Bizi güçlendirecek olan halkın kendisini daha güçlü ifade edebilmesinin koşullarını çoğaltmak olmalı. Halkın temsilcilerini güçlendirecek olan da bizzat halkın sesinin daha yüksek çıkabilmesi. Enkaz altından tribünlere, Elbistan’dan Defne’ye uzanan; enkaz başında “ses var, devlet yok”, tribünlerde “hükümet istifa” diyen, Elbistan’da Bahçeli’yi, Defne’de OHAL Valisi’ni ve terörle mücadele polisini sesini yükselttiğine pişman eden halkın sesinin… Günlerce ortada görünmeyip sonra kendine kurtarma hikayeleri uyduran AFAD’ın değil, Nidal Özçelik ve Yahya Özçelik gibi isimsiz kahramanların sesinin…
Hatay’da depremin ilk haftasındaki gözlemlerimizden hareketle kaleme alınan bu yazı dizisini “Ekranlardan taşan demagoji ve kadraja sığmayan hakikat” başlıklı üçüncü bir yazıyla sürdüreceğimizi duyurmuştuk. Konumuz aynı. Ama bütünüyle gönüllülerin çabası ile hayata döndürülen, ne yaşadığına bizzat tanık olduğumuz 5 yaşındaki bir çocuğun, AFAD’ın rezilliğini örtmek için yalan haberlerle bir propaganda malzemesi olarak kullanıldığını görünce başlık dahil bazı değişikliklere gittik.
Öncelikle karşı karşıya olduğumuz gerçekliği yansıtmakta ya da karartmakta bütün iletişim araçlarının kifayetsiz kaldığının altını çizmeliyiz. Elbette deprem bölgesinde yaşananları canla başla aktarmaya çalışan gazeteciler, gönüllüler ve sosyal medyayı kullanarak yaşananları kayda geçmeye, sesini duyurmaya çalışan milyonlar büyük iş çıkardı. Ancak yaşadığımız yıkımın mekânsal ölçeği, etkilediği insan sayısı ve daha geniş bir mekâna ve zamana yayılan etkileri mevcut gazetecilik ve propaganda faaliyetlerinin boyunu aşıyor. Hakikat anlatılmıyor demeyelim ama anlatılabilenden katbekat fazlası milyonlar tarafından bizzat yaşanıyor. Gazetecilik, propaganda ve kara propaganda, milyonların zihninde toplumsal politik bir deprem yaratan bu toplumsal tanıklık karşısında nasıl bir etkide bulunacak? Bu, daha çok tanıklığı bilince çevirecek politik mücadelenin konusu.
Biz bu yazıda hakikatin aktarılmasını güçleştiren koşullara ve iktidar medyasının demagojisine çuvaldız batırıp; gazeteciler ve muhalefet figürleri olarak kendi görünürlüğümüzü halkın yaşadığı gerçekliğin önüne geçirdiğimiz durumları iğneleyecek ve esas olarak halkın kendisini doğrudan ifade edebilme kapasitesini güçlendirmemiz gerektiğini savunacağız.
Gazeteciler de yıkımın yaşandığı kentlere geç ulaşabildi. İlk gün gidebilenlerimiz vardı ancak havalimanlarının işlemez hale gelmesi, kara yollarındaki tahribat ve kar yağışı ulaşımı güçleştiriyordu. Deprem bölgesine dışarıdan ulaşanların çoğu kendilerine rehberlik edecek bir mihmandar bulamıyor, kent merkezlerinde çok sınırlı bir alanda temas edebildikleriyle yetinmek zorunda kalıyordu. Yerel gazeteciler ise hem depremzede oldukları hem de yerel iktidarın baskısı altında zaten sınırlı bir hareket kapasitesine sahip oldukları için isteseler bile hareket edemedi. Her şeye rağmen hareket eden muhabirlerden gözaltına alınanlar, tehdit edilenler oldu. Bizzat Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan geliyordu talimat. “Halkın özgürce kanaat oluşturmasını engelleme”, “depremle ilgili halkı yanıltıcı paylaşımlarda bulunma” gibi suçlar icat edilerek hükümetin hoşuna gitmeyen gerçekleri söyleyen kanallar karartıldı, gözaltına alınanlar oldu ve böylece profesyonel gazeteciden sosyal medya kullanıcısı herkese sopa gösterildi.
