“Beyoğlu’nda yaşayan yoksul göçmenler, mülteciler her gün işlerine gidip geliyor, onları Beyoğlu sokaklarında, alışveriş ederken, eğlenirken, kafe ve restoranlarda yiyip içerken görmüyoruz aslında. Popüler söylemde “Araplar Beyoğlu’nu işgal etti” denilirken kastedilen aslında Ortadoğulu turistlerdir, Beyoğlu’un en metruk binalarında barınma imkanı bulmuş yoksul emekçi göçmenler değil”
“Göçmenler: Türkiye’nin “En Alttakiler”i mi?” dosyamız kapsamında Prof. Dr. Hatice Kurtuluş ile söyleşi yaptık. Kurtuluş, dosyamızda da incelediğimiz “Hak temelli yerel politika bağlamında Beyoğlu’ndaki göçmenler: Nitel bir araştırma” ve “Göçmen Mahallelerinde Yaşam: Türkiye’de 2010 Sonrası Göçler ve Göçmenlerin Toplumsal Katılımı” çalışmalarının her ikisinde de yer almış bir isim.
Kurtuluş İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğretim üyesi ve kent sosyolojisi alanında uzmanlaşmış bir sosyal bilimcidir. Lisans derecesini siyaset bilimi ve kamu yönetimi alanında, doktora derecesini şehir planlama alanında almıştır. Doktora sürecinden itibaren kent sosyolojisi alanında akademik çalışmalarını sürdüren Kurtuluş’un, Türkiye’nin kentleşme deneyimi, İstanbul’un mekânsal tarihi ve kentleşme deneyimi, mimarlığın sosyolojisi, kentsel ayrışma, kentsel sınıfsal coğrafya, göç ve göçmenliğin mekânsallığı, konularında araştırmaları ve yayınları bulunmaktadır. Yurtiçinde kent sosyolojisi ve göç sosyolojisi alanlarında sürdürdüğü araştırmalara dayalı yayınlarının yanı sıra yurtdışında “Kuzey Kıbrıs’ta Türkiyeli Göçmenlerin Sosyo-Mekânsal Bütünleşmesi” başlıklı proje ile Kuzey Kıbrıs’ta ve “Kuzey Ren-Vestfalya Sanayi Havzasının Sanayisizleşme Sürecinde Türkiyeli Göçmenlerin Mekânda Tutunma Stratejileri” başlıklı proje ile Almanya Bielefeld Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde TÜBİTAK destekli araştırmalar gerçekleştirmiş ve yayınlar yapmıştır.
Çalışma nasıl başladı? Çalışmayı kısaca özetleyebilir misiniz? Hangi illerde yapıldı ve neden seçtiniz?
Araştırmayı Deniz Yükseker, Uğur Tekin ve Esra Kaya Erdoğan’la birlikte ve Heinrich Böll Derneği’nin desteğiyle 2022 yılı yaz-sonbahar aylarında gerçekleştirdik. Nicel araştırma 17 ilde yapıldı. Bu illerin içinden seçilen 5 ilde de nitel araştırma yapıldı. Bu illerin seçilmesinin yöntemsel bir nedeni vardı. Birinci aşamada illeri resmi verilerdeki kayıtlı göçmen sayısına göre sınıflandırdık ve her bir kategoriden bölgesel temsilleri de dikkate alarak il örneklemi oluşturduk. İkinci aşamada bu illerde göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları mahalleler arasından yine bazı yöntemsel kriterlere göre mahalle örneklemini oluşturduk.
Raporun yöntem kısmında uzun uzun anlatıyoruz bu örneklem modelimizi. Böylece 17 ilde 38 mahallede bu örnekleme dayanarak yüz yüze görüşme yöntemiyle göçmen ve yerli nüfus yarı yarıya olmak üzere 3866 anket uyguladık. Niye mahalle çalıştık? Çünkü biz göçmenlerin entegrasyonunu değil, göçmenlerin topluma katılımını sorgulayacaktık. Gerek akademik çalışmalarda gerekse göç politikalarında kullanılan entegrasyon kavramına eleştirel yaklaşıyorduk.
Biz toplumsal katılımı çalışma hayatına katılım imkanı, emek pazarına işgücü olarak katılım, sağlık, eğitim ve diğer kamusal hizmetlere erişim imkanı, barınma imkanı ve kültürel, sosyal ve hatta politik yaşama katılım imkanı olarak değerlendiriyorduk.
