Emeklilik fonlarının burjuvazi tarafından yağmalandığı, ucuz sermaye kaynağı olarak kullanıldığı herkes için malumdur. Bu fonların işçilerin kendileri tarafından yönetilmesini ve denetlenmesini talep etmek bu nedenle esastır
Kapitalist toplum, bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün üretim tarzları içinde, en örgütlü toplumdur. Üretiminde dayandığı toplumsal gücü örgütlü olmasında yatar. Her doğanı olduğu gibi, her öleni de kayıtlara geçirip, örgütler. İşçi sınıfı da en az karşıtı kadar örgütlü bir sınıf olmak, mücadelesini örgütlü devlet gibi sürdürmekle mükelleftir. Burjuva hukukuna göre burjuvazi ve işçi sınıfı “eşit iki taraf” olarak değerlendirilirse de eşitler arasındaki son sözü, sahip oldukları maddi, örgütsel toplumsal güçleri söyler. İşte bu nedenledir ki kapitalist sınıf, işçi sınıfını, çalışanından emeklisine, stajyerinden öğrencisine, kadın işçisinden erkek işçisine, dindarından sekülerine, beyaz insanından siyah insanına, Türk’ünden Kürt’üne, yerlisinden göçmenine bin parçaya bölmeye, parçalamaya ve böylelikle de örgütlülüklerinin önüne geçmeye çalışır. Toplumsal üretimin tarafı olarak işçi sınıfı, tüm ayrımları yok eden çıkar birliğine sahip nesnel bir sınıf olarak, bir bütün olarak örgütlenebilmenin korkunç gücünü de içinde taşır.
Kapitalist, işçiyi, bütün zincirlerinden koparılmış bir vaziyette piyasada hazır bulmuş gibidir. İşçi de kapitalisti. Birinin elinde geçim araçlarının özel mülkiyeti, diğerinin elinde de emek-gücü, yani iş yapma, üretme kapasitesi. İşçi kendisini ve soyunu emekgücünü satabildiği ölçüde var ederken, kapitalist de emekgücünü satın alıp kullanımından doğan değeri ele geçirdiği müddetçe varlıklarını sürdürme kabiliyetlerine sahiptirler. Biri, geçim ve üretim araçlarını, emekgücünü satın alıp kullanımını sağlayamazsa, diğeri de emekgücünü satamaz ise bütün var olma yeteneklerini kaybedecekler, krize düşüp var olma ya da yok olma durumuyla karşı karşıya olacaklardır. Her ne kadar, tek tek kapitalistin ve işçinin çıkarlarından ve mücadelesinden söz ediyor gibiysek de mücadele her adımında sınıf bütünlüğündedir. Tüm bu bireysel süreçlerin içinde oluştuğu kapitalist üretim biçimi, takip ettiğimiz tek tek ilişkilerin hem yaratıcısı hem alanıdır. Kapitalist üretim biçimi, burjuvazi ile işçilerin, sınıfsal varlıklarının yaratıcısı, ürünü ve uzlaşmaz çelişkilerinin de taşıyıcısıdır.
İşçinin bireysel gibi görünen hak ve kazanımları, üstelik yaşamının her devresini kapsayacak biçimde, toplumsal üretim biçiminin sınıfsal belirlenimlerinin parçasını oluşturup, sınıf örgütlerinin örgütlü mücadelesi ile sınırları çizilen bir alan olarak karşımıza çıkar. İşçi sınıfının, kendisini yeniden üretirken bir ve aynı zamanda sermayeyi ve sermaye toplumunu da genişlemiş ölçekte yeniden ürettiği akıldan çıkarılmamalıdır. Kapitalist toplumun üretici gücü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfının ürettiği değerlerin sahibi ise sermaye sınıfı yani kapitalist sınıftır. Bu kapitalizmin emek ile sermaye arasındaki temel çelişkisidir, işçileri ve kapitalistleri sınıf bütünlüğünde harekete zorlayan da bu çelişkidir.
Emekgücünün alınıp satılmasındaki mücadele de, tekil işçinin salt aktif çalışma dönemi için yapılıyor gibi görülür. Oysa işçinin kendisini yetiştiren ve kendisinin de yetiştirdiği ve dolayısıyla bakmak zorunda olduğu aile efradı için ve kendisinin emekgücü kapasitesini yitirdiği, çalışamaz duruma geldiği zamanlar için, bir pazarlığı ve mücadeleyi sürdürdüğü pek görünür değildir.
