Türkiye solunda tartışma ve eleştiri geleneği zayıftır. Her konuda olduğu gibi ilericilerin “dindar emekçilere yaklaşımı” konuşunda da bir istişare eksikliği var. Bu yazının tartışmaya, üzerine düşünmeye ve eleştirilere yol açması dileğiyle…
Sosyalizm öncesinde ve sosyalist kuruluşla birlikte dindar emekçiler için sosyalistler nasıl bir çalışma tarzı yürütmelidir? Bu soruya verilecek yanıt, sosyalist ideoloji ve politikalar, din-karşıtı ya da din-yandaşı olmadığından, tüm emekçiler için yapılacaklarla aynıdır. Bu nedenle sosyalizm öncesinde ve sosyalizm dönemi boyunca sosyalist öncü örgütlenmelerin, sendika ve meslek odası gibi mücadele örgütlerinin düzenlenişi ve işleyişi, eş deyişle yapılanması nasıl olmalı ve ne tür bir çalışma tarzına sahip olmalıdır? Öncelikle buna bakalım.
Toplumumuzdaki söylemlere, eğilimlere, konuşulan, benimsenen ve paylaşılan temalara uzanmak ve değmek, insanların günlük hayatlarındaki duygulanımlarına, düşünce ve davranış kalıplarına, ideolojik motiflerine katılmak, bunları ayrıştırmak, bazılarını onaylamayıp reddetmek, bazılarını sahiplenip anlamlarını dönüştürmek, siyasal mücadelenin içerisinde yer alan ideolojik mücadelenin temel karakteristiğidir. Bu mücadele işyerlerinde, mahallelerde, okullarda mekânlar oluşturarak, bu olanaklı olmadığında ağlar/organizasyonlar geliştirerek verilir. Bu mekânlarda ve/ya da organizasyonlarda önemli olan, dayanışma, yardımlaşma ve duygudaşlık içerisinde olunacak bir kültürel atmosfer oluşturmak, birlikte duyumsamanın, yorumlamanın, üretme ve etkin olmanın söz konusu olduğu pratiklerde bulunarak bir kolektivite yaratmaktır. Politik, kültürel, ideolojik üretimde bulunurken ve örgütlenirken Türkiye solunun ihtiyacı olan çalışma tarzı budur.
Emekçileri alternatif kültürel ve ideolojik değerlerin ve ilişkilerin atmosferi içerisine alarak, onların kendilerini örgütlemelerini sağlamak denenmelidir. Emekçileri “kazanmak”tan, onlara sosyalizmi “öğretmek”ten, ilerici düşünceleri “aşılamak”tan bahsetmiyoruz. Toplumsal dokudaki eğilimleri, pratikleri, değerleri, ideolojik motifleri dikkate almaktan, emekçiler arasında bulunup, onların sahip oldukları düşüncelere, eğilimlere, değerlere bir doğrultu vermeye çalışmaktan bahsediyoruz. Sosyalistlerin “öncülük” denilen işlevi aslında budur. Bu çalışma tarzına ya da politika üretme stiline “dışarıdan birilerine gazel okumak” yerine “birlikte gazel okumak” da denebilir.
Birçok konuda “kader ortağı” olduğunuz, aynı halkın evladı olarak birçok konuda farklılıklarla birlikte benzer düşüncelere ve duygulara sahip olduğunuz, yaşamsal süreçlerin doğallığı içerisinde etkileşimde bulunduğunuz kişilerde hissedilmelidir. Emekçiler, “bunlar bizden birileri” diyebilmelidir.
İşyerlerinde, mahallelerde ve okullarda sportif, sanatsal etkinliklerde bulunmak ya da birlikte bu etkinliklere katılmak, gezi turları düzenlemek, panolar hazırlamak, festivaller organize etmek, sohbet toplantıları ve söyleşiler düzenlemek, kitap okuma grupları oluşturmak vd… Bunlar verilebilecek örneklerden bazıları. Bu etkinliklerde olabildiği ölçüde ilerici değerleri işlemek, eğlenmek, rahatlamak, kendini gerçekleştirmek ve geliştirmek, kolektif iş çıkarmanın keyfine varmak gerekmektedir. Bunlar yapıldığında, emekçilerle birlikte mitinglere gitmek, basın açıklamalarına katılmak da mümkün hale gelir.
