Bu çalışma öncelikle göçmenlerin ve mültecilerin Türkiye toplumunun bir parçası haline gelmiş olduklarını gösteriyor. Ücretlerin düşüklüğü, eğitime katılımın düşük ve sorunlu olması, barınma koşullarının iyi olmaması gibi göçmenlerin yaşadıkları olumsuzluklar topluma belirli düzeylerde katıldıkları gerçeğini değiştirmiyor
Göçmen ve mülteciler sokağa çıktığımızda her zaman yüzleştiğimiz bir gerçek. Diğer taraftan onlar hakkında eksik, kulaktan dolma bilgilerle ve kişisel gözlemlerle sonuçlara ulaştığımız aşikar. Onlar hakkında çok az şey biliyoruz. Bu bilgi eksiğini önemli oranda kapatan çok önemli bir bilimsel rapor 23 Kasım 2023 tarihinde yayımlandı.
Ben raporu okuduğumda daha önce bilmediğim, eksik ve yanlış bildiğim birçok veriyle karşılaştım.
Altı milyona yakın mülteci ve göçmene ev sahipliği yapan Türkiye’nin, bugün dünyada en çok sayıda mülteciyi barındıran ülkelerden birisi olduğunu öğrendim.
Türkiye’de 3,35 milyon geçici koruma statüsünde Suriyeli; kısa süreli ikamet izni, öğrenci iznine sahip yaklaşık 1,3 milyon yabancı; 300 binden fazla sığınmacı ve uluslararası koruma statüsü almış mülteci yaşıyor. Ayrıca sayıları tam olarak bilinemeyen ama birkaç yüz bin kişi oldukları tahmin edilen, çalışmak amacıyla Türkiye’ye gelen veya Avrupa Birliği ülkelerine geçebilmek için Türkiye’yi kullanan düzensiz göçmenler var. Bunların dışında T.C. vatandaşlığı almış olan en az 224 bin Suriyeli de mevcut. Özetle Türkiye’de aşağı yukarı 5,5-6 milyon civarında göçmen ve mülteci yaşıyor. 2022 sonu itibariyle 85,28 milyon olan Türkiye nüfusunun tahminen yüzde 6,5-7’sini, son 20 yılda Türkiye’ye gelen göçmenler ve mülteciler oluşturuyor.
Diğer bir deyişle Türkiye bir göç ülkesi, özellikle de bir zorunlu göç ülkesi niteliği taşıyor. Cumhuriyet’in kurulması öncesinde ve sonrasında büyük ve zorunlu nüfus hareketlerine sahne olan Türkiye aslında göçlerle şekillenmiş bir ülke. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemi düşünürsek, Balkan ülkelerinden 1950’lerde gelen Müslüman göçmenler, 1989-90’da Bulgaristan’da siyasi baskıdan kaçan Türkler, 1950’lerde başlayan kırdan kente göç, 1990’larda Kürtlerin çatışmalı dönemde köylerinden kentlere ve ülkenin batısına zorunlu göçü, bu göç hikayesinin farklı aşamalarını oluşturdu.
1980’lerden itibaren İran Devrimi, İran-Irak Savaşı, Afganistan’ın işgali, Sovyetler Birliği’nin yıkılması, ABD’nin Irak’ı işgali, bazı Sahra-altı Afrika ülkelerinde iç savaş ve yoksulluk, Türkiye’yi hem düzensiz emek göçünün, hem transit göçmenlerin, hem de sığınmacıların varış veya uğrak noktasına dönüştürdü. Ancak 2011’de Suriye’de iç savaş çıkmasından sonra başlayan kitlesel göç, daha önce görülmemiş boyutta bir mülteci nüfusu oluşturdu.
Heinrich Böll Stiftung Derneği (HBSD) Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle yürütülen bir proje kapsamında Haziran-Ağustos 2022 tarihleri arasında çok kapsamlı bir araştırma yapılmış.
