleri kullanabildiklerini gösterir.
Günümüzde dindar emekçilere ulaşmak için sosyalistlerin dinsel değerleri ve motifleri bile isteye politik üretimlerinde kullanması doğru olmayacaktır. Fakat bu durum, emekçilerin dini değerlerine saygılı olmayı dışlamaz. Örneğin günlük yaşamda bir emekçinin selamına ya da duasına dinsel kavramlarla karşılık vermek yadırganacak bir durum değildir. Sosyalistlerin mücadelelerinde din-karşıtlığı ya da din-yandaşlığı bulunmaz. İnsanların dini düşünce ve duygulardan özgürleşmesi için, önce mevcut toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi gereklidir. Mevcut toplumsal ilişkilerin onaylanmasına, benimsenmesine yarayan bir ideoloji olarak din, ancak toplumsal ilişkilerde köklü bir alt-üst olma yaşandığında kendine varlık zemini bulamamaya başlar. Bu tarihe kadar toplumsal mücadelelerde bilimsel düşünüşün ve aydınlanmanın değerlerini ve ilkelerini referans almak ve yaygınlaştırmaya çalışmaksa elbette gereklidir.
Birçok inanç sistemi ya da ideoloji, ahlaktan, erdemlerden, eşitlikten, adaletten vb. bahseder. Fikirleri ve bu arada dinleri değerlendirirken, ne dediklerine bakılmasının yerine, pratikte bu inanç sistemlerinin işlevi/rolü nedir, bu dikkate alınmalıdır. İnanç sistemlerinin, dinlerin, ideolojilerin belirli işlevleri vardır ve bu durum, onların gerçekliğini oluşturur. İlericilerin ideolojik dağarcığındaki değerler ve ilkelerle, dinlerin aynı/benzer kelimelerle ifade ettikleri değerler özdeş anlamlara sahip değildir. İlericiliğin değer ve motiflerinin anlamları, sahip olduğu işlevler ve yönlendirdikleri hedefler farklıdır. Dinsel söylemler içerisinde bulunan “eşitlikçi” vurgular, “kardeşlik ruhu”, “adalet”, “hak” vb. değer ve kavramların anlamları, ilerici motiflerinkinden başkadır. Farklı anlamlara sahip kavramları ve değerleri kapsayan sosyalist ideoloji, bütününde farklı bir işleve sahiptir. İlericiler, toplumda ortak duyuda bulunan, egemen ideolojinin bileşeni olan bu değerleri ve kavramları dönüştürmeye, yeniden anlamlandırmaya, başka bir doğrultuda kullanılmaları için anlamlarını başkalaştırmaya çalışır.
Dinsel değerlerin, duyguların, düşüncelerin emekçilerce anlamı, kullanımı farklıdır, din bezirgânlarının, dinci sermayedarların ve partilerin bunları kullanımı ve bu bireylerdeki işlevleri farklı… Sosyalistlerin, emekçi halkların dindarlığıyla, dinsel değerleri ve motifleriyle ilgili bir sorunu yoktur. Onları aydınlatmaktan ve ilerici değerlerle buluşturmaktan başka… İlericiler, kapitalistlerin ve düzen politikacılarının dini kullanmalarına, dini siyasallaştırmalarına, toplumsal ilişkileri ve devletin işleyişini dinsel kurallara göre biçimlendirmeye çalışmalarına itiraz eder.
Laiklik, devletin ve hukukun dinsel kurallardan ve değerlerden bağımsızlaşmasıdır. Dinin, devlete karışmamasıdır. Sosyalist Türkiye’de devlet ve hukuk, laiklik ilkesine göre düzenlenmiş bir işleyişe ve organizasyona, eş deyişle yapıya sahip olacaktır. Bu durum, sosyalist devletin dinlere dair bir politikasının olmadığı anlamına gelmez. Sosyalizmde, toplumun aydınlanması ve sekülerleşmesi yönündeki çalışmalarda ve politikalarda, devletin yönlendirici ve belirleyici bir etkisi olacaktır. Örneğin din görevlilerinin ve ibadethanelerin sayısının belirlenmesi, dinlerin oluşması ve içeriklerindeki evrimlerin, tarihlerinin eğitim sistemi ve kültür araçlarıyla topluma anlatılması, kamusal bir TV kanalı üzerinden dinler konusunda eğitici yayınlar yapılması gereklidir. Çünkü laik bir devlet, dini pratikleri denetler ve sekülerleşme eğilimini güçlendirir.
Sekülerizm, “doğaüstüne dair öğretilerin (ve bu arada dinin) bireysel ve toplumsal düzeydeki prestijlerinin ve gündelik yaşamı şekillendirme güçlerinin azalması”[1] demektir. Sekülerizm, toplumun aydınlanma düzeyini yansıtır. Toplumda dinsel pratiklere ve değerlere kayıtsızlık, onlarla bağlantısızlık anlamına gelir. Kişiler ve kitleler, laik değil, seküler olabilir. Sosyalizmde dinin kişisel bir vicdan meselesi olarak kabul edilişi, toplumun sekülerleşmesi ve aydınlanması sürecinde gerçekleşir.
