Lenin dahi olsa komünist bir partide “halef” ya da “vasi” tayininin Marksizm’in özüne ve tarihsel amaçlarına aykırılığı çok açık olduğu halde bu masal Marksist olduğunu iddia edenler arasında bile alıcı bulur. Ne var ki, 1990 sonrası yayımlanan tarih araştırmaları bu sürecin arka planını aydınlatmakla kalmaz; yıllardır sakız gibi çiğnenen bu ve benzer iddialara neden kuşkuyla yaklaşmamız gerektiğini hatırlatır
Dünya proletaryasının ölümsüz önderlerinden Lenin son nefesini 21 Ocak 1924’te verdi.
Fakat sağlık durumu aslında 1920-1921 kışından itibaren bozulur. O tarihten sonrası Lenin’i hem bedenen hem de ruhen çok yıpratan bir süreç olarak seyreder. 1922 Mayıs’ından sonra durumu gittikçe kötüleşir. Başlangıçta çok şiddetli baş ağrıları ve uykusuzluk çekerken o tarihten sonra sık aralıklarla felç krizleri geçirmeye başlar. Bu kriz evrelerinde kısa süreli bilinç kaybı ve konuşma güçlükleri yaşar.
Bu arada felç nedeniyle büsbütün yatağa bağlanıp konuşamaz ve çalışamaz hale gelecek olursa intihar etmeyi kafasına koyar. Bu düşüncesini önce Stalin’e açar ve ondan o aşamada kendisine siyanür dipotasyum getireceği sözünü vermesini ister. İlk felç krizinden sonra 30 Mayıs 1922 günü Stalin’i çağırtarak ona bu sözünü hatırlatır. Fakat Stalin her seferinde geçiştirir onun bu isteğini. “Lenin’in Vasiyeti” olarak gösterilmeye çalışılan mektupları dikte ettirmeye başlamadan bir gün önce (22 Aralık 1922) sabah saat 06.00’da sekreterlerinden Fotiyeva’yı çağırtarak bu talebini bu kez yazılı olarak yineler fakat gizli tutulmasını da tembihler.
Zehir konusu, 1923 Mart’ında Stalin’le Krupskaya arasında yeni bir gerilim konusu olur. 10 Mart günü yeni bir felç geçiren Lenin konuşma yeteneğini yine kaybeder ve yazı yazamaz hale gelir. Bunun üzerine Krupskaya, 17 Mart’ta Stalin’e Lenin’e verdiği sözü hatırlatır. Bunun üzerine Stalin, 21 Mart 1923 tarihli bir notla Politbüro’yu bu konunun gelişim süreci hakkında bilgilendirir. Notunu da, “(…) Ancak şunu belirtmeliyim ki, V. İlyiç’in bu isteğini yerine getirmeye gücüm yetmez ve ne kadar insanca ve gerekli olursa olsun bu misyondan vazgeçmek zorunda kaldığımı MK Politbüro üyelerinin bilgilerine sunarım” diye bağlar.
Tedavisiyle ilgilenen doktorlar, Lenin’in yaşadığı sorunları önceleri 30 Ağustos 1918’te uğradığı suikast girişimi sırasında Es-Er Fanya Kaplan’ın kullandığı özel mermilerin yol açtığı kan zehirlenmesine bağlarlar. Fakat özellikle Almanya’dan getirilen iki uzman bu etkenin dışında özellikle sinir sisteminin ve beynin aşırı yorgunluğunun da önemli bir etken oluşturduğu sonucuna varırlar. Bu teşhise bağlı olarak onu bedenen ve zihnen yoracak faaliyetlere kesin sınırlar koyarlar. Doktorların ısrarlı uyarı ve önerilerini dikkate alan Politbüro ve Merkez Komitesi de 1922 Mayıs’ı ve 1922 Aralık aylarında iki kez bu doğrultuda bağlayıcı kararlar alır. Konulan kurallara uyulmasını izleme sorumluluğunu da -Lenin’le yakınlığını dikkate alarak- Stalin’e verir.