“Göçmen Mahallelerinde Yaşam: Türkiye’de 2010 Sonrası Göçler ve Göçmenlerin Toplumsal Katılımı” başlıklı 287 sayfalık raporda katılımcıları yaşı, cinsiyeti, vatandaşlık, doğum yeri, eğitimi, Türkiye’de ve mahallede yaşanılan süre, çalışma hayatına katılım, hane büyüklüğü, barınma koşulları, ekonomik durum, Türkiye’deki yaşamdan memnuniyet , ayrımcılık algısı, Toplumsal katılım, Gündelik hayatta bağımsız hareket edebilme durumu, Türkiye’nin siyasi gündemine ilgi, hane halkı profili bilgileri 79 şekil, 44 tablo eşliğinde paylaşılmış. Sonuç bölümünde ise göçmenlere yönelik politika önerileri yapılmış.
Araştırma nicel ve nitel olmak üzere karma yöntemli yürütülmüş.
Nicel araştırma, Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı 16 il ile Van’da, 18-49 yaş arasında kadın ve erkek Türkiyeli, Suriyeli ve diğer göçmenler örneklemlerine uygulanan tam yapılandırılmış bir soru kâğıdı aracılığıyla gerçekleştirilmiş. Araştırma emekçi mahallelerine odaklanmış. Türkiyeli örneklemi 1933 kişi, Suriyeli örneklemi 1427, diğer göçmenler örneklemi ise 506 kişiden oluşmuş. 17 ildeki 39 mahalledeki toplam 3 bin 866 hanede 63 sorudan oluşan soru formundaki sorular yönetilmiş.
Aşağıdaki tablolar nicel araştırma sonuçları ile oluşturulan sadece bazılarıdır.
Nitel araştırma ise, bu 17 ilden beşi olan İzmir, Gaziantep, Konya, Mardin ve İstanbul’da gerçekleştirilmiş. Bu illerdeki göçmen ve mülteci alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının (STK) çalışanları/gönüllüleri, yerel yöneticiler, muhtarlar, sağlıkçılar, öğretmenler, işçileri temsil eden kurumların temsilcileri, işveren ve meslek örgütlerinin temsilcileriyle toplam 72 mülakat yapılmış.
Yerli ve göçmen katılımcıların içinde çalışanların ücretli ya da kendi hesaplarına çalışma durumu sorgulandığında bütün gruplarda ücretli çalışma biçimi baskın olmakla birlikte en yüksek oran yüzde 93,6 ile diğer göçmenler arasındadır. Suriyeliler arasında ücretli çalışanların oranı yüzde 88,8 ve Türkiyeli katılımcılarda yüzde 83,2’dir.
Araştırmanın yapıldığı 39 mahalle, kiraların görece düşük olduğu, emek yoğun sektörlerde çalışan emekçilerin yaşadığı mahallelerdir. Dolayısıyla katılımcılar arasında kendi hesabına çalışanların oranlarının, yerli nüfusta yüzde 16,8, Suriyelilerde yüzde 11,2 ve diğer göçmenlerde yüzde 6,4 olması bu mahallelerin sosyoekonomik yapısıyla doğrudan ilişkilidir. Proje kapsamında hayata geçirilen nitel araştırma, bu mahallelerde kendi hesabına çalışanların büyük bir bölümünü küçük esnafın ve zanaatkarların oluşturduğunu göstermektedir. Suriyeli esnaf genelde mahallede yaşayan Suriyeli nüfusa yönelik mal ve hizmet sağlayan küçük işyerleri işletmektedir.