Fiziki erişim güçlükleri ve politik baskıların yanı sıra, depremin ilk günlerinde GSM operatörlerinin hizmetlerinin büyük ölçüde durması, yani telefon ve internet erişiminin sınırlanması, üstüne bir de BTK’nin bant daraltma uygulamasıyla Twitter’ın kullanımının engellenmesi o an için kelimenin gerçek anlamıyla yaşamsal olan iletişim imkanlarını ortadan kaldırıyordu. Çünkü insanlar enkaz altındayken, sosyal medya, yardım çığlıklarını hayat kurtarmak için seferber olanlara duyurmanın en etkili yolu olmuştu. İletişim hakkının sınırlanması da basitçe teknik anlamda gazetecilik faaliyetinin yürütülmesine değil doğrudan halkın yaşam hakkına kastediyordu.
Artık bütünüyle yerel halk, gönüllüler ve sosyal medya sayesinde hayatı kurtarılan Derin’in hikayesine geçelim.
Hatay’a giderken olası arıza ve engellemeleri hesaba katarak uydu interneti kullanmak üzere alıcı ekipmanlar götürmüş ve Sevgi Parkı’na kurmuştuk. Doğal olarak daha rahat iletişim kurabiliyorduk ve bunu bilenler de çok sayıda yönlendirme yapıyordu. Şehir dışından bir arkadaşımız, depremin ikinci günü, 7 Şubat gecesi sosyal medyada “teyitli” notuyla dolaşan bir paylaşımın ekran görüntüsünü iletti. Ailesine ulaşılamayan 5-6 yaşlarında bir kız çocuğu, 6 Şubat günü enkaz altından gönüllüler tarafından çıkarılmış, hastaneye götürülmüş, serum takılarak gönderilmiş, yakınlarına ulaşılamayınca ertesi gün aralarında sağlık emekçilerinin de olduğu gönüllülere teslim edilmişti. Hastaneden serum takmak dışında bir müdahale olmadan gönderilen kız çocuğunun kalçasının çıkık ve femur kemiğinin kırık olduğu tespit edilmişti, ambulans çağrılıyordu ancak onlar da daha acil vakalara yetişeceklerini belirterek kız çocuğunu almıyorlardı. Çocuk bu koordinasyon noktasında gönüllülerin gözetiminde yerde yatıyordu ve acilen şehir dışında bir hastaneye götürülmesi gerekiyordu.
Yazılanların doğruluğundan şüphe ederek paylaşımda geçen irtibat numarasını aradık, Dostluk Parkı’nda yani yürüme mesafesindelerdi, gidip yerinde görmek mümkündü. Gittiğimizde, başında gönüllü bir sağlık emekçisi bekler halde, bir yer yatağına yatırılmış küçük kız çocuğunu gördük. Parktaki gönüllülerden Deniz Çağlar durumu anlattı. Arama kurtarma eğitimi almış genç bir çift, Nidal Özçelik ve Yahya Özçelik, depremin ilk günü annelerini ziyarete giderken karşı apartmanın enkazından bir çocuk sesi geldiğini öğrenmiş ve bu küçük kız çocuğunu komşularla birlikte enkazdan çıkarmış, hastane hastane gezdirerek nihayet bir doktora gösterebilmiş, hastaneden gönderilince o gece kendi sığındıkları alanda birlikte kalmış, aileyi bulmak için kapı kapı gezmiş ancak ulaşamayınca ertesi gün aralarında doktorların da bulunduğu gönüllülere teslim etmişti. Çocuk güçlükle adını telaffuz etmişti; Derin Y. olan adını onu kurtaranlar “Deniz Y.” diye anlamıştı. Evden, annesi olduğu sanılan bir kadının cesedi çıkmıştı, daha sonra üvey annesi olduğu anlaşılacaktı. Çocuğun babasının adı da öğrenilmişti, Sırdaş Y., ancak kendisine ulaşılamıyordu. O an için adı “Deniz” diye bilinen küçük kızla ilgilenen gönüllü Deniz Çağlar, babayı bulabilmek için duyuru konusunda yardım istiyordu. Bir video çekerek Twitter’da paylaştık.