İşçiler alıcı buldukları ölçüde, emekgüçlerini satarlar. Bu satıştan elde ettikleri ücretle kendilerinin, ailelerinin, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılarlar. İşçinin üretme kapasitesi belli bir yaştan sonra başlayıp, belli bir yaşa kadar, kullanım biçimine ve çalışma koşullarına göre uzun ya da kısa süre devam eder. Her işçi ailesi biyolojik ihtiyaçları yanında, eğitim, sağlık, yaşlı ve çocuk bakımı ihtiyaçlarını karşılayıp, emekgücünün güncel ve gelecekteki üretimi sürekli hale getirilmeli ve üretilen emekgücü de kapitalist sınıf tarafından satın alınmak üzere toplumsal üretimin emek gücü pazarına sunulmalıdır. Emekgücü pazarının her daim hazır ve emekgüçlerini satmak isteyenlerce dolu tutulmasına rağmen, kapitalist sistemin tüm emekgücünü işe koşacağının garantisi elbette yoktur ve bu durum, bankalara, tefecilere borçlanıp, ödeme güçlüğüne düşenleri, göçleri, kavgaları, cinayetleri, her türlü hırsızlık, fuhuş, kumar, uyuşturucu ticaretini, dolandırıcılığı, ahlaki ve fiziki yozlaşmayı içeren uygun zemini oluşturur.
Her emekgücü sahibi hem kendi soyunun devamı, hem de kendi yerini dolduracak bir yedeğini de yetiştirmek, bunların giderlerini de karşılamak zorundadır demiştik. Bugün bize, kapitalist sınıfın temsilcileri tarafından “üç çocuk” diye durmadan telkinde bulunulmasının kaynağı budur.[1] Tüm bu çerçeve içerisinde açıktır ki, sınıfın geleceğini oluşturmak, aynı sınıfın geçmişini de sahiplenmek demektir. Her bir emekgücü satıcısı sadece iş bulup çalıştığı günlerin ihtiyaçlarını karşılamakla yetinemez. İleriki yaşlarında şu ya da bu şekilde çalışamaz duruma düştüklerinde yaşamlarını idame ettirebilmeleri için, sınıfın kendisine ait bir sigorta fonu da oluşturulmak zorundadır.
İşçi sınıfının birlikte hareket edeceği, sahip çıkacağı örgüt ve örgütlenmelerden ilki işçi sendikalarıdır.
İşçilerin iş göremez duruma düştüklerinde kendilerini ve ailelerinin yaşamını idame edecek olan emeklilik ve sigorta kurumu bu örgütlenmenin temel konularından birisini oluşturur. Bu nedenle sigorta kurumunun işletilmesi, yönetilmesi, denetlenmesiyle birlikte, sağlık, iş kazası, analık, meslek hastalığı, yaşlılık bakımına ilişkin olarak, sigorta primlerinin nasıl işletileceği, işletildiği, bundan hak sahiplerinin nasıl yararlandıkları da önemlidir ve doğal olarak işçi sendikalarının konusudur. İşsizlik Sigortası’nın işletilmesi, yönetilmesi, denetiminin sağlanması, burjuva çıkarlara teslim edilecek bir alan değildir. Benzer şekilde kıdem tazminatlarının işçi örgütleri ve sendikalarınca işletilmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi işçi sınıfı örgütlerinin temel mücadele alanlarından birini oluşturur. Tüm bunlar toplu sözleşmenin kapsamı içinde, işçi sendikalarının görev ve sorumluluk alanlarını oluşturur.
İşçilerin, burjuvazi ile verdikleri mücadelenin içeriği ve biçimleri, işçilerin bir parçasının şu ya da bu alanda bulundukları yere ve statüye göre, işsiz kaldıklarında, emekli olduklarında ve benzeri tüm durumlarda belirsizleşmektedir. Bu belirsizliği yaratan en önemli nokta, kapitalist sınıfın toplumu örgütleme süreçlerinde mümkün olduğunca işçileri birbirlerinden kopararak, kopan her parçanın sorunlarının kendileriyle baş başa kalmalarından kaynaklanır. Bu durum emeklilik döneminde bariz bir şekilde kendisini gösterir. Aktif çalışma dönemi ile emeklilik dönemini, öğrencilik, eğitim, işsiz/iş bulma ve benzeri dönemlerinin, keskin bir şekilde birbirinden ayrıymış gibi ele alınması yanılgısı ne yazık ki genel kabul görmektedir. Kapitalist sınıf, işçinin yaşamıyla ve toplumsal varoluşuyla bütünlenen çalışma dönemini, aktif çalıştığı dönemde, çalıştığı yer/fabrika, işkolu ile sınırlı tutarak ve çalışamayacak duruma düştüğü dönemi de, Sosyal Güvenlik Kurumu ile sınırlayarak birbirlerinden ayırmakta ve bu iki dönemi sadece sermaye, finans ilişkisi içinde bağlanan bir yapı olarak sunmaktadır.