Başkası için ücretli olarak çalışan yerli ve göçmen nüfus içinde düzenli, tam zamanlı ücretli işe sahip olanların oranı yerli nüfusta yüzde 75,7’yken, Suriyelilerde yüzde 59,1 ve diğer göçmenlerde yüzde 60,6’dır. Ankete katılan yerli nüfus içinde yarı zamanlı ya da yevmiye usulü ücretli çalışanlar yüzde 8 gibi düşük bir oranla temsil edilirken, göçmenlerde bu oran yüzde 35-40 aralığına yükselmektedir
Öte yandan yönetici konuma sahip ücretliler ve uzman meslek sahibi ücretlilerin göçmen gruplarında yüzde 1 ve altına düştüğü görülmektedir.
Araştırma kapsamında katılımcılara hanelerine giren aylık gelirlerin kaynaklarına ilişkin bir soru yöneltilmiştir. Bu soruya verilen cevaplardan, Türkiyeliler (yüzde 78,2), Suriyeliler (yüzde 65,4) ve diğer göçmenler (yüzde 88,1) için hane içindeki en büyük gelir kaynağının ücretler veya ticari gelirler olduğu görülmektedir.
Öte yandan hane olarak devletten veya başka kurumlardan sosyal yardım aldıklarını belirten en büyük grup yüzde 22,3 oranı ile Suriyelilerdir. Aile ve akrabalardan haneye giren mali destekler yüzde 11,9 ile en çok Suriyeliler tarafından beyan edilmiştir. Türkiyelilerin yüzde 7,9’u, diğer göçmenlerinse yüzde 7’si hane gelirleri arasında sosyal yardımdan söz ederken, aile ve akrabalardan mali destek alan Türkiyeli katılımcıların oranı yüzde 7,6, diğer göçmenlerin oranıysa yüzde 2,3’tür.
Hanelerine emekli maaşı girdiğini beyan eden kayda değer tek grup Türkiyeli katılımcılardır (yüzde 4,6). Bununla birlikte diğer göçmenlerin yüzde 2,2’sinin emekli maaşı beyan etmeleri, İran ve Irak gibi geldikleri ülkelerde emekli olmuş hane üyelerinin varlığına işaret etmektedir.
Bu soruya verilen cevaplardan şu sonuç çıkmaktadır. Katılımcıların ezici çoğunluğunun haneleri için en önemli gelir kaynağı ücretlerdir (ve aynı seçenekte beyan edilen ticari gelirler, yani kârlar). Avrupa Birliği Sivil Koruma ve İnsani Yardım Ofisi (ECHO) tarafından fonlanan Türkiye’deki Mülteciler için Yardım Programı (FRIT) kapsamında belirli koşulları sağlayan Suriyelilere ve diğer mültecilere sosyal yardım verilmektedir. Türk Kızılay’ın (Mart) 2023 verilerine göre, temel ihtiyaçların sağlanması hedefi taşıyan Yabancılara Yönelik Sosyal Uyum Yardımı (SUY) halihazırda 1 milyon 541 bin 829 kişi ve 278 bin 691 haneye ulaşmaktadır. Kızılaykart’lara yüklenen güncel SUY yardımı kişi başına 300 TL’dir. (Raporun yayımlandığı tarih Kasım 2023)
Raporda Gaziantep, Mardin, Konya ve İzmir şehirlerindeki göçmen yaşamı özel olarak analiz edilmiş.
Saha araştırmasının yapıldığı 2022 yılında Gaziantep’in nüfusu 2 milyon 154 bindi. GİB verilerine göre Gaziantep’te geçici koruma statüsüyle ikamet eden Suriyeli sayısı 442 bin 426’ydı. Ayrıca TÜİK’in en güncel yabancı uyruklu nüfus istatistiklerine göre, Gaziantep’te 2021 yılında 18 bin 20 kişi kısa süreli ikamet izni, uluslararası koruma kimliği veya çalışma izniyle yaşıyordu (TÜİK, 2023). Yine resmi verilere göre Gaziantep barındırdığı Suriyeli sayısı açısından İstanbul’dan sonra ikinci sıradadır. Suriyelilerin ilin toplam nüfusuna oranı açısından da Gaziantep, Kilis’ten sonra ikinci sırada gelmektedir. Gaziantep’in geçici koruma statüsündekilerle birlikte hesaplanan toplam nüfusunun yüzde 17,4’ü geçici koruma statüsündeki Suriyelilerdir. Bu oranın resmi verilerin ötesinde kayıtsız ikametlerle birlikte yüzde 25 civarında olduğu araştırma kapsamında mülakat yapılan farklı kurumların temsilcileri tarafından ifade edilmiştir.