Türkiye’de tüm vakitlerin namazını kılanların oranı yüzde 24,4 olarak belirtilmiştir. Türkiye’nin yüzde 70’inin namaz kılmadığı, düzenli namaz kıldığını söyleyenlerin de yüzde 70’inin sabah namazına kalkamadığı belirtilmektedir.[2] Bu örnek istatistik veri, Türkiye’de seküler kültürün azımsanmayacak derecede kültürel genlerde (memlerde) kökleşmiş bulunduğunu göstermektedir. Özgürlüklere ve seküler yaşam tarzına dönük müdahalelere karşı bir isyan olan Gezi ayaklanması da hafızalardadır. Geleceğe miras kalacak olan bu seküler kültür, sosyalizmde giderek gelişecek ve toplumsal aydınlanma politikalarıyla birlikte yaygınlaşacaktır.
Evet, laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Fakat laiklik, toplumsal aydınlanma politikalarıyla birlikte olmazsa gericilik tarafından fethedilir. Türkiye’de olan işte budur… Toplumsal aydınlanma, devletin laiklik ilkesini tamamlar. Bilimsel düşünce ve aydınlanmacı kültürel değerler bir toplumda geriliyorsa ve devlet eliyle dinsel düşünceler, değerlerin yaygınlaşmasının önü açılıyorsa, o ülkede devletin laik olduğu söylenemez.
Dolandırmadan yazalım: Diyanet İşleri Başkanlığı, sosyalist Türkiye’de kapatılmayacak, dönüştürülecek, bütçesi ve örgütlenmesi ihtiyaçlar oranında küçültülecek, işlevleri yeniden tanımlanacaktır. Maneviyat Başkanlığı olarak yeniden yapılandırılabilecek bu devlet kurumu, toplumumuzun farklı din ve inançlarına ait manevi değerlerine dönük referans çerçevesi olacaktır.
Devletin laik olması, devletin düzenleniş ve işleyişinin (yapılanışının) dinsel kurallara bağlı olmaması demektir. Laik bir sosyalist devlet, toplumun devam edegelen manevi ihtiyaçları için bir din politikasına sahiptir. Çeşitli dinlere ve inançlara mensup olan kişilere dönük ibadethane ve diğer kuruluş sayılarının düzenlenmesi, buralara din görevlilerinin ve kanaat önderlerinin atanması ya da halk tarafından seçilenlerin onaylanması, bu din görevlilerinin bilimle çelişmeyen çağdaş standartlarda eğitilmesi, bir kamusal TV kanalından dinler tarihi ve manevi kültür konularının işlenmesi, toplumsal aydınlanma çalışmaları kapsamında dine ilişkin etkinlikler, seminerler düzenlenmesi, kitap ve süreli yayınlar çıkarılması gibi birçok faaliyetin, sosyalist devletin din politikaları arasında bir yeri olacaktır.
Sosyalist toplumda, din bireylerin vicdan meselesidir dedik; bireylerin dinlere inanması da inanmaması da serbesttir dedik; insanlar hangi dine inanıp, ibadetlerini yapacağını seçebilir, vicdan özgürlüğü üzerindeki tüm sınırlamalar kaldırılır dedik. Yurttaşların dinine yönelik ifadelerin tüm resmi belgelerden çıkarılacağını da ekleyelim. Fakat farklı dinlerin ibadethanelerinin yönetimi ve işleyişi, ihtiyaçlar ölçüsünde din adamı ve inanç önderi yetiştirilmesi, örgün eğitimde dinler tarihi ve ahlak eğitimi verilmesi, sosyalist devletin sorumluluğundadır. Dinsel inançların kontrolsüz şekillerde yeniden üretimi, bireylere, ailelere ve toplumsal gruplara terk edilemez.
Peki, tarihsel bir örnek olan SSCB’de durum nasıldı? Sovyetler Birliği’nde kiliseyi devletten ayırıp, kendi haline bırakmışlardı. Bu deneyimde kilisenin bu haliyle örgütlenecek bir potansiyeli yoktu… Türkiye’de ise tarikatları kendi haline bırakmak, onların cami imamlarını belirlemesine, Kuran kurslarını yönetmesine izin vermek, örgütlenmelerinin devamına izin vermek olur. Dindarların tarikatlardan ve çıkar örgütleri olan cemaatlerden korunmaları, dindarların dini pratiklerine, maneviyatlarına devlet tarafından bir doğrultu verilmesi gerekir. Sosyalist devlet, toplumun aydınlanma seferberliğinde önemli işlevlere sahiptir. Aydınlanma mücadelesinde devletin maneviyat alanına dair düzenleyici bir işlevi ve politikası olmalıdır…
Komünist dünya toplumunda ise, bu toplumun ürettiği ahlak, bilimsel düşünceler ve materyalizm gibi realist inançlar, bir tarihsel geçiş dönemi olan sosyalizm dönemi boyunca işlevsizleşen dinlerin yerini alacak, elbette Maneviyat Başkanlığı gibi bir organizasyona ihtiyaç kalmayacak ve dinler toplumsal ilişkiler tarafından her gün yeniden ve yeniden üretilmeyecektir.
[1] Volkan Ertit, Sekülerleşme Teorisi, Liberte, Ankara, 2019’dan aktaran U. Töre Sivrioğlu, Türkiye’de sekülerizmin kaynakları-2 https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiyede-sekulerizmin-kaynaklari-2-makale-1607669
[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/turkiyede-sekulerizmin-kaynaklari-1-makale-1605401
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.