Aynı kriterler yerli nüfus için de geçerliydi. Yani yerli nüfus da sistemden ne kadar pay alabiliyor? Bu nedenle mahalle ölçeğini esas aldık ve mahallede yaşayan yerli ve göçmen nüfusa aynı soru kağıdını uyguladık. Bu mahalleler göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı yoksul mahallelerdi.
Daha önce Beyoğlu bölgesindeki göçmenlerle ilgili nitel bir araştırma yapmıştınız? O araştırma hangi tarihleri kapsıyordu? O tarihten bu yana Beyoğlu’ndaki bulgularınızda değişim var mı?
Biz bu büyük ölçekli çalışmayı yapmadan önce, ondan yaklaşık bir, bir buçuk sene kadar önce, 2021 yılında Beyoğlu’nu çalışmıştık. İBB’nin Beyoğlu stratejik planı hazırlanırken, o plana katkı sağlamak üzere, Beyoğlu’nda yaşayan farklı göçmen gruplarının kentsel hizmetlere erişim düzeylerini ve mekanda tutunma deneyimlerini sorgulamıştık. Beyoğlu’na ülke dışından, farklı çıkış alanlarından gelen düzensiz göçmenler ve Geçici Koruma Statüsü altındaki Suriyeli göçmenleri kapsayan niteliksel bir araştırmaydı o.
Beyoğlu çalışması bize daha sonra yapacağımız bu geniş ölçekli çalışma için pek çok ipucu vermişti. O ipuçları bu araştırmayı tasarlarken bize yol gösterici oldu. O çalışmada Beyoğlu mahallelerinin muhtarları ve mahalle sakini olan göçmen gruplarla derinlemesine mülakatlar yapmıştık ve farklı nitelikte göçmenlerin kentte tutunma dinamikleri, barınma dinamikleri, çalışmaları, kamusal hizmetlerden, kentsel hizmetlerden faydalanabilme kapasitelerine dair epey bir sonuç elde etmiştik. O nedenle o çalışmanın hemen ardından tasarladığımız bu araştırmaya sağlam bir araştırma tasarımı ile başlayabildik.
Beyoğlu araştırmasının üzerinden yaklaşık iki buçuk yıl geçmiş durumda ve Beyoğlu’nun belli mahalleleri göçmen mahallesi olma niteliğini sürdürüyor. Çünkü Beyoğlu’nun özellikle Tarlabaşı bölgesinin büyük bir kısmı kentsel çöküntü alanı ama diğer yandan da Beyoğlu’nda büyük bir soylulaştırma hareketi de var. Yoksul yerli nüfusun ve göçmenlerin yaşadığı metruk, bakımsız binalar hızla el değiştiriyor ve butik otellere turistik konaklama tesislerine dönüşüyor. Bu devam ettikçe orada yaşayabilen göçmenler oradan kopacaklar ve kentin metropoliten çeperlerinde oluşan yeni yoksulluk alanlarına doğru hareket edecekler. Örneğin Tarlabaşı’ndan Esenyurt ilçesinin belli mahallelerine ve Avcılar ilçesinin kuzeyindeki Tahtakale gibi mahallelere doğru bir göçmen hareketliliğini bizim araştırmada da yakalamıştık.
Beyoğlu’ndaki soylulaştırma yüksek hızda sürerse, sadece göçmenler değil, yerli yoksullar da mahallelerden çıkmak zorunda kalıp başka yerlere gidecekler. Bu bizim yaptığımız yeni araştırmada, yani 17 kentte yaptığımız araştırmada da göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerin bir kısmı yine böyle kentsel dönüşüm baskısı altında olan merkezdeki kentsel çöküntü alanlarıydı. Merkezdeki yıpranmış konut stoku ve elverişsiz çevresel koşullara sahip bu mahalleleri eski yerli nüfusları terk etmiş ve buralar yerli ve göçmen yoksul sınıfları barındıran derin yoksulluk alanlarına dönüşmüş durumda. Bu mahallelerin kentlerin arsa değeri yüksek kent merkezlerinde olması soylulaştırma projeleri için bu mahalleleri cazip kılıyor ve yıpranmış konut stoku da afet riskine dayalı olarak kentsel dönüşüm baskısının yasal zeminini oluşturuyor. Bu nedenle oralardaki göçmenler başka yerlere taşınmak zorunda kalacaklar. Ama o kentlerde yaşamaya da devam edecekler çünkü o kentlerin o işgücüne ihtiyacı var.