1970’lerde bir yandan dokuma ve konfeksiyon sektörü daha da büyürken, bir yandan da gıda ve diğer sektörlerdeki gelişmelerle Gaziantep bir “bölge merkezi” haline gelmiştir. 1980’lerden sonraysa imalat sanayii katma değeri ve bu sektörde çalışanlar bakımından Türkiye içindeki payı giderek artmış ve 1990’lardan itibaren üretim ve istihdamdaki başarısıyla “Anadolu Kaplanları” olarak anılacak kentlerin başında gelmiştir. Ancak bu büyüme sürecinde emek pazarının enformel niteliği daha sonra göçmen emeğinin istihdamı açısından en kritik unsurlardan biri olacaktır. Gaziantep’te imalat sanayii çoğunlukla örgütsüz, sigortasız, vasıfsız ve ucuz işgücü kullanarak düşük emek maliyeti ve buna bağlı olarak düşük fiyatla rekabette üstünlük sağlayarak bir bölgesel sanayi odağı haline gelmiştir.
Bu enformel emek pazarı Türkiye’de geçici koruma statüsünde ikamet eden Suriyelileri de hızla içine alarak genişlemekte ve bu yeni ve çoğunlukla kayıt dışı göçmen işgücü, üretimin maliyetini daha da düşürerek Gaziantep’in rekabetteki üstünlüğünü korumasını sağlamaktadır. Bu nedenle Gaziantep Suriyelileri formel ve enformel emek pazarında ucuz işgücü olarak fazlaca istihdam etmektedir.
Saha araştırmasının yapıldığı 2022 yılında Mardin’in nüfusu 870 bin 374’tü. GİB verilerine göre Mardin’de geçici koruma statüsünde ikamet eden Suriyeli sayısı 85 bin 615’ti. TÜİK istatistiklerine göre 2021 yılında Mardin’de kısa süreli ikamet izni, çalışma izni veya uluslararası koruma kimliğiyle yaşayan yabancı sayısı 2 bin 794’tü . Geçici koruma statüsündeki Suriyelilerin bir ilin toplam nüfusuna oranı açısından Kilis, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa ve Mersin’den sonra Mardin altıncı sırada gelmektedir. Mardin’in resmi nüfusunun yüzde 8,96’sı geçici koruma statüsündeki Suriyelilerdir. Bu oranın resmi verilerin ötesinde kayıtsız ikametlerle birlikte yüzde 10 civarında olduğu ve Mardin’de yaklaşık 100 bin Suriyelinin ikamet ettiği araştırma kapsamında mülakat yapılan farklı kurumların temsilcileri tarafından ifade edilmiştir.
