Özel mülkiyetin varlığı demek sahipli eşya olup olmamak demektir. Eğer sahibi yoksa bir hayvanın tecavüze uğraması, kezzapla-tekmeyle öldürülmesi adalet dışı bir davranış olarak görülmez, görülmeyecektir
İnsan, doğa ve hayvan arasında insanın belirlediği düzensizlik, tahakküm, zor yoluyla baskının derinleştiği bu günlerde gündem, adalet-adaletsizlik üzerinden okunup tartışılmakta. Biz de bu yazımızda adalet ve adaletsizliğin yansımalarına vurgu yapacağız. Adaletsiz olana karşı tepki vermedikçe adaletin varlığından söz etmenin imkansızlığına değineceğiz.
Adillik, hak, gözetmek anlamlarını barındıran adalet, adala-adele köküne sahip. Bilindiği gibi ‘adale’nin bir diğer anlamı fiziksel olarak kas yapısını temsil etmesidir, yani fiziksel gücü. Günümüz kapitalist sistem işleyişi üzerinden değerlendirildiğinde adale (güç) ile adalet arasındaki sıkı bağları görmek mümkün. İnsanı merkeze, doğayı ve hayvanları onun çevresine ve hizmetine koyan hakim anlayış, güç ile adaleti aynı zemine oturtur. Biraz daha derinden bakarsak; günümüz koşullarında; ekonomi>insan>hayvanlar ve doğa dizilişi geçerli. Yani piyasa sistemini başa koyan, temel belirleyici yapan neoliberal anlayış hayvanları ve doğayı en sona atmakta. Halbuki diziliş tam tersi yönde olmalı. Ancak böyle olursa aralarındaki sömürü ilişkisi kalkmış olur. Hayvanlar ve doğa>insan>ekonomi dizilişi yatay bir diziliş olacaktır.
Yukarıdaki söz ettiğimiz diziliş yapısı güçle birlikte özel mülkiyetin de taşıyıcısıdır. Özel mülkiyetin varlığı hayvanların eşya/mal statüsünde görülmelerini sağlar. Hayvanların birer eşyaya dönüştürülmesi onlar için adaletin sona erdiğinin göstergesidir. Özel mülkiyetin varlığı demek sahipli eşya olup olmamak demektir. Eğer sahibi yoksa bir hayvanın tecavüze uğraması, kezzapla-tekmeyle öldürülmesi adalet dışı bir davranış olarak görülmez, görülmeyecektir.
Tekme örneği adale ve adalet arasındaki ilişkiyi anlatması bakımından önemli. Tekme (adale gücü) sahipsiz (eşya) olan bir sokak hayvanını öldürdüğünde bu adaletsiz bir durum olarak görülmemekte. Bir buzdolabını ya da çamaşır makinasını tekmelemekle hayvanı tekmelemek arasında fark görmeyen sistem adaletin terazisini de hileli hale getirmekte! Unutmayalım ki adale gücü eşitsizliklerin hakim kılınmasında önemli bir yere sahip.
Adalet, çoğunlukla zihinde dile getirilen soyut bir kavram. Buna karşılık adaletsizlik fiili bir durumu göstermekte. Adalet kavramı da yaşanan adaletsizliklere tepki koyan anlayış ve fikirler/eylemler üzerinden inşa edilmekte. Adaletin varlığı adaletsizlik ile yapılan mücadelelerin çokluğuna ve başarısına bağlı.
Önemli bir durum da adalet ve adaletsizliğin sadece hukuki boyuta indirgenerek tartışılıyor olması. Örneğin hayvanlara saldırı politik bir merkeze sahiptir. Politik saldırıya sadece hukuki kanallarla cevap verilemez. Elbette başlangıç için hukuki yollar gereklidir fakat sonrası için yeterli değildir. Politik saldırının olmazsa olmaz cevabı politik olmalıdır. Politik cevap, bir araya gelmeyi, sesle birlikte sözü de yükseltmeyi gerektirmekte.
Ekonomi>insan>hayvan/doğa dizilişi politik cevapların önünü tıkayan ve gerçeğin politikleşmesinin önüne engeller koyan bir yapıdadır ve bunu unutmamak büyük önem taşımaktadır.
Adalet ve eşitlik arasındaki bağlara da kısaca değinelim. Adaletsizliğin dozunun arttığı dönemlerde eşitlik kavramı onun yerine kullanılmak üzere gündeme getirilir. Savunu basit ve nettir: İnsan olmayan canlılar insanla eşit olamazlar ve bu nedenle onlara adaletli davranmak gerekmez! Burada bir aldatmaca var: Adalet, eşitlikle bir tutuluyor ve böylece eşitsizliklerin üstü örtülüyor.
Adaletsizliklerin sıradanlaştırılması adalet kavramının içinin boşaltılmasına yol açmakta. İçi boşalmış adalet anlayışı süreci teknik/biyolojik etmenlere indirgemekte, yani insan, hayvan ve doğa için yaşamı ıstıraba sürüklemektedir.
Yazı boyunca belirttiğimiz şemada ekonomi (yani piyasa sistemi/kârlar) başta olduğu sürece özellikle hayvanlar üzerindeki baskı, şiddetini arttırarak devam edecektir. Sadece bekleyerek, sessiz kalarak, yerinde oturup izleyerek adaletsizliklerin sona ermesini beklemek Samuel Beckett’ın kulaklarını çınlatacaktır .
Eros’un aziz hatırasına ve katledilen binlerce canın anısına ithaf ettiğimiz yazımızı Samuel Beckett’ın harika eseri “Godot’yu Beklerken”den bir diyalogla bitirelim:
– Neyin var senin?
– Mutsuzum
– Sahi mi? Ne zamandan beri?
– Unutmuşum!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.