Beyoğlu’nda göçmen mahalleleri diye bahsettiğimiz yer daha çok Tarlabaşı bölgesi, Tarlabaşı-Dolapdere eksenindeki mahallelerden bahsediyoruz. Beyoğlu’nun diğer kısmı, yani daha turizme yönelik kısmı ise giderek daha çok Ortadoğu turizmine yönelerek büyük bir dönüşüm geçirmekte.
Beyoğlu’nda yaşayan yoksul göçmenler, mülteciler her gün işlerine gidip geliyor, onları Beyoğlu sokaklarında, alışveriş ederken, eğlenirken, kafe ve restoranlarda yiyip içerken görmüyoruz aslında. Popüler söylemde “Araplar Beyoğlu’nu işgal etti” denilirken kastedilen aslında Ortadoğulu turistlerdir, Beyoğlu’un en metruk binalarında barınma imkanı bulmuş yoksul emekçi göçmenler değil. Elbette o turistlerin yoğunluğuna göre de Beyoğlu nitelik değiştiriyor. Esnaf nitelik değiştiriyor. O turizme yönelik lokantalar, mağazalar, tatlıcılar vs. oluyor ve sosyal/kültürel olarak yapısal bir değişim geçiriyor. Ama bunun bizim çalıştığımız göçmen gruplarıyla, yani bu kente çalışmak, emeğini satmak üzere gelmiş göçmen gruplarıyla bir alakası yok. Beyoğlu esas olarak bu turizmin nitelik değiştirmesiyle ilişkili olarak değişiyor.
Entegrasyon, toplumsal uyum ve toplumsal katılım kavramlar konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu kavramları doğru kullanılıyor mu?
Biz göç çalışmalarımızda entegrasyon kavramına çok mesafeliyiz ve eleştirel bir bakış açısına sahibiz. Çünkü entegrasyon, göçmenin, yani çıkış yerinden varış yerine gelen, varış yerindeki bütün kurallara, kaidelere, kültüre, gündelik hayata, dile, yemeğe, içmeye, davranışa her şeye uyum sağlamasını, ona entegre olmasını bekliyor. Yani entegrasyondan söz ettiğimizde onların bizim gibi olmalarını beklemek/talep etmek anlamına geliyor.
Onların bize uyum sağlamasını bekliyoruz, talep ediyoruz. Ama bu zorlamayla olabilen, olabilecek bir şey değil. Çünkü insan kültürlü bir varlık. İnsan sadece biyolojik bir varlık değil, onu yapan, inşa eden kültürel unsurlarla birlikte bir varlık. O nedenle insan gittiği yere bedeniyle birlikte bu sosyal-kültürel varoluşunu da taşıyor. Onların kısa zamanda, bir-iki kuşakta tamamen bırakılması beklenen bir entegrasyon zaten hiçbir zaman olmadı. Bunu iç göç çalışmaları da bize gösteriyor. Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş bir Tokatlı ya da bir Trabzonlu İstanbul’da kaç kuşak sonra bu sözünü ettiğimiz türde sert ve tek yönlü entegrasyonu gerçekleştirebilir? Kuşaklar sonra bile tam olarak gerçekleşmez çünkü artık o toplumsal yapı da o göçmenlerle birlikte yeniden kültürel olarak inşa olur. Yani entegrasyonla bir şeyi alıp başka bir şeye adapte etmekten bahsediliyor. Bu kavram Batı’da da çok eleştirildiği için, entegrasyon yerine uyum kullanılmaya çalışıldı. Ama bunların hiçbiri bizim yapmak istediğimiz şeyi açıklamadığı için, biz toplumsal katılımı kullanmayı tercih ettik. Katılımdan ne anlıyoruz?
Bir toplumdaki kentsel ve kamusal hizmetlere erişebilme, çalışma yaşamına katılabilme, barınma imkanına sahip olma, kültürel, sosyal, politik ilişkileri geliştirebilme düzeylerine göre toplumsal katılımı anlamaya çalışıyoruz. Toplumsal sisteme hangi ilişkilerle, nasıl katıldığına bakıyoruz. Bu yerli nüfus için de geçerlidir. Yerli nüfusun da toplumsal katılım düzeyi herkeste aynı değil. Bu araştırmada neden entegrasyon ya da uyum yerine toplumsal katılım kavramını tercih ettiğimizi raporun giriş kısmında detaylı açıkladık.