Saha araştırmasının yapıldığı 2022 yılında Konya’nın nüfusu 2 milyon 296 bin 347’ydi. Resmi verilere göre Konya’da geçici koruma statüsü atında ikamet eden Suriyeli sayısı 118 bin 549’du. TÜİK’in yabancı uyruklu nüfusa ilişkin en güncel verilerine göre Konya’da 2021 yılında 25 bin 636 kişi ikamet izni veya uluslararası koruma kimliği ile yaşıyordu. Konya’nın bir uydu kent olduğu hatırlanacak olursa, bu sayı içinde uluslararası koruma başvurucuları ve statü sahiplerinin payının daha çok olduğu düşünülebilir. Türkiye’de sayı olarak en fazla Suriyeli barındıran iller arasında Konya dokuzuncu sıradadır. Suriyelilerin her ilin kendi nüfusuna oranı açısından sıralamasındaysa Konya on birincidir. Konya’nın resmi il nüfusunun yüzde 4,91’i geçici koruma statüsündeki Suriyelilerdir. Bu oranın resmi verilerin ötesinde kayıtsız ikametlerle birlikte yüzde 7-8 civarında olduğu ve Konya’da 150 bin civarında Suriyelinin ikamet ettiği araştırma kapsamında mülakat yapılan farklı kurumların temsilcileri tarafından ifade edilmiştir
2022 yılında İzmir’in nüfusu 4 milyon 462 bin 056’ydı. GİB verilerine göre İzmir’de geçici koruma statüsüyle ikamet eden Suriyeli sayısı 138 bin 599’du. TÜİK verilerine göre, 2021 yılında İzmir’de uluslararası koruma kimliği, kısa süreli ikamet izni veya çalışma izniyle yaşayan yabancıların sayısı 34 bin 733’tü.
Konya’daki bu sektörel dağılım Gaziantep ve Mardin’de farklıdır. Bu kentlerde tarım alanında Suriyelilerin yoğun şekilde istihdam edildiği görülmektedir. Ülkelerinin kentsel ve kırsal alanlarından gelen göçmenlerin bu alanlarda edinmiş oldukları vasıf ve deneyimler istihdam biçimlerini belirlemektedir. Gaziantep’te sanayide çok yoğun olarak kullanılan kayıt dışı göçmen işçi emeğinin aynı yoğunlukta inşaat ve tarımda da kullanıldığı görülmektedir. Mardin’deyse göçmen emeğinin en fazla tarımda artık yerli nüfusun yapmak istemediği “kuyubaşılık” denen sulama işinde istihdam edildiği, ardından da inşaat ve sanayide istihdam edildiği görülmektedir.
Savaş nedeniyle Mardin’e gelen Suriyelilerin büyük kısmının Suriye’de tarımla uğraşan kırsal nüfus olduğunu ve bir kısmının Mardin’de kuyubaşılık yaparak tarla evlerinde barındıklarını Kızıltepe’ye bağlı bir sınır köyünün, kendisi de toprak sahibi çiftçi olan 23 yıllık muhtarı raporda ayrıntılı olarak anlatmış.
Burada da Suriyeli göçmenlerin en dezavantajlı ve kendi içlerinde en dışlanmışları olan Domlar bulunuyor. Mevsimlik işçilerin kaldığı çadır kampların koşullarının özellikle kadınlar açısından zorluğu raporda belirtilmiş.
Göçmen gruplarda çocuk işçiliğinin en yoğun olduğu grup aile olarak göç etmiş ve geçici koruma statüsündeki Suriyelilerdir. Suriyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bütün kentlerde ve tarımsal işgücü olarak çalıştıkları kırsal alanlarda çocuk işçiliği küçük yaşlardan itibaren başlıyor.
Nicel araştırmanın bulgularını kısaca özetlemek gerekirse, Suriyelilerin ve diğer göçmenlerin yüksek oranlarda işgücüne katıldıkları görülüyor. Türkiyeliler için olduğu gibi, Suriyeliler ve diğer göçmenler için de ücretler en önemli gelir kalemi. Ancak Suriyelilerin ve diğer göçmenlerin kişisel ve hane halkı gelirlerinin, Türkiyelilerden kayda değer şekilde düşük olduğu görülüyor. Nicel araştırma, Suriyeli hane halklarında çocukların eğitime katıldıklarını gösteriyor; bununla birlikte özellikle Suriyelilerin eğitim seviyeleri Türkiyeli katılımcılardan düşük. Barınma koşullarına bakıldığında da Suriyelilerin ve diğer göçmenlerin Türkiyelilerden daha kötü koşullarda.