Öte yandan Lenin’in durumu ağırlaştıkça parti içindeki iktidar savaşımının ateşi de tekrar yükselmeye başlar. Tekrar diyoruz, çünkü bu savaşım Lenin daha sağken, 10. Kongre öncesi Troçki tarafından başlatılmış bir savaştır. Kızıl Ordu’nun başındaki isim olarak iç savaş sürecinde oynadığı rolden ötürü partinin özellikle genç ve deneyimsiz üyeleri arasındaki popülaritesi yanında NEP gibi geri bir adıma başvurmak zorunda kalınmasının “Biz boşuna mı çektik bu çileleri” duygusuna kapılan kadrolarda yarattığı hayal kırıklığı ve tepkilere güvenen Troçki 10. Kongre öncesi Lenin’le bir kez daha açık bir iktidar savaşına kalkışır. Sendikaların dahi askerileştirilmesini savunan bir platformla çıkar ortaya. Fakat kongre delegeleri içinde umduğu desteği göremeyeceğini anlayınca kongreye dahi katılmadan o sırada patlak veren Kronştadt isyanının bastırılmasında rol almaya gider.
(…) Sınıflar ortadan kalkmadığı sürece proletarya partisinin içinde de farklı fikir ve eğilimlerin ortaya çıkması doğal ve kaçınılmazdır. Partiyi kısır bir döngünün içine sürükleyip felç etmediği sürece, başka bir ifadeyle partinin herkesi bağlayan kuralları çerçevesinde yürütülen ideolojik bir mücadele sınırları içinde kaldığı sürece parti içinde farklı fikirlerin ortaya çıkıp tartışılması partiyi de diri tutar, ona düşünsel-politik bir canlılık kazandırır.
Ne var ki Sovyetler Birliği’nde tartışma bu sınırlar içinde kalmamıştır. Öncesi de olmakla birlikte özellikle Lenin’in ölümünden sonra proletarya devrimciliği ve proletarya sosyalizminin ilke ve değerleriyle bağdaşmayan yöntemlerin kullanıldığı kirli bir savaşa dönüşmüştür ve tarafların hiçbiri bu kirlenmenin dışında, ondan azade değildir. (Bilince Dönüşen Zorunluluk, sf. 77, abç)
Lenin’in, hastalığının ilerlediği bir evrede, yanına girip çıkabilen Krupskaya ile kızkardeşi Maria Ulyanova’nın aktardıkları bilgilerden hareketle dikte ettirdiği Kongre’ye Mektup(lar) da bu savaşta kullanılan silahlar arasındadır. Anti komünist propaganda ve Troçkist tarih yazımı, bu mektubu yıllarca “Lenin’in Vasiyeti” olarak propaganda etmiştir.
İşin ilginci, yapan Lenin dahi olsa komünist bir partide “halef” ya da “vasi” tayininin Marksizm’in özüne ve tarihsel amaçlarına aykırılığı çok açık olduğu halde bu masal Marksist olduğunu iddia edenler arasında bile alıcı bulur. Ne var ki, 1990 sonrası yayımlanan tarih araştırmaları bu sürecin arka planını aydınlatmakla kalmaz; yıllardır sakız gibi çiğnenen bu ve benzer iddialara neden kuşkuyla yaklaşmamız gerektiğini hatırlatır.
Rus ve Sovyet tarihi uzmanı olarak halen Princeton Üniversitesi’nde çalışan genç kuşak Rus tarihçilerinden Stephen Kotkin, Lenin’in durumunun izlenmesi için yanına kimlerin girip çıktığı dahil o günlerde olup biten her şeyin sıkı sıkıya yazıldığı günlük kayıt defterleri (ve muhtemelen başka belgeler) üzerinde yaptığı incelemeden hareketle böyle bir mektubun varlığından bile kuşku duyar:
“(…) Sovyet tarihinde çok az konu Lenin’in Aralık 1922-Ocak 1923 tarihli sözde vasiyetinden daha fazla ilgi uyandırmıştır fakat göreceğimiz gibi, Lenin bu metni -araştırmacıların değişmez savlarının tersine- o dönemde dikte ederek yazdırmamıştır, hatta belki de hiç yazdırmamıştır.” (Kotkin, sf. 544, abç)
Dolayısıyla Lenin’in 98. ölüm yıldönümünde o günlere geri dönüp nelerin nasıl yaşandığına yakından bakmak, sadece tarihe değil Lenin’e saygının da gereği olarak görülmelidir.