Burjuvazinin, emekli olan işçilerin sendikal bağlarını koparmalarını yasal olarak düzenlemesi ve emeklilerin buna tepki olarak oluşturduğu sendikal girişimleri, burjuva mahkemelerinin “Emekliler sendika kuramaz”[2] gerekçesiyle reddetmesi işçi sınıfını parçalama çabasının açık ifadesidir. İşçilerin emekli olduklarında, var olan sendikal üyeliklerinin sürmesi ve bu şekilde, sektördeki sendikaların kendi emeklilerini de kapsamakla oluşturacakları bütünlüklü sınıfsal gövde, burjuvazinin korkusudur. Sektör emeklilerinin, çalışanlara aktaracakları deneyim ve bu deneyimli işçilerin emekli olmakla bireysel işveren baskısından görece kurtulmuş olmaları, sendikaları ve mücadelelerini kontrol etmeyi burjuvazi için güçleştirir. Burjuvazinin bu korkusudur ki, mahkemelerine, emeklileri ait oldukları sendikadan koparıp sonra da sendika kurmalarını yasaklayarak “yok hükmünde” kararlar aldırtmaktadır.
Emeklilerin ödemelerinin, SGK gelirlerini var ettiği söylenen aktif çalışanlarca yüklenildiği biçimindeki propagandalar artık eskidiğinden yeni tartışmayı, çalışanlardan kesilen emeklilik paylarının yönetilmesi ve nemalanması ekseninde oluşturmaktadırlar. Emeklilerin ve özellikle emekli sendikalarının bu konudaki ilkesel duruşları önemlidir. Kapitalistler emekli fonlarını birer sermaye unsuru olarak gördükleri için sosyal güvenlik sisteminin de salt sermaye ilişkisi içinde değerlendirilmesini istemektedirler. Mevcut SSK–SGK sitemi, burjuvazinin tüm silme çabalarına rağmen, toplumsal üretimde sigortalıların yeniden üretimine dair izler taşırken, bu sisteme alternatif olarak devreye sokulmaya çalışılan “Bireysel Emeklilik Sistemi” (BES) [3] ise doğrudan sermayenin unsuru olarak, finansal sermayelerin işlem gördüğü “borsa”da değerlendirilerek, tümüyle sermaye hareketinin içine dahil edilmekte ve bu sistemin içindeki emeklilerin varlıkları bir borsa spekülasyonu konusu olarak görülmektedir.
Emeklilik fonlarının burjuvazi tarafından yağmalandığı, ucuz sermaye kaynağı olarak kullanıldığı herkes için malumdur. Bu fonların işçilerin kendileri tarafından yönetilmesini ve denetlenmesini talep etmek bu nedenle esastır. Daha önemli olan ise, 25-30 yıl önce ücretin bir kısmı olarak ayrılmış sigorta paylarının, kapitalizmin, ekonominin finansal dalgalanmaları içinden geçirilip, güncel değerlerinin belirlenmesinin nasıl yapılacağı oluşturmaktadır. İşçilerin bu konuda bilince çıkarılmış bir programı yoktur. İşçi sınıfının öznesi ve sendikalar konuyu, kapitalist toplumsal üretimin, iki sınıfı arasında süren mücadelenin, bütünlüklü formunun, bir özel uzantısı ekseninde ele almalıdır. Bu sorun, işçi sınıfının bir kısmı, bir bölümü olarak nitelenen ya da daha da kötüsü, işçi sınıfı dışına çıkmış kişiler olarak ifade edilen emeklilerin ne bireysel ne de finansal bir sorunudur.
Aklı, kapitalist sınıfın yeniden üretimi üzerinden kuranlar, emeklilik fonunun iyi bir yönetimle nemalandırılması ve eksiğiyle fazlasıyla bu fonun paylaşılması çözümünü sunmaktadırlar, ki bu büyük bir yanılgıdır. Emekgücünün satımının pazarlığı, burjuvazi ile yapılan sözleşmenin temelini oluşturur ve emek gücünün temel değeri, işçinin varlığını yeniden üretebilmesinin, güncel koşullarını karşılamak üzerinden belirlenir. İşçinin varlığını sürdürme koşullarının içine, yeni işçilerin yetiştirildiği, ailesinin giderlerinden, sağlık, kültür giderlerine ve konumuz olan işçinin çalışamayacağı günlerin giderlerine kadar her şey dahildir.