Nitel araştırmanın odağında ise, göçmenler ve mülteciler vardı. Gaziantep, İzmir, Mardin ve Konya ile nitel bulguları güçlendirmek amacıyla en çok göçmen ve mülteci barındıran kent olan İstanbul’da çeşitli kurumların temsilcileriyle yapılan mülakatlar, bir yandan nicel araştırmanın bulgularını doğrularken, diğer yandan altta yatan bazı ilişkiselliklere ve dinamiklere işaret ediyor. Eğitim ve sağlık hizmetlerine eşitsiz erişimde, sistemden kaynaklanan sorunların yanı sıra, göçmenlere ve mültecilere yönelik önyargılar ve ayrımcılığın etkili olduğu önemli bulgulardan biri.
Çalışma hayatındaysa, Suriyeliler, Afganlar ve diğer göçmenlerin işverenlerce “ucuz işçi” olarak görüldükleri ortaya çıkıyor. Göçmenlerin çoğu ücretli ve kayıt dışı çalışırken, bir kısmı da Türkiye’de yatırım yapmış durumda ve imalat ve toptancılık gibi alanlarda faaller. Ayrıca küçük perakende işletmeler çalıştıranlar da var. Barınma koşullarına bakıldığında, göçmenler ve mültecilerin beş kentte de çöküntü alanlarında veya düşük kiralara ev bulabildikleri, işyerlerine yakın işçi mahallelerinde oturdukları gözlemleniyor.
Nitel araştırmanın ortaya koyduğu çok önemli başka bir bulguysa, neredeyse kurumsal bir görünüm alan ayrımcılık.
Araştırmadan elde edilen nicel ve nitel veriler bir araya getirildiğinde nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz? Bu çalışma öncelikle göçmenlerin ve mültecilerin Türkiye toplumunun bir parçası haline gelmiş olduklarını gösteriyor. İşgücüne yoğun şekilde katılıyorlar; eğer yasal olarak ikamet ediyorlarsa sağlık hizmetlerinden bir ölçüde yararlanabiliyorlar ve çocuklarının temel eğitime katılma hakları var. Ücretlerin düşüklüğü, eğitime katılımın düşük ve sorunlu olması, barınma koşullarının iyi olmaması gibi göçmenlerin yaşadıkları olumsuzluklar topluma belirli düzeylerde katıldıkları gerçeğini değiştirmiyor. Göçmenlerle aynı mahallelerde yaşayan çoğu emekçi olan yerliler için de göçmenlerin yaşadığı sorunların birçoğunun geçerli olduğu söylenebilir. Örneğin yerliler de göçmenler de iş bulmak, ev bulmak, doktora gitmek gibi konularda zorlandıklarından şikâyet ediyorlar. Üstelik bu araştırmada elde edilen nicel bulgulara göre yerli katılımcılar, bazı konularda içinde bulundukları durumdan Suriyelilere göre daha memnuniyetsizler.
Katılımcıların hane halkı bireylerinin çalışma durumu yaş kırılımında incelendiğinde, 7-17 yaş arasındaki Suriyeli hane halkının çalışma oranı yüzde 4, diğer göçmenlerde bu oran yüzde 3, Türkiyelilerdeyse yüzde 1,7’dir. Yaş kırılımındaki istihdam verileri çocuk işçilik olgusuna işaret etmenin yanı sıra, göçmenlerin daha genç bir işgücü oluşturduğunu da göstermektedir.