“Solcu kulüpleri” haline gelen, “ben söyledim, ben dinledim” pratikleri içerisinde debelenen ilerici sendikaların ve meslek odalarının içler acısı durumlarından kurtulmalarının yolu da budur. Bu mücadele örgütlerinin, gündemlerine aldıkları konuları neredeyse teknik/mesleki meseleler olarak görüp, yazıp-çizip, kimsenin dikkate almadığı araçlarla üyelerine “dışarıdan seslenme” yoluyla anlatmaları terk edilmeli, öncü kadrolar işyerlerinde ağlar örüp, ilişkiler geliştirip, etkinlikleri kolektif biçimde emekçilerle birlikte düzenlemelidir. İşyerlerinde seçilen temsilcilerin, sendika/meslek odası yönetimlerini oluşturması sağlanmalı, tepeden solcu grupların hazırladığı listelerdeki kişilere, seçimden seçime oy vermeye emekçilerin çağırılması dejenerasyonundan kurtulunmalıdır.
Aslında sosyalist öncü bir örgütlenmenin politikalar üretirkenki işleyişinde, kurullarının, birimlerinin, il/ilçe örgütlerinin çalışma tarzı da böyle olmalıdır. Bir bildiri mi yazılacak, bir forum düzenlenerek konu tartışılır ve ulaşılan sonuçlardan bildiriyi yazmak bir-iki yönetici/yönlendiriciye bırakılır. Bir konuda politik perspektif mi geliştirilecek, aşağıdan yukarıya doğru tartışmalar yapılır, öneriler alınır ve nihai içeriğe yönetici kurullar son şeklini verir. Ve benzeri, ve devamı… Bu işleyişin bir adı zaten var: Demokratik merkeziyetçilik. Evet, öncü parti, “demokratik merkeziyetçi” bir yapılanmaya, eş deyişle düzenlenişe ve işleyişe sahip olmalıdır.
Bahsedilen bu örgütlerin yapısının sosyalizm öncesinde bu şekilde oluşturulması gerektiği gibi, siyasal iktidar işçi sınıfına geçtikten sonra da bu yapı ve işleyiş korunmalıdır.
Önce nasıl yaklaşılmaması gerekir, buna bakalım.
Bunlar yapılmadığında, sosyalistlerin/ilericilerin, seküleri olsun dindarı olsun fark etmeksizin emekçi halkımızın tüm bireyleri, aileleri ve gruplarıyla etkileşimlerinde daha önce değindiğimiz çalışma tarzı yakalanmalıdır.
Aleviliğin barındırdığı değerler, adetler, pratiklere bakalım:
… camiyi değil cem evini ibadethane olarak gören, ibadetini camide namaz değil, cem evinde cem olarak yapan, oruç olarak ramazanı değil, Hızır ve muharrem orucunu gören, ‘Benim kabem insandır’ diyen, Sünni İslam’ın yasakladığı, kadın erkek birlikte ibadeti, ibadette kadınlı erkekli birlikte yapılan semahı, ayet diye nitelediğimiz deyiş ve duvazimamlarımızı, inanç önderi olarak kendilerinin atadığı devlet memurunu değil, Pir-Dede-Baba-Ana’yı gören, Sünni İslam’ın yasakladığı sazı ibadetinin baş köşesine telli kuran olarak yerleştiren, tüm canlıları eşit görüp, doğayı kutsayan, insanı da o doğanın efendisi olarak değil bütünün bir parçası olarak gören Alevilerin yüzlerce yıldır sürdürdüğü inancın tamamıdır.[1]
Bu satırlarla özelliklerinden bazılarını aktardığımız, bir din ya da mezhep olmayan Alevi inancı/kültürüyle, sosyalist ideolojinin ilişki kurmaması düşünülebilir mi?..