Adı Deniz Yıldız (6), babasının adı Sırdaş Yıldız ama ulaşılamıyor. Enkazdan çıkarıldı, hastaneden geri gönderildi ama kalçasında çıkık, femur kemiğinde kırık var. Dostluk Parkı’nda gönüllüler ilgilenmeye çalışıyor. Öğleden beri yerde yatıyor. Birilerinin ulaşıp alması lazım. + pic.twitter.com/nAg4bgV4Cs
— Ali Ergin Demirhan (@ali_ergind) February 7, 2023
Videonun yaygınlaşması sonucu ertesi gün hala ve enişteye ulaşıldı. Küçük kız parka gelen hala ve enişteyi tanıdı, babasının fotoğrafı kendisine gösterildiğinde onu da tanıdı, kimlik kontrolleri yapıldı, fotoğraflar çekilip Sağlık Bakanlığı’na gönderildi. Gönüllüler o ana kadar adını Deniz sandıkları Derin Y.’yi bu şekilde yakınlarına teslim etti ve Derin, depremin üçüncü günü Adana’ya hastaneye ulaştırıldı.
Dün (1 Mart), iki gün boyunca Derin’in başında bekleyen ve depremin üçüncü günü ailesine teslim eden gönüllü Deniz Çağlar’dan bir mesaj geldi. İktidar medyası Derin’i AFAD çıkarmış gibi haberler yapmıştı.
Bu haberlerden biri Sabah’ta Murat Karaman ve Ziya Ramoğlu imzasıyla yayımlandı:
“Asrın felaketinde Hatay’da kardeşleri ile enkaz altında kalan ve AFAD ekipleri tarafından kurtarılan 5 yaşındaki Derin’in Adana Şehir Hastanesi’nde tedavisi sürüyor. … Merkez Antakya ilçesinde Sevgi Parkı’nın olduğu bölgede oturan Y. ailesinin oturduğu bina yıkıldı. Depremde, baba ve büyük oğlu kurtulmayı başarırken, 8 yaşındaki Çağlar Y. ile 5 yaşındaki Derin Y. kayboldu. Derin, depremden 4 gün sonra AFAD ekipleri tarafından enkazda bulundu ve Adana’ya sevk edilerek tedavi altına alındı.”
Haberde Derin’in annesinin “Derin’i AFAD ekibi buldu” dediği, AFAD’a ve şehir hastanesine çok teşekkür ettiği yazıldı. Benzer haberler iktidar medyasından çok sayıda kanalda yer aldı.
Aile gerçekte bu durumdan çok rahatsızdı. Derin’i kurtaran Nidal Özçelik ve Yahya Özçelik de rahatsızdı ama depremle hayatları sarsılan insanlar bu yalan haberlerle baş edecek gücü kendilerinde bulamadıklarını söylüyor, bu konuda destek istiyorlardı.
Nidal Özçelik’e ulaştık, anlattı:
“Başkasının yaptığı şeyden faydalanmak çok acı.
6 Şubat sabahı Sümerler Mahallesi Dere Sokak’ta oturan anneme bakmaya gittim. Derin karşı apartmanda oturuyordu. Mahalleden birkaç abi ‘kızın sesi geliyor’ dediler ben de arama kurtarma eğitimi aldığım için elimden geldikçe yardım ettim. Komşularımız Selçuk abilerle birlikte çıkardık. Ben direktifleri verdim, onlar çıkardı.
Derin çıktıktan sonra inliyordu, iç kanaması olabilir diye düşündüm, bilinci açıktı. İlk olarak Akdeniz Hastanesi’ne gittik, hasar nedeniyle kapalıydı. Sonra Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürdük. 3000 yataklı diye övünüyorlardı, çökmüş hiçbir şey çalışmıyor. Gönüllü iki üç doktor, Acil’in önü ceset, yaralı kaynıyordu. Acil’den giriş imkânsız ben de normal poliklinik girişinden götürdüm. Orada bir serum takıp yolladılar.
O gece (Fenerbahçeliler Özel Eğitim Anaokulu’nda) yanımda kaldı. Travma riskinden ötürü ailem ve sevdiklerimizle başında nöbet tuttuk. Acısını gidermeye çalıştık. ‘Nidal abla’ deseniz beni tanır zaten. Okulun müdürü, bazı çalışanlar ve gönüllü bir hemşire abla bize Derin’e bakmakta yardımcı oldu.
