Halkevleri’nin çağrısını yaptığı “Yok oluştan yeniden inşaya kamusallık sempozumu” öncesinde Halkevleri Emek Sekreteri İbrahim Kara ve Kadın Sekreteri Berna Demirdaş’la sempozyumla ne hedeflendiğine, ne içerikte tartışmalar yürütüleceğine ve tartışmaların nasıl devam edeceğine dair konuştuk
Halkevleri, neoliberal politikaların yarattığı yıkıma karşı yeniden inşa fikirlerinin tartışılacağı bir sempozyum düzenliyor. Çeşitli akademisyenlerin, Halkevleri üye ve yöneticilerinin, bu konuda çalışmalar yürüten entelektüel ve aydınların ortak emeğiyle düzenlenen sempozyum 22 Ocak’ta Ankara’da Makina Mühendisleri Odası Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek.
Halkevleri sempozyum çağrısında “Bu krizden çıkış mümkün. Krize karşı tek seçenek halkın seçeneğidir!” diyor ve herkesi birlikte tartışmaya çağırıyor.
Sempozyum öncesinde mikrofonumuzu Halkevleri Emek Sekreteri İbrahim Kara ve Kadın Sekreteri Berna Demirdaş’a uzattık.
Neden böyle bir sempozyum yapma ihtiyacı hissettiniz? Bu sempozyumla ne hedefliyorsunuz?
Kara: İhtiyaç yaşamdan, mücadeleden çıktı aslında. Yoksulluk elbette yeni ortaya çıkan bir durum değil ama özellikle son iki yıldır halkın tüm kesimleri hızlı bir yoksullaşma sürecine girdi. Bunun bir tepkisi de çıktı elbette. Geçen sene ocak ayında iki temel eylem biçimi çok görünür oldu. Bunların biri enerji zamlarına karşı yapılan eylemlerdi. Hatırlarsanız yılbaşında çok fahiş zamlar gelmişti. Marmaris’ten Doğubeyazıt’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada kitlesel şekilde cereyan etti bu isyan. Diğeri de çeşitli illerde düşük ücret zammına karşı büyük çoğunluğu herhangi bir sendikadan mahrum şekilde başlayan işçi direnişleri.
Her iki eylem biçimi de yaşanılan yoksullaşmayı sınırlandıracak, ona isyan eden eylemler. İşçiler çoğunlukla kısmi ya da tam kazanımla, yani ek zamlar alarak, sonuçlandırdı. Enerji zamlarına yapılan eylemler sonucunda da iktidar kısmi düzenlemeler getirmek zorunda kaldı. Ama yoksullaşma süreci kesilmedi. Maaşlara zam yapılsa bile zamlar en fazla üç ay dayanabiliyor. Ya da enerji zammına yönelik kısmi düzenleme yapıldı ama peşine kaç sefer zam yapıldı.
Bu noktada halkın ücret gelirine olan bağımlılığını azaltacak bir mücadele hattının önemi açığa çıkıyor. Yani temel ihtiyaçlarımızı bir gider kalemi, ancak parayla satın alınabilecek şeyler olmaktan çıkarmamız gerekiyor. Kamusallık burada iyi bir çerçeve sunuyor bize. Bu yüzden dayanılmaz hale gelen bu yoksulluktan çıkışı hedefleyeceksek, bunu ancak kamusallık ilkesi etrafında örülecek bir mücadele hattıyla yapabileceğimizi düşünüyorum.
Eğitimin, sağlığın, enerjinin ve temel ihtiyacımız olan her şeyin sermaye tahakkümünden kurtarılıp halkın ihtiyaçları doğrultusunda ortak kaynaklarla yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Sadece bir devletleştirme talebi değil elbette bu. Buradaki sistemlerin işleyişinde de denetiminde de halkın aktif rol alabileceği düzenekleri de içeren geniş bir toplumsallaştırma süreci için örülecek bir mücadeleye işaret ediyoruz.
Demirdaş: Kısa bir ek yapayım. Büyük umutlar beslenen bir seçim sürecine giriyoruz. İktidar seçim yatırımı denebilecek hamleler dışında halkın sorunlarına köklü çözüm üretmeyi vadetmiyor. İktidar olmaya aday muhalefet de kamusallık adı altında devlet teşviklerinin hangi sermaye gruplarına ya da hangi projelere aktarılacağına dair program koyuyor.
Dolayısıyla sorunların köklü çözümü, kendi sorunlarımıza karşı geliştireceğimiz taleplerimizin kamusallık ilkesi etrafında şekillenecek örgütlü bir mücadele hattıyla sahaya çıkmasında yatıyor. Seçimin sonucu ne olursa olsun, mevcut iktidarın da olası bir değişimde kurulacak yeni iktidarın da bu taleplere kulak kabartmasının tek yolu bu örgütlü gücün varlığıdır. Tartışmalarımızı da aynı zamanda öz yönetim ve iktidar mücadelesi perspektifiyle yürüteceğiz.
Halkın bu krizden tek çıkışının bu mücadele olduğunu düşünüyoruz. Sempozyumda da bu yolun nasıl oluşturulacağını tartışacağız.
Tartışma başlıkları arasında sağlık hakkı, eğitim hakkı, enerji hakkı gibi ifadeler gözümüze çarpıyor. Özellikle 2000’lerin başında programınızı belirleyen hak mücadelelerini anımsatan başlıklar. Bir “geri dönüş” mü var? Tartışılacak mücadele başlıklarını bir önceki dönem hak mücadeleleriyle karşılaştırarak nasıl değerlendirirsiniz?
