Bazılarının iki 28 Nisan’ı vardır. Biri 1960 yılının 28 Nisan’ı, diğeri 1988 yılının 28 Nisan’ı
Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.
Nazım Hikmet
Bazılarının iki 28 Nisan’ı vardır. Biri 1960 yılının 28 Nisan’ı, diğeri 1988 yılının 28 Nisan’ı.
Önce ilkinden başlayalım.
28 Nisan 1960 tarihinden bir gün önce Menderes hükümeti mecliste Tahkikat Komisyonu kurulmasına karar verdi. Yeni yasayla kurulan Tahkikat Komisyonu’na gözaltına alma, arama yapma, gazete ve dergilere toplatma ve kapatma kararı alma, her türlü belgeye el koyma kararı alma ve bunu uygulama hakkı tanıyordu.
28 Nisan 1960 tarihinde üniversite öğrencileri, Demokrat Parti yönetiminin o güne kadar hayata geçirdiği baskıcı politikaları ve bir gün önce mecliste çıkan Tahkikat Komisyonu kararını protesto etmek için İstanbul Üniversitesi merkez binasında toplanarak “Kahrolsun Diktatörlük”, “Hürriyet İsteriz” sloganları atmaya başladılar.
Polis yaşanan protestolara müdahale ederek şiddet kullanmaya başladı. Polis şiddetini gören İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar olay yerine gelerek öğrencilerine sahip çıkıp, “Çıkın buradan. Öğrencilerime böyle davranamazsınız, çıkın” diyerek polisin üniversite kampüsünü terk etmesini istedi. Polisin tavrı Rektörü dövmek oldu. Rektör Sıddık Sami Onar kaşı patladıktan sonra yüzü kanlı bir şekilde yere düştü. Polisler rektörü yerde sürükleyerek gözaltına alıp bir cipe bindirerek birinci şubeye götürdüler. Öğrenciler birinci şubenin önüne gelerek “Biz rektörümüzü isteriz” diye slogan atılar.
Sıddık Sami Onar’ın “öğrencilerime böyle davranamazsınız” diyen tavrından, bugün iktidarın her yanlışına evet diyen, demokratik haklarını kullanan öğrencilere soruşturmalar açan, polisi üniversite kampüsüne çağırıp öğrencileri coplatıp, gözaltına aldıran rektörler dönemine geldik. Bugünün rektörlerinden Sıddık Sami Onar’ın bir akademisyen, aydın tavrını beklemek günümüz koşullarında biraz hayalcilik olacaktır.
Olaylar rektörün polis tarafından dövülüp gözaltına alınmasından sonra daha da büyüyerek üniversite kampüsünden Beyazıt Meydanı’na taştı. Polisin silahından çıkan kurşunlarla Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz yaşamını yitirdi, 40 öğrenci yaralandı, çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.
Olaylar büyümeye başladığında duruma asker müdahale etti. Beyazıt Meydanı’na gelen askerler polislerin gözaltına alıp polis araçlarında beklettiği öğrencileri serbest bıraktı.
28 