Ben adını Deniz biliyordum. Ben de bir anneyim, evlatlarım sağlıklı ve emin eldeydi; babası olmasa Derin’i ailemle birlikte Mersin’e alırdım ama babası sağ bana ‘Sen kimsin’ dese bir şey diyemem. Ben insanlık görevimi yaptım, bir daha olsa bir daha yaparım.”
Yahya Özçelik anlatıyor:
“Anne öldü diye biliyorduk, ölen üvey anneymiş. Baba ve oğul Turunçlu’daki konteyner kentte kalıyor diye duyduk. Onlara ulaşmaya çalıştık. Muhtara söyledik, o bir yere kadar yardımcı olabildi. Sümerler tarafındaki 6. Hudut Alay Komutanlığı’na gittim. Orada Hataylı bir er vardı, hala terhis olmamıştır. O yardımcı olmaya çalıştı, o da biliyor. Ama bu çabalarımıza rağmen ulaşamayınca, gönüllülere teslim ettik.
Annesi de ‘AFAD buldu, AFAD 4 gün bakmış, teşekkür ediyorum’ falan demiş…
Biraz üzüldük ama kendisine kırgın ya da kızgın değiliz. Çünkü bize teşekkür eden, ‘Allah razı olsun’ diyen kadın böyle demişse birileri bunu yönlendirmiş belli ki. İki kızım var, biri Masal, biri Kumsal. Kızlarımızdan ayırt etmedik. Biz insanlık görevimizi yaptık, bu da teşekkür gerektirmez.”
Bu kurtuluş hikayesinde manşetlere taşınan AFAD gerçekte nerede? Derin’in, kendileri de depremzede olan genç bir çift ve komşuları tarafından kurtarıldığı ilk gün AFAD ortada yoktu zaten. İktidarın yalan habercileri de bu gerçeğin etkisiyle olacak, belki de biraz inandırıcı olsun diye, enkazdan çıkarılma tarihi olarak dördüncü günü vermiş. Derin’i ilk gün enkazdan çıkaran, hastaneye götüren, gece başında nöbet tutan Özçelik çiftiydi. İkinci gün gönüllü sağlık emekçilerinin gözetimine alan Dostluk Parkı’ndaki gönüllülerdi. Derin’in ailesine gönüllü Deniz Çağlar’ın çabaları ve hükümetin elinden geldikçe boğmaya çalıştığı sosyal medya aracılığıyla ulaşıldı ve depremin üçüncü günü Derin, Adana’ya götürülmek üzere halası ve eniştesi tarafından teslim alındı. AFAD bu hikâyenin gerçekte hiçbir yerinde yok ama büyük gazeteler ve televizyonlar tarafından olayın kahramanı ilan ediliyor.
Yurtdışından gelen kurtarma ekipleri de kurtarma çalışmalarında yaşadıkları engel ve sorunlardan dolayı çalışmalarını bırakıp ülkelerine dönerken kurtardıkları depremzedelerin AFAD tarafından kurtarılmış gibi gösterilmesinden şikâyet etmişti. O vakalarda en azından enkaz başında bekleyen AFAD ekipleri vardı. Bu kez hiç olmadıkları bir kurtarma olayını, iktidar medyası marifetiyle hanelerine yazdılar. Kim bilir, daha böyle kaç vaka var.
Burada Yahya Özçelik’in, AFAD’a teşekkür ettirilen anneden söz ederken kullandığı “birileri yönlendirmiş belli ki” sözünün altını çizelim.
Arama kurtarma ve yardım faaliyetlerinin eksikliğinden söz eden ve inanılması güç, dramatik olaylarla ülke gündemine gelen depremzedelerin evlerinin gece devlet yetkilileri tarafından basılıp basına tam aksi yönde açıklamalar yapmaya zorlandıklarını biliyoruz. Can kurtarmaya yetişemese bile ev basmayı aksatmayan bir devlet var yani. Tehdit edilen depremzedeleri ve doğru haber yaptığı halde yalanlanan, bildiklerini açıklayamaz hale gelen gazetecileri zor durumda bırakmamak için ayrıntı vermiyoruz.