Göçmen, geçici koruma statüsü, SUY yardımı bu kavramları kısaca özetleyebilir misiniz?
Göçmen kavramı sosyolojik bir kavram, yani bir ülkeden çıkıp başka bir ülkeye bir yerleşim yerinden çıkıp başka bir yerleşim yerine göçmüş ve orada yaşamaya devam eden insanlara göçmen diyoruz. İç göçlerde de bu göçmen kavramını kullanıyoruz. Göçmen sosyolojik bir kavramken geçici koruma statüsü, mülteci, sığınmacı, bunlar hukuki kavramlar. Bizim için hepsi göçmen ama göçmenin buradaki hukuki statüsüne bağlı olarak kavramlar değişiyor. Örneğin Suriye’deki savaş bittiğinde statüleri, yani koruma statüleri de bitecektir. Sığınma statüleri geçicidir. Hukuken savaş bittiğinde geri gidecekler anlamına gelir. Ama göçmenlikte bu hukuki statüler her zaman o göçmenlerin geriye hareket ettirilmesini o kadar kolay sağlamaz. Çünkü insan gittiği yere yerleşir, çocukları orada doğar, evlenir, iş kurar, vatandaş olur ya da vatandaş olmasa da başka yollardan o topluma tutunur ve geri dönmeyebilir. O nedenle bu statüler hukuki statülerdir.
SUY yardımına gelince… SUY yardımı kısaca Avrupa Birliği ile yapılan geri gönderme anlaşması gereği AB’nin Türkiye’de göçmenlerin barınmasını sağlamak üzere Türkiye’ye verdiği bir maddi destektir. Göçmenler için gelen bu maddi desteğin göçmenlere Kızılay eliyle belirli biçimlerde dağıtılması anlamına geliyor. Çocuk sayısına göre evdeki ailede çalışmayan sayısına göre, parasal olarak verilen bir yardım. Bu yardım göçmenler arasında Kızılay Yardımı ya da Kızılay Kartı diye geçiyor. Çünkü Kızılay bir kart veriyor onlara ve o kartla bu destek paralarını alabiliyorlar.
Göçmenler TC sınırları için ne kadar süre kalıyorlar? Avrupa’ya geçmek, köprü olarak kullanmak, kalıcı kalma durumu Suriyeli ve diğer göçmenlere göre nasıl bir seyir izliyor?
Göçmenlerin Türkiye’de ne kadar kaldıklarına dair kesin bir bilgi vermek zor. Resmi kaynaklar araştırmacılara kapalı. Bu nedenle doğrudan net bir şey söylemek çok zor.
Ancak bizim yaptığımız araştırmanın verileriyle bir sonuca ulaşabiliyoruz. Suriyeli göçmenlerde kalış yıllarının 5-10 yıl arasında değiştiğini söyleyebiliriz. Suriyeli göçmenler geçici koruma statüsünde olduğu için uzun kalıyorlar. Suriyeliler 2014 yılından itibaren daha kitlesel olarak geldiler. Geri gidenlerin şimdilik sayısı oldukça düşük.
Suriyeliler dışındaki düzensiz göçmenler ise sık sık geri gönderiliyorlar. Ama onlar da bir süre sonra çeşitli yollardan tekrar geri geliyorlar. Bu gruptaki göçmenlerin kalma süreleri birkaç aydan 1-2 seneye kadar sürüyor. Düzensiz göçmenlerin bir kısmı Türkiye’ye çalışmak üzere gelirken, bir kısmı da AB’ye çeşitli yollardan geçebilmek için geliyor. AB’ye geçmek için gelenler için Türkiye bir çeşit “bekleme odası” ama onlar da bu bekleme sürecinde çalışarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Çoğu zaman kayıt dışı çalışarak elbette.
Bu göçmenlerin çoğu Afrikalı, 8-9 yaşından 35-40 yaşına kadar geniş bir yaş grubunu kapsıyor. Bunlar çoğu zaman AB’ye kaçak geçiş girişimlerinde Yunanistan’dan geri itiliyorlar, şiddet görerek.
Kayıtdışı emek konusunda neler söyleyebilirsiniz? Çocuk işçiliğin oranı ve durumu nedir?