İşçinin çalışamayacağı günler için oluşturulan emeklilik fonu, üretim sürecinde, burjuvazi ile emek gücü arasında pazarlık konusu olan fiziksel geçim araçları üzerinedir. Bu fonun bir sermaye kalemi olarak sermayenin dolaşımına dahil edilmesi ve nemalanmasının finansal sermayenin bir unsuru olarak oluşturulması bu nedenle ölçü olamaz. Emeklilik fonu, çalışamayacak duruma düşen işçilerin hayatlarının devamını sağlayacak biyolojik, sosyal, tüm ihtiyaçların güncel karşılıklarının fiziksel varlığı ile açıklanır. Bu fon, sermayenin faiz, kur, kâr, tahvil, hisse senedi vb. kategorilerinin nemalanması ekseninde değil, işçinin güncel varlığının üretilmesi ekseninde tarif edilmelidir.
İşçinin varlığının sürdürülmesinin güncel karşılığı bu nedenle sermayenin finans kategorilerinin üzerinden değil, işçi, burjuva pazarlığının güncel düzeyiyle belirlenir. Çalışan işçilerin toplu sözleşmelerinin düzeyi, çalışamayacak hale gelmiş işçilerin yaşam düzeylerini de belirler. Emeklilerin ulaşabilecekleri yaşam araçlarının miktarını, bu araçlar fondan karşılanıyor olsa da emeklilik fonunun finansal artısı eksisi değil, çalışan işçilerin emekgüçlerini sattıkları güncel düzey belirler. İşçinin emeklilik için on yıllar önce ayrılan emekgücünün güncel miktarı, çalışan işçilerin toplu sözleşme ile elde ettikleri emek gücünün değerinin güncelliği oranında belirlenir.
İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki emekgücünün ederi, mücadelesi, aktif çalışan işçi ile posası çıkarılmış işçi arasında bir ayrım göstermez. Bu nedenle çalışanların toplu sözleşmesi dışında, finansal araçların türevi haline getirilmiş bir saymaca emeklilik fonunun varlığı ve emeklilerin bu fona mecburiyeti sadece burjuvazinin hayalidir. İşçiler için çalışmak ve çalışamaz hale gelmek, çalışma sürecinin bütünlüğü içindedir ve dolayısıyla mücadelesi de bütünlüklü olarak güncel toplu sözleşme süreçlerinde verilir.
“Birlikte tutulanlar birlikte asılırlar.”
[1] Burjuva toplumun nüfus yasası geçerliyken bu tür telkinlerin pek de katkısı olmadığı TUİK 2023 Nüfus ve Doğurganlık İstatistiklerinden de çıkarmak mümkündür. Ayrıca kapitalist sınıfın sürekli elinin altında canlı bir emek gücünün var olması gerektiği, bunun için de her yolu denediğinin canlı bir örneği de “Yurt dışından Emek Göçü”’ne izin vermesi, mülteci gruplarına kolaylıklar tanınmasından anlaşılması gerekende budur.
[2] Yargıtay HGK. 2020/(22)9-189E. 2020/888K. 17.11.2020.
[3] Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) ve Otomatik Kayıt Sistemi’nde (OKS) toplam fon büyüklüğü 1 trilyon lirayı aştı Bireysel emeklilik sistemi, kurulduğu 2003 yılından bu yana istikrarlı büyümesini hız kesmeden sürdürüyor. Emeklilik Gözetim Merkezi (EGM) verilerinden derlenen bilgilere göre, BES’e 9 milyon 61 bin 975 kişi dahil olurken, toplam fon büyüklüğü devlet katkısı dahil 934 milyar liraya yaklaştı. OKS’de ise 7 milyon 323 bin 573 katılımcı yer alırken, toplam fon büyüklüğü devlet katkısı dahil 69 milyar lira civarında gerçekleşti. Böylelikle BES ve OKS’deki toplam fon büyüklüğü kurulduğu günden bu yana 1 trilyon 2 milyar 409 milyon liraya ulaşırken, toplam katılımcı sayısı 16 milyon 385 bin 548 kişiye yükseldi. Sektör, 2023 yılını BES ve OKS dahil 756 milyar 421,5 milyon lira fon büyüklüğü ve 15 milyon 979 bin 96 katılımcıyla tamamlamıştı. Yılbaşından bu yana katılımcı sayısı 406 bin 452 kişi, toplam fon büyüklüğü de 245 milyar 988,1 milyon lira artış gösterdi.
Önceki yazılar:
*İletişim için: [email protected]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.