Sol kültür mücadele tarihinde bir Ruhi Su örneği var. Ruhi Su, Alevi-Bektaşi kültürüne ait deyişleri, türküleri, solun kültürel mücadelesinin içerisine ne güzel ve yetkin biçimde taşımıştır. Günümüzde Zeynep Baksi Karatay’ın türkülerde, Nezih Ünen’in Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’nda yaptığı gibi halkın folklorik öğelerini modernize ederek, yeniden şekillendirme yönündeki çalışmaların artmasına ihtiyaç yok mu?
Alevi inanç/kültürü, düzenle barışık olmayan unsurlar barındırır. Fakat Alevi örgütlenmeler ve “açılımcı” düzeneklerle Alevi kitleler düzene bağlanmaya da çalışılmaktadır. Aleviliğin üzerinde yürütülen bir mücadele var, bunu görmek gerekiyor. Düzen siyaseti ve egemen ideolojiyle barışmak bir yanda, sosyalist ideolojiyle ilişkilenmek bir yanda duruyor. Bu mücadelede pasif tavır almak ya da tavırsızlık, siyasette bir hatayı temsil ediyor. Aleviliğin, sosyalist ideolojiyle ilişkilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Alevi kültürünü işlemek, sahiplenmek önem taşımaktadır. Neden mi?.. Sosyalizm mücadelesinin kitleselleşebilmesi için, toplumun değerlerine uzanması ve dokunması gerekir. Bu değerlerin sağlıklı olanlarını işlemeden ve sahiplenmeden, halkla bağlar kurulamaz.
Alevi inanç/kültürünün düzene eklemlenmesine karşı direnç oluşturmak ve solun mücadelesini zenginleştirecek, bu mücadeleye güç katacak bir yol olmasını sağlamak, Türkiye sosyalist hareketinin görevlerinden biridir. Sosyalist hareketin, Aleviler üzerinde hegemonya oluşturması ve onları düzene eklemlenmekten, asimile olmaktan kurtarma mücadelesine katılmasından bahsediyoruz. Bu kültür ve inancın birçok sağlıklı değeri, kavramı, ilkesi var ve bunların sol/sosyalist değerlerle buluşturulması gerekiyor.
Alevilerin düzen siyasetine yamanmasını engellemek için, Alevi örgütlenmelerinin düzen içi yönelimlerini eleştirmek ve aynı zamanda kültürel mücadelede Aleviliğin değerlerini işlemek şart. Alevliğin, sosyalizm mücadelesinin şemsiyesi altına girmesi yönünde bir çaba için, ideolojik ve kültürel açıdan ilişki kurmak, Alevi değerlerini sahiplenmek ve işlemek, Türkiye solunun çalışmaları arasında yer almalıdır.
Dolayısıyla Marx’ın Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi-Giriş ve Yahudi Sorunu Üzerine adlı çalışmalarını yeterince kavrayamayan bir yazarın şu tavrı, hem yanlış hem de apolitik bir tavırdır:
Karl Marx ‘Din halkın afyonudur’ derken, ‘mezhepler hariç’; ya da ‘Alevilik hariç’ dememiştir. Çünkü din, bazıları ne kadar kendine aykırı olsa bütün mezheplerinin, tarikatlarının, “kültürlerinin” toplamıdır.
Alevilik yakın zamana kadar devrimci bir halk kültürü olarak; bir mezhep olarak tarihin devrimci ve olumlu yanındaydı; onun yapılmasına katkıda bulunuyordu.