Göçmenler yerli nüfustan daha ağır sömürü koşulları altında çalıştırılıyorlar. Türkiye’de zaten artık bir birikim modeli olan kayıtsız çalışma rejimi göçmenler için daha da ağır koşullarda çalışmaya neden oluyor. Güvencesiz, daha ucuz ve daha uzun saatler çalışıyorlar. Suriyelilere göre düzensiz göçmenlerin durumu daha da ağır. Çocuk işçiliği en yoğun Suriyelilerde. Düzensiz göçmenlerde aile göçü daha az olduğu için çocuk sayısı da daha düşük. Daha çok erkek çocuklar ayakkabı ve tekstil başta olmak üzere üretimin pek çok alanında ve kuyumculuk gibi zanaatlarda çalıştırılıyorlar. Suriyeli göçmenlerin arasında esnaf ve zanaatkarlar aile emeğine dayalı küçük dükkanlarında da çocuklar çalışıyor. Kız çocukları ise kadınlar gibi evde bakım emeğinin bir parçası. Mevsimlik tarım işçiliğinde de çocuk çalıştırma çok yaygın.
Tarımdaki göçmen emeği konusunda neler söylemek istersiniz?
Mevsimlik tarım işçiliğinde en yoğun Domlar çalışıyor. Suriyeli Domlar eski aşiret sisteminde Kürt aşiretlerinin kıyısında yaşayan göçebe topluluklar. Kendi özgün bir dilleri olmasına karşın bu dil Domların yaşadıkları bölgede Kürtçenin hakimiyeti altında yok olmuş bir dil. O nedenle Kürtçe konuşuyorlar. Suriyeli Domlar savaş göçmeni olarak Türkiye’ye geldiklerinde gerek kırsal alanda gerekse metropollerde tıpkı eski aşiret sisteminde olduğu gibi yine “Kürtlerin eteklerine”, Kürtlerin en yoğun olduğu mahallelerin en metruk kısımlarına yerleşiyorlar. Türkiye’de mevsimlik tarım işçiliği Türkiyeli Kürtler tarafından kontrol edildiği için de mevsimlik tarım işçiliğinde yoğun olarak Domlar çalıştırılıyor. Mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı ağır koşullara ve çadır yaşamına belki de göçebe topluluklar oldukları için daha kolay katlanıyorlar.
Diğer yandan düzensiz göçmenler arasında Afganlar hayvancılıkta neredeyse en önemli işgücü haline gelmiş durumda. Çünkü neoliberal politikalarla tarımda çökmüş olan aile işletmeciliği nedeniyle hayvan bakımında genç işgücü eksikliği yapısal bir sorun ve o alandaki yapısal işgücü açığını Afgan göçmen gençler kapatıyor. İşte göçmen karşıtı politik söylemde “sığır çobanları” olarak aşağılanan Afgan gençler Türkiye’de hayvancılığın tamamen yok olmasını önleyen bir işgücü aslında.
Uzman mesleklerde merdiven altı çalışma durumu hangi alanlarda var sizin bulgularınızda?
Özellikle Suriyelilerin en önemli sorunlarının başında gelen dil sorunu nedeniyle bazı işler yine Suriyeli uzmanlar tarafından merdiven altı olarak Suriyelilere sunuluyor. Örneğin Suriyeli doktorlar var. Denklik sorunu nedeniyle resmi olarak çalışamıyor, reçete yazamıyor ama hasta görüyor, onu dinliyor ve ilaç öneriyor. Suriyeliler bu ilaçları aile hekimlerine ya da göçmen sağlık merkezlerindeki doktoralara yazdırmaya çalışıyor.
Türkiye’de tıp fakültesi okumuş olan Suriyeli gençler tek tük doktor olarak çalışmaya başladılar. Ama tıpkı Almanya’da Türkiyeli göçmenleri karşılarında doktor olarak gören Almanların yabancı düşmanlığından kaynaklı öfkeli şaşkınlıkları, Türkiye’de hastanede Suriyeli bir doktorla karşılaşan Türk için de geçerli.
İşveren olan göçmelerin profili ve oranı konusunda elinizde veri var mı?