Araştırmada bütün katılımcılara gelirleri hakkında sorular yöneltilmiştir. Bu konudaki soruya yanıt vermek istemeyen kişi sayısı çok olmakla birlikte, verilen yanıtlar göçmenler ve yerliler arasında nicel araştırmanın yapıldığı Haziran-Ağustos 2022 dönemine ilişkin önemli bir farka işaret etmektedir. Üç grubun aylık ortalama hane halkı gelirleri, Türkiyeliler için 7 bin 586 lira, Suriyeliler için 4 bin 329 lira, diğer göçmenler için ise 4 bin 994 lira olarak sıralanmaktadır. Suriyelilerin yarıya yakınının hane halkı gelirleri 4 bin liranın altındadır. Önemli bir bulgu, yerliler arasında hane halkı gelirleri 4 bin liranın altında olanların yaklaşık üçte ikisi sadece okuryazar veya bir okul bitirmemişken, Suriyelilerde bütün eğitim düzeylerinde hanesine ayda 4 bin liradan az giren hane oranı üçte birden az değildir. Yani yerliler için eğitim düzeyi arttıkça gelir de artarken, Suriyeliler için bu geçerli değildir. Diğer bir deyişle uzman mesleklere sahip Suriyeliler de düşük ücretli işlerde çalışmaktadır.
Bu eşitsizlikte en altta yer alan, en dezavantajlı olanlar düzensiz göçmenlerdir. Onların üzerindeyse, çalışma izinleri olmayan ve kayıtlı oldukları illerden ayrılmamaları beklenen uluslararası koruma başvurusu veya statüsü olan kişiler yer almaktadır. Geçim imkânları açısından en avantajlı grupsa geçici koruma statüsündeki Suriyelilerdir. Ancak Suriyeliler arasında da gerek geçici koruma statüsü olmayanlar gerekse kayıtlı oldukları ilin dışında olanlar, kayıtlı oldukları illerde çalışanlara göre daha dezavantajlıdır. Buradan şu sonuca ulaşılmaktadır: Göçmen ve mülteciler arasında ikamet statüsü çalışma yaşamına katılmak ve emek pazarında pazarlık gücü açısından belirleyicidir. İkamet statüsü nedeniyle dezavantajlı olanlar bu kırılgan konumlarıyla daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmektedirler. Aynı zamanda işverenler de bu grupların kırılganlıklarından yararlanmaktadır
Araştırmada ortaya çıkan bir diğer sonuç, göçmen ve mültecilerin çalışma yaşamına katılım olanaklarını ve biçimlerini belirleyen etmenlerden birinin sahip oldukları ekonomik, kültürel ve sosyal sermayeleri olduğudur. Toplumdaki yaygın algının tersine göçmenler ve mültecilerin büyük bir bölümü sosyal yardımlara muhtaç bireyler değil, çalışma yaşamına girmelerindeki engelleri aşabildikleri ölçüde sahip oldukları farklı sermayelere bağlı olarak geçimlerini sağlayan faillerdir. O nedenle de göçmen ve mülteciler sınıfsal olarak homojen gruplar değillerdir. Dolayısıyla göçmenler ve mülteciler Türkiye’deki çalışma rejimi, işgücü ihtiyacının niteliği ve sosyopolitik iklimin elverdiği ölçüde sahip oldukları sermayelerle çalışma yaşamına katılmaktalar. Ancak göçmenler ve mülteciler sahip oldukları sermayelerden bağımsız olarak, ikamet statülerindeki kırılganlıklar nedeniyle çalışma yaşamına girmede eşit şansa sahip değiller. Bu konuda en avantajlı grup geçici koruma statüsü olan Suriyeliler olmasına karşın belli mesleklerde çalışma yaşamına girmek için geçici koruma statüsü de yeterli olmamaktadır.
Umuyorum ki bu rapor ilgili herkes tarafından okunur, raporun gösterdikleri bilimsel veri ile hareket edilir.
Türkiye nüfusunun önemli bir oranında kalıcı olarak yer alacak göçmen olgusu ile yaşayacağımız gerçeğini unutmamalıyız.
Raporun tamamına aşağıdaki adresten erişebilirsiniz:
https://tr.boell.org/tr/2023/11/28/gocmen-mahallelerinde-yasam
“Göçmenler: Türkiye’nin ‘En Alttakiler’i mi?” dosyasına ulaşmak için tıklayınız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.