Bugün için artık Marx’ın din, özel olarak da Yahudilik için ne söylemişse elbette istisnasız bütün dinler ve mezhepler, din yolları için, dolayısıyla Alevilik için de aynı şeyi, aynı netlikle söyleyebiliriz:
Alevinin toplumsal özgürleşmesi, Alevi toplumun Alevilikten özgürleşmesiyle mümkündür.[2]
Oysa Alevi topluluğunun, dinden ve Alevi inancından tamamen özgürleşmesi, komünist toplumda gerçekleşebilecek bir durumdur. Bu özgürleşmeye ulaşabilmek için önce “toplumsal özgürleşme” olan sosyalist siyasal ve toplumsal devrimin yaşanması gerekir. Alevilerin “toplumsal özgürleşme” için verilen mücadeleye katılmaları, inanç ve kültürlerini terk etmelerini istemek şeklinde çocukça bir taleple sağlanamaz. Tersine inanç ve kültürlerindeki bazı öğeler, sosyalizm mücadelesinin bileşimine katılıp, bu mücadeleye olanaklar sunabilir.
Peki materyalizmle ya da Marksizmle Aleviliğin bir sentezi mi yapılmalıdır? Böylesi bir iş, olanaklı olmadığı gibi, akıldan bile geçirilmemelidir. “Sol ilahiyat” oluşturma yönündeki zırvalıklara da itibar edilmemelidir. Sadece ve sadece Aleviliğin değer ve motifleri, sol/sosyalist kültürel mücadelede yer almalı ve işlenmelidir… Böylesi bir çaba “fırsatçılık” olarak görülemez. Bu öneri, ilericilerin mücadelesi için bazı Alevi motiflerin ve kültürel öğelerin (örneğin ortakçılık, doğa ve insan sevgisi vd.) benimsenmesi ve sol değerlerle kaynaştırılması isteğini yansıtır.
İdeolojiler, doktrinler olarak değil de günlük hayatta insanların yaşamsal etkinliklerinin ideal boyutu olarak kavranırsa; materyalist tutum, davranış ve düşünme kalıplarına sahip olan bir birey, aynı zamanda metafizik inançlara da sahip olabilir. Materyalist felsefi ideoloji, bilimsel düşüncelerle uyumlu bütünlüklü bir “inanç” olduğundan bir materyalist kendini ateist olarak dar bir çerçevede tanımlamayabilir. Bir ateist, materyalist ve hümanist ve aynı zamanda seküler olarak kendini tanımlayabileceği gibi, militan bir ateist olarak sadece dine karşı savaşım verdiğini iddia edebilir. Bir seküler birey, bir deist olarak materyalist/ateist ya da ayrıca hümanist olmayabilir. Tersine seküler bir insan bunların hepsine sahip çıkabilir. Resimdeki inanç/tutum/düşünce ve davranış kalıplarını anlatan ideolojiler arasındaki kesişmeler ve birliktelikler ile kesişmezlikler bu şekilde kavranmalıdır.
Ateizmin birçok çeşidi olsa da bu çeşitlerin hepsinde gözlenen genel nitelik dine/tanrı inancına referansla kendilerini tanımlamalarıdır. Ateizm dine ve metafizik düşüncelere reddiye, tanrının varlığına dair bir yadsımadır.
Materyalizm, evrenin bir yaratıcıya ihtiyaç duyulmadan içerdiği olayların, süreçlerin, ilişki ve etkileşimlerin gözlemler ve deneyler yapılarak bilimsel açıdan incelenip kavranabileceğini benimser. Gerçeklik bilinebilirdir ve bilindiği ölçüde üzerinde denetim ve kontrol kurulabilir.
Materyalizmin almış olduğu tarihsel-diyalektik materyalizm formunda, tanrı inancının, metafizik fikirlerin ve dinlerin, toplumsal ilişkiler ve pratikler tarafından nasıl üretildiğine dair, bilimsel araştırmaların sunduğu bilgilerle oluşturulan bir perspektif bulunur. Dolayısıyla materyalizm, kendini din-karşıtlığı, tanrı inancını reddetmeyle sınırlamaz. Materyalizm, ateist bir tavra indirgenemez. Materyalizm, bunun ötesindedir ve bilimle uyumlu bir felsefi anlayış/ideolojidir.