17 kentte bizim araştırmamızda gördüğümüz şey Suriyeli göçmenler küçük esnaf zanaatkar. Türkiye’de bitmeye yüz tutmuş meslekler. Örneğin büyük market zincirinin bitirdiği mahalle bakkalları, manavları ya da mahalle berberi, terzi gibi küçük zanaatkar dükkan işletmeleri. Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde yok olmaya yüz tutmuş bazı işler yeniden canlanıyor. Veresiye alışveriş göçmenler arasında bir dayanışma biçimi olarak yaygın. Türkiye’de popüler söylemde Suriyeli esnafın çok görünür olduğu mahallelere ya da sokaklara küçük Şam, küçük Halep deniyor.
Şu meseleyi de açıklamak gerekiyor. “Suriyeliler vergisiz çalışıyor” deniliyor. Öyle bir şey yok. Bu dükkanlar vatandaş olmuş bir Suriyeli üzerinden işletiliyor. Alt kiralama yapıyorlar. Vergisi ödeniyor yani.
Diğer bir konu ise Suriye’den gelen sermaye sahibi sınıflarla ilgili. Onlar kendi işletmelerini kuruyorlar. Yaklaşık 300 bin civarı Suriyeli göçmen vatandaş olmuş. Onların çoğu varlıklı Suriyeliler. İstanbul’da, İzmir’de Gaziantep’te Konya’da başta ayakkabı ve tekstil olmak üzere çeşitli üretim sektörlerinde ve tedarik zincirlerinde çok sayıda Suriyeli işletme sahibi var. Örneğin Gaziantep Ticaret Odası’nın üyelerinin yüzde 10’u Suriyeli. Mersin’de narenciye alanında ve tedarik alanında çok sayıda Suriyeli büyük işletme var.
Milliyetçi ve ırkçı söylemin sıkça kullandığı gibi ‘Göçmenler, evinde yatan, çalışmayan, yardımla geçinen bir güruh mudur?’
Alınan yardım bir aileyi geçindirebilecek miktarda değil. Kendileri kayıtlı oldukları şehirde emek pazarının yapısal bir parçası durumundalar.
İkameti kayıtlı oldukları şehirde olmak şartıyla Suriyeli aileler SUY yardımı alır. Ailede çalışan birisi varsa yardım azalıyor. Az da olsa yardım alabilmek için kayıtsız çalışmayı tercih ediyorlar.
2022’de okula devam şartı ile her çocuk için yaklaşık 230 TL yardım veriliyordu. Şimdi bir miktar değişmiş olabilir. 2022 yazında büyük haneler ayda yaklaşık 1000 TL civarında SUY yardımı alıyordu. Bu geçinmek için yeterli bir yardım değil, o nedenle göçmenler çalışarak yaşamlarını idame ettiren emekleriyle hayatlarını kazanan emekçilerdir. Bu aynı zamanda Türkiye’nin emek pazarına enjekte olan büyük bir işgücü. Göçmen karşıtı sağcı ve kapitalizmin baş savunucusu partilerin oy uğruna kendi varlıklarıyla çeliştikleri nokta burası. Çünkü göçmen karşıtlığı sayesinde alacakları oyları hesap ederken göçmenlerin Türkiye’de sermaye birikimine katkısını gözden kaçırıyorlar.
Avrupa’dan gelen fonlar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu fonlar çok önemli. AB ile yapılan anlaşma dolayısıyla verilen Sosyal Uyum Yardımı dışında, Birleşmiş Milletler ve AB ülkelerinin çeşitli kurumları tarafından hibe olarak verilen fonlar var. Bu fonlar Türkiye’deki göçmenlere çeşitli biçimlerde destek veren resmi kurum ve kuruluşlar ve STK’lar aracılığı ile kullanılıyor. Bu fonların göçmenlere sağladığı fayda ise büyük bir tartışma konusu. Bu fonlar Türkiye’de büyük bir yardım “pazarı-marketi” yaratmış durumda. Bu pazarın baş aktörleri olan STK’lar arasında büyük bir “fon kapma” rekabeti var. Bu pazarda çok sayıda profesyonel bir işgücü oluşmuş durumda. Hibe fonlar yardım amaçlı ancak yarattığı pazar ne yazık ki kâr odaklı.
Son sorum: 2022 yılı yazında yaptınız nicel çalışmayı. Raporunuzu 2023 kasım ayında yayımladınız. Çalışmadan bu yana 1,5 yıl geçti. 1,5 yılda verilerde bulgularınızı değiştirecek bir değişimi gözlemediniz mi? 10 yıl sonra göçmenlerle ilgili TC’de nasıl bir fotoğraf öngörürsünüz?