****
Lenin’in Kongreye Mektup başlığı altında dikte ettirdiği mektupların mahiyetini yerli yerine oturtabilmek için biraz geriye, onun sağlık durumunun ciddi ölçülerde bozulmaya başladığı 1920-1921 kışına gitmek daha aydınlatıcı olur.
Lenin kendisini sık sık çalışamaz hale düşüren şiddetli baş ağrısı ve uykusuzluk problemini o kış yaşamaya başlar. Bunun üzerine Politbüro 1921 yazında Lenin’in bir ay tatil yapması kararı alır. Bu dinlenmenin ardından Eylül’den itibaren tam kapasite çalışmayı dener ama yapamaz. Üzerindeki iş yükü azaltıldığı halde zorlandığının görülmesi üzerine Politbüro altı haftalık bir tatile daha çıkması kararı alır ve 6 Aralık’ta kırsal bir bölgeye (Gorki) gider. Sadece Politbüro ve Halk Komiserleri Kurulu (Sovyet Hükümeti) toplantılarına katılmak için arada bir Moskova’ya gelmektedir.
1922’nin mart başında metal işçileri sendikasının kongresine katılan komünist delegelere yaptığı konuşma sırasında “hastalığım birkaç aydır siyasal faaliyetlerde yer almama izin vermedi” derken, doktorlarından birine de “sözünü söylediğini, rolünü oynadığını ve görevini bir başkasına devretmesi gerektiğini” söyler. (Kotkin, sf. 533)
Lenin’in Stalin’e ne denli güvendiğinin somut göstergesi iki gelişme tam bu günlerde yaşanır:
Bunlardan ilki, Lenin’in partide yeni bir “Genel Sekreterlik” makamı kurulmasını ve bu göreve Stalin’i önermesidir. Buna ilişkin yasa 1922 Mart başlarında çıkarılır, 27 Mart-2 Nisan tarihleri arasında yapılan 11. Parti Kongresi’nde de bu göreve Stalin’in atandığı duyurulur. Bu arada V. M. Molotov ile V. V. Kuybişev de MK Sekreterleri olarak atanırlar.
11. Kongre sırasında delegelerden biri (Preobrajenski) aynı zamanda Merkez Komite üyesi ve İşçi-Köylü Müfettişliği (RKİ/Rabkrin) Komiseri olan Stalin’in aynı anda onca görevin yükünü nasıl taşıyacağını sorduğunda Lenin Stalin’e bu konuda (da) duyduğu güveni Kongre kürsüsünden dile getirir. Bu konuda Lenin daha önce de, sürekli bir makamdan bir başkasına, bir görevden diğerine atanmaktan şikayet eden İoffe’ye, “partinin değişik talimatlarını sesini çıkarmadan, yakınmadan ve kapris yapmadan yerine getiren Stalin’i örnek almasını” önerir.[1]
Kriz anları dışında bilincinin henüz açık olduğu hastalığının o ilk evresinde Lenin’in Stalin’e nasıl özel bir güven duyduğunun ikinci göstergesi ise beyne giden damarlardaki tıkanma nedeniyle bir gün elden ayaktan tümüyle kesilecek olursa “sahneyi terk etmesi için kendisine zehir (siyanür) getirmesini” istemesidir. Lenin’in böyle bir şeyi Stalin’den istemesi, ikisi arasındaki yoldaşlık ve güven ilişkisinin derinliği ve sağlamlığından kaynaklıdır.
11. Kongre’den 21 gün sonra (23 Nisan 1922) Lenin şah damarının üç milimetre yakınındaki kurşunun çıkarılması için ameliyata alındı. Ameliyat sonrası nekahat dönemi için doktorların önerisi üzerine tekrar kırsala (Gorki’ye) döndü. Bu arada doktorlar kendisine “aşırı çalışmaya bağlı genel sinirlilik, nevrasteni” teşhisi koymuşlardı. Bu yüzden ısrarla politik faaliyetlerini sınırlandırıp dinlenmesini öneriyorlardı.