“Tanrı”nın ya da diğer metafizik kavramların nesnel gerçeklikte var olup olmadığına dair bilimsel bir sorgulama/araştırma yürütmek mümkün değildir. Fakat bu inançların toplumlarda/tarihte insanların pratikleri içerisinde ve zihinlerinde nasıl doğup, geliştiklerine, ayrıca yaşamsal etkinlikleri nasıl yönlendirdiklerine dair bilimsel ve materyalist felsefi bir kavrayış bulunmaktadır.
İnsanların yaşam etkinliklerinin ideolojik/ideal boyutunda yer alan dinlerin, her gün yeniden üretimi, temelde insanların doğadaki ve toplumdaki süreçleri şeffaflıkla ve doğrulukla kavrayamamalarına ve yaşamlarını etkileyen bu süreçleri kontrol edememelerine bağlıdır. Yaşamsal etkinliklerin, realist ve bilimsel düşünceleri de doğurduğu görülmelidir. Yani insanlar günlük etkinliklerinde metafizik fikirlerin yanı sıra materyalist/realist fikirler de üretirler ve bilimsel de düşünürler. Elbette gerici bir sınıf olan sermaye sınıfının toplumsal iktidarının korunması ve yeniden üretilmesinde dinlerin ve metafizik ideolojilerin çeşitli yollarla ve yapılar aracılığıyla öğretilmesi, aktarılması, propagandası da gerçekleşmektedir.
Doğadaki ve toplumdaki olguların/süreçlerin, bütün insanlar tarafından, sağduyu düzeyinde bile realist/bilimsel/materyalist bir şekilde kavranışı, tarihin komünizm döneminde gerçekleşecektir. Bu ancak, toplumu bütün üyeleriyle kucaklayacak kolektif bir örgütlenmeyle, devletin toplumsal örgütlenmeyle eşitlenmesiyle ve planlı toplum mühendisliği etkinlikleriyle, toplumsal düzenleniş ve işleyiş (=yapılar) üzerinde kolektif bir denetim ve egemenlik sağlandığında mümkündür.
Komünizme geçiş toplumu olan sosyalizmde, ateizmin ne propagandası yapılır ne de ateizm yaygınlaştırılır. Toplumsal aydınlanma seferberliği dâhilinde bilimsel düşüncelerin ve materyalizmin farklı alanlarda benimsenmesi ve yaygınlaşması doğrultusunda politikalar izlenirken, bireylerin inançlarına tam bir özgürlük ortamı sağlanır. Dinin siyasal ve iktisadi örgütlenmelere referans olmasıysa önlenir.
Tarihteki idealizm ile materyalizm, başka bir görünüm altında dinler ile bilim arasındaki karşıtlık ve mücadele gerçek bir olgudur. Toplumsal etkinliklerde üretilen bu ideolojik/ideal boyutların arasındaki karşıtlığın aşılacağı tarihsel dönemin adı sosyalizmdir. Komünist dünya toplumunda ise, idealizmin ve dinlerin yerini ateizm almayacak, bilimsel düşünceleri, materyalizmi, hümanizmi ve günlük hayatın içindeki bin bir sağduyu öğesini kapsayan realizm, ideolojiler dünyasına hâkim olacaktır. Çünkü metafizik ideolojiler, nesnel/toplumsal dünyanın bir bileşeni ve yaşamsal etkinliklerin ideal boyutu olarak, insanların doğal olmayan/yabancılaşmış ilişkilerinin ve pratiklerinin ürünüdür. Doğadaki ve toplumdaki süreçler büyük oranda denetlendiğinde veya kontrol altına alındığında, toplumun işleyişi kolektif olarak belirlenebildiğinde ve bilimsel kriterlerle düzenlendiğinde, idealizmi, dinleri, mistik inançları ve irrasyonalizmi kapsayan metafizik ideolojiler yeniden üretilemez duruma gelmiş olacaktır.
[1] https://www.evrensel.net/yazi/71225/alisiz-alevilik-meselesi
[2] https://eskimiyen.com/alisiz-aleviler-ve-alevilikin-toplumsal-ozgurlesmesi/
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.