Bir başka yönlendirme de Tayyip Erdoğan’ın OHAL ilan etmesine dayanak yapılan, sosyal medyada devletin eksikliklerinin ve depremzedelerin ihtiyaçlarının konuşulmasını bir süreliğine de olsa geri plana iten “yağmacı Suriyeliler” yaygarası ile yapılmıştı. İnsanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için dükkanlara girip tüketim maddelerine el koymalarının dışında, hırsızlık ve yağma olayları elbette oldu. Ancak savaş ekonomisi ile beslenen kaçakçılığın her türlüsünün, dolayısı ile gayrimeşru ağların kavşak noktalarından Hatay’da market ve mağaza yağmalarının tartıştırılması tam bir “cambaza bak” örneğiydi. İnsanlar enkaz altında kurtarılmayı bekler ve dışarıdaki kitleler cambaza bakarken, cihatçısından uyuşturucu kaçakçısına, kontrgerilla unsurlarından silah kaçakçısına bütün gayrimeşru unsurlar ifşa edilmeden, sessiz sedasız, tereyağından kıl çeker gibi kurtarıldı.
O sırada yine bir perdeleme taktiği olarak Suriyeliler hedef gösterildi, linçler kışkırtıldı. Enkaz altındaki iki çocuğunu bekleyen Suriyeli mülteci Ömer Hassun, “Suriyeliler enkazlarda hırsızlık yapıyor” yaygarası ile sokağa sürülen çeteler tarafından dövüldü, kafası ve burnu kırıldı mesela. Murat Bay, saldırıdan önce kendisiyle konuşmuştu, saldırıdan sonra da haberini yaptı; ancak “Suriyeli yağmacı” yalanını boşa çıkaran haberi nedeniyle bu kez de kendisi bir siber linç kampanyasıyla hedef gösterilmeye başladı.
Ömer dün gece çocuklarının altında kaldığı enkazın başında saldırıya uğradığını söylüyor.
Türkçesi çok iyi değil. Kendini anlatamamış.
Burnunu ve başını kırmışlar.
Tekrar ediyorum, günlerdir enkaz altındaki çocuklarını kurtarmaya çalışan bir baba dün gece darp edildi#deprem pic.twitter.com/ou47yOaiXZ— Murat Bay (@MuratBay__) February 12, 2023
İşte bu demagoji ve şiddet atmosferi, gerçeği perdelediği gibi, Suriyelilerin durumuna ve kriminal yağma olaylarının asıl sorumlularına dair haber yapılmasını da engelleyen bir rol oynuyordu. Bu atmosferde ne sınırın ötesindeki ne de sınırın bu tarafındaki milyonlarca Suriyeli depremzedenin haberlerini yazmadık, okumadık, yok saydık. En ufak hatalarında sınır dışı edildikleri için gerçekte suça karışma oranları yerli nüfusa göre çok çok düşük olan, saldırıya ve istismara uğradıklarında da hakkını arayamayan Suriyeli mültecilerin günah keçisi ilan edilmesine yeterince yüksek sesle itiraz edemedik. İşte bunları da birileri yönlendirdi. Perdenin arkasında kalan işler halledilmiş, perdeleme ihtiyacı ortadan kalkmış olacak ki sosyal medyayı saran bütün o Suriyeli efsaneleri de geldiği hızla kayboldu.
Halkın haber alma hakkını savunan gazeteciler ve muhalefet figürleri sansüre, karartmaya ve kara propagandaya karşı ellerindeki iletişim olanaklarını seferber etti. Bu seferberlikte kimi zaman gazetecinin ve muhalefet figürünün görünürlüğü, gizlenmeye çalışılan hakikatin daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlarken kimi zaman da bizatihi bu görünürlüğün kendisini büyütmek amaç haline geldi.
Oysa bizi güçlendirecek olan halk adına konuşanlardan çok halkın kendisini daha güçlü ifade edebilmesinin koşullarını çoğaltmak olmalı. Halkın temsilcilerini güçlendirecek olan da bizzat halkın sesinin daha yüksek çıkabilmesi. Enkaz altından tribünlere, Elbistan’dan Defne’ye uzanan; enkaz başında “ses var, devlet yok”, tribünlerde “hükümet istifa” diyen, Elbistan’da Bahçeli’yi, Defne’de OHAL Valisi’ni ve terörle mücadele polisini sesini yükselttiğine pişman eden halkın sesinin… Günlerce ortada görünmeyip sonra kendine kurtarma hikayeleri uyduran AFAD’ın değil, Nidal Özçelik ve Yahya Özçelik gibi isimsiz kahramanların sesinin…
Derin, kurtarıldıktan sonra Yahya Özçelik’in annesi ile birlikte.
Önceki yazılar:
-Bitti-
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.