Biz araştırmayı tamamladıktan kısa bir süre sonra 6 Şubat depremi oldu. Depremin olduğu bölge Suriyeli göçmenlerin de yoğun olarak yaşadıkları yerleşimleri kapsıyor. Bu nedenle depremden sonra yerli nüfustan daha zayıf sosyal ağlara ve dayanıklılık mekanizmalarına sahip Suriyeli göçmenler arasında Suriye’ye geçişler olduğu izlendi. Ama bu kalıcı bir geri dönüş mü yoksa akut kriz aşılıncaya kadar geçici bir geri dönüş mü, bunu bilmiyoruz. Elimizde buna dair sağlam bir veri yok. Deprem nedeniyle göçmenlere sağlanan izinsiz hareket serbestliği ile deprem bölgesinden başka şehirlerdeki akraba ve yakınlarının yanına giden göçmenler olduğunu biliyoruz. Mersin, Urfa, Mardin, İstanbul ve İzmir’e doğru bir hareketlenme oldu. Ancak bunu ölçebilecek nicel veya nitel bir araştırma da yapılmış değil henüz.
10 yıl sonra nasıl bir Türkiye sorusuna gelince… Nüfusun belli bir kısmını Suriyelilerden oluşacağı kesin. Burada doğan çocuklarıyla, yapılacak evliliklerle, iş ve çalışma yaşamıyla bütünleşmeleriyle, uzman mesleklerde görünür olmalarıyla Türkiye toplumunun yapısal bir parçası olacaklar. Tıpkı Almanya’ya iki yıllık çalışma kontratlarıyla “misafir işçi” olarak giden Türklerin Almanya’da demografik çeşitliliğin yapısal bir unsuru olmaları gibi.
Kosova’da olduğu gibi savaş göçmenleri olsalardı, savaş birkaç yılda bitip geri gitseler idi böyle konuşmazdık. Ama Suriyeliler 10 yılda kendilerini mekanda ve çalışma yaşamında yerleştirdiler. Türkiye’de kökler oluşturuyorlar. Kendi ülkelerinden kopmuş oluyorlar
Oraya giderse de yabancı olacaklar. Tıpkı Türkiye’de bizler Almanya’da yaşayan Türkleri ayırmak için kullandığımız “gurbetçi”, “Almancı” gibi lakaplar gibi Suriyeliler de bu kadar yıldan sonra kendi ana vatanlarının yabancıları olacaklar. Bu nedenle Suriyeli nüfusun Türkiye’nin demografik yapısının yeni bir unsuru olacağını bugünden söylemek mümkün.
Bu aslında Türkiye’nin Fatih’in İstanbul’u aldığı dönemden beri durmaksızın süren göç hareketleriyle oluşan ve sürekli yeni unsurlar eklenerek değişerek yeniden biçimlenen demografik yapısına eklemlenen yeni bir unsur. Ondan daha fazlası değil.
Ancak Suriyeliler nedeni ile ülkenin seküler yapısının bozulacağı, demografik olarak da Araplaşacağına dair kaygı ise rasyonellikten çok uzak. Türkiye toplumu göçmenlerden bağımsız olarak zaten uzun süredir politik İslamcı bir ideolojiye sahip ve bunu pratikte uygulamaya yönelik politik kararlar alan bir iktidar tarafından yönetiliyor. Sekülerlik kaygımız varsa dönüp kendimize bakmalıyız önce.
Göçmenlerin olduğu ülkelerde de karşılıklı dönüşüm var. İki taraf da değişiyor. Varış yerindekiler gelenlerin kültürü ile, gelenler varış yerinin kültürü ile alışveriş içinde oluyor. Örneğin bizim daha önceki bir araştırmamızda Suriyeli genç kadınlar Türkiyeli kadınların özgürlüğüne özendikleri ortaya çıktı. Onlar gibi çalışmak istiyorlar, okula gitmek istiyorlar. Değişimin ağırlığı yerli toplumun göçmen topluluğa benzemesi şeklinde işlemez. Karşılıklı etkileşimde göçmenlerin yerli topluma yönelik dönüşümleri her zaman daha yoğundur.
Suriyeliler demografimizin parçası oldu diye Türkiye 10 yıl sonra onlar yüzünden daha tutucu daha muhafazakâr olmayacaktır. Eğer olacaksa bizim yüzümüzden olacaktır.
Söyleşi: Önder Özdemir