Lenin 26-27 Mayıs 1922 gecesi ciddi bir kriz geçirdi. Sağ kol ve bacağına felç indi, yanı sıra belirgin bir hafıza kaybı ve konuşma bozukluğu ortaya çıktı. Stalin’in genel sekreterliğe yükseltilmesinin üzerinden henüz yedi hafta geçmişti.
Gorki’de kaldığı süre boyunca Lenin’in ziyaretçi kabulü de sınırlandırılmıştı. Felç geçirmesini izleyen bir buçuk ay (Temmuz başına kadar) doktorlar kimsenin ziyaretine izin vermediler. Sadece 30 Mayıs’ta Stalin girebildi yanına. Onu da zehir meselesini hatırlatmak için Lenin ısrarla çağırtmıştı. Temmuz’dan sonra da Lenin’i en fazla yine Stalin ziyaret etti (toplam 11 kez). Temmuz-Eylül arası dönemde Kamenev dört kez, Buharin dört kez, Zinovyev iki kez ziyaret etti. Troçki ise (üstelik Lenin tarafından davet edildiği halde) Gorki’ye hiç gitmedi.
Bu arada sadece bedensel olarak değil asıl zihinsel olarak dinlenmesi gereken Lenin’in kesinlikle yorulmaması amacıyla Politbüro, 20 Ağustos’ta oybirliğiyle “siyasi sorunların ona taşınmaması ve yönetici organın izni olmaksızın kesinlikle hiçbir toplantı yapmaması” kararı aldı ve bu kararın uygulanmasını takip sorumluluğunu da Stalin’e verdi. Bu kararı alan Politbüro üyeleri şunlardı: Troçki, Kamenev, Zinoviev, Buharin, Tomsky, Molotov, Rykov, Radek, Chubar ve Stalin.
Eylül’de yavaş yavaş tekrar çalışmaya başlar gibi olan Lenin’in sağlığı Kasım sonlarında yeniden kötüleşir. Kızkardeşi Maria Ulyanova, “hemen yoruluyordu, sinirliydi, kafasında bir ağırlık vardı ve küçük çapta felçler geçiriyordu” diye yazar. Nitekim 25 Kasım’da kaldığı evde düşer. 27 Kasım’da ise ikinci bir felç geçirir, elleri ve ayakları birkaç dakika tutmaz. Doktorların ısrarıyla tekrar Gorki’ye gönderilir. Oradayken 13 Aralık’ta iki felç atağı daha geçirir.
Bunun üzerine Politbüro, 18 Aralık’ta, doktorların ısrarla önerdikleri rejime sıkı sıkıya uyularak yakın aile fertleri, doktorları, hizmetliler ve sekreterler dışında Lenin’in ziyaret edilmesini yasakladı, teması sürdürmesine izin verilenlere de siyasi meseleleri açarak onu heyecanlandırmamaları kuralını koydu. Bu kararın uygulanması sorumluluğunu da yine Stalin’e verdi. Bu karar aynı gün toplanan MK Plenumu’nda da onaylandı.
Amiyane deyişle “dananın kuyruğu” da bunun üzerine kopar.
“Lenin’in vasiyeti” olarak adlandırılan ama çok yönden tartışmalı malûm mektubun yazımına giden yolu aslında bu karar açar.
Devam edecek…
Dipnot:
[1] İlginçtir, azılı anti-komünist tarihçiler tarafından bile “Lenin’in en yakın arkadaşı ve doğal halefi” olarak gösterilmeye çalışılan Troçki ise sorumluluk üstlenme ve görev seçimi konusunda hem Lenin sağken hem de onun ölümünden sonra müthiş kibirli ve mızmız biridir. Görev seçmesi, kendisine lâyık görmediği görev önerilerini reddetmesiyle ünlüdür. Onun bu konudaki kibirli pratiği o dönemdeki yandaşları ve Troçkist tarihçilerin bile tepkisini çeker ve eleştirilir. Bkz. Kotkin sf. 541-542//Yemelyanov, sf. 398-399, 414 ve 416
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.