Kara: Buna geri dönüş demek doğru olmaz. İkinci perde diyebiliriz.
Şöyle açıklayayım. Neoliberal politikaların uygulanmaya başlandığı dönemde hızlı bir özelleştirme ve güvencesizleştirme dalgası yaşandı. KİT’lerin özelleştirilmesinden eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin ticarileşmesine, enerji, iletişim gibi altyapıların özelleştirilmesinden kentsel dönüşüm projeleriyle gecekonduların yıkılmasına kadar bir dizi uygulama. Çok uzatmaya gerek yok. Biz ilk dönem yürüttüğümüz hak mücadeleleriyle bu saldırı dalgasına karşı savunma hareketleri örgütledik. Gecekondu mahallelerinde barınma hakkı meclisleri kurup yıkımları engellemeye çalıştık. Eğitim hakkı meclisleriyle okullardaki ticarileşmeye, para toplama uygulamalarına karşı mücadele ettik. Ya da ulaşım eylemlerimizle gündeme geldik.
Yer yer kazanımlar da elde ettik. Ancak toplam sürece baktığımızda yenildik. Bu yenilgi büyük bir yıkım yarattı. Sosyal haklar büyük oranda tırpanlandı. Devlet temel hizmetlerden elini çekti desek, sanırım yanlış olmaz. Gecekondular yıkıldı. Hak sahibi olanlar da oldu ama olmayanlar ya 20 yıla varan kredi borçlarının altına girerek ev aldılar. Ya da ömür boyu kira ödemeye mahkum oldular. Okulların doğrudan satışı yapılmadı ama öyle bir hale getirdiler ki çocuğumuzu imamhatipe göndermekle kredi çekip özel okula göndermek arasında tercihe zorlanır olduk. Dağıtım şirketleri özelleşti, elektrik ve doğalgaz faturalarını söylemeye gerek yok sanırım. Ve daha pek çok şey…
Saldırıları göğüsleyemedik. Artık savunulacak bir hak ya da kamusal diyebileceğimiz bir şey kalmadı. Hak mücadeleleri, geri alma mücadelesine evrildi. Nitelikli bir eğitim ve sağlık hizmetini, enerjiyi, gıdayı ve diğerlerini sermayenin tahakkümünden kurtarmamız gerek. Artık yeni dönemin hak mücadeleleri halkın özyönetimini ve özdenetimini de içeren bir kamulaştırma mücadelesidir. Neoliberal enkaza karşı yürütülen mücadelenin ikinci perdesi olarak görüyoruz.
Pek çok hak mücadelesi başlığının arasında “toplumsal yeniden üretim ve bakım emeği” tartışma başlığı dikkatimizi çekiyor. Bunu bir hak mücadelesi olarak mı görüyorsunuz? Kamusallık tartışmasında “toplumsal yeniden üretim ve bakım emeği” nereye oturuyor?
Demirdaş: Toplumsal yeniden üretim alanı neoliberal iktidarların ayrı bir önem atfettiği alan oldu. İktidarlar kamusallığın tasfiyesinde toplumsal cinsiyet ayrımına dayalı işbölümüne sırtını yasladı. Türkiye’de de böyle oldu tabi. Yaşlı, hasta ve çocuk bakımı, temizlik ve yemek gibi ev işleri kadınların omzuna yüklenince kreş, yaşlı bakım evleri gibi devletin sorumluluğundaki alanlar kolaylıkla terkedilebildi.
Böylece kadınlar devletin temel sorumluluklarından birini hiçbir ücret ve sosyal güvence olmadan üstlenmeye zorlandı. Çok kullanıldı ama çarpıcı olduğu için tekrar edeyim: Oxfam’ın 2020’de bakım emeği üzerine yayımladığı rapora göre dünyada kadınların ve kız çocuklarının bir yıllık karşılığı ödenmemiş bakım emeği 12,5 milyar saate denk geliyor ve bunun maddi değerinin en az 10,8 trilyon dolar olduğu ifade ediliyor.
Bu işlerin yeniden toplumsallaştırılması ve kamusal kaynaklarla yapılması kadınların insanca bir yaşam mücadelesinin temel başlıklarındandır. Hak mücadelelerini bugün insanca bir yaşam için “geri alma mücadelesi” olarak göreceksek kadınların bu mücadelesini es geçemeyiz. Kreşlerin, yaşlı bakım evlerinin, hasta bakım hizmetlerinin kamusal nitelikte sağlanması kadınların üzerindeki bu korkunç yükü de alacak. Mücadelemiz de tartışmamız da bunun içindir.
Tartışmalar sürecek mi?
Kara: Sürdürmek istiyoruz. Biz bu sempozyumu düzenlemeye karar verdiğimizde hali hazırda bu eksende bir tartışmanın içindeydik. Sempozyumla birlikte yürüttüğümüz bu tartışmaları dışarıya açmak istedik. Böylece katkı ve eleştirilerle mücadele tezlerimizi kuvvetlendirebileceğimizi düşündük.
Halkevciler arasında yürüttüğümüz tartışmaları bu alanda çalışmalar yapan akademisyenleri, entelektüel ve aydınları da katarak atölyelere dönüştürdük. Aslında her bir tartışma başlığı için hazırlanan sunular, kolektif bir tartışma sürecinden süzülüyor.
Bu atölyeleri sempozyum sonrasında da genişleterek sürdürmek istiyoruz. Tartışma gruplarımıza dahil olmak isteyenlere sempozyumda da çağrı da yapacağız.
Sendika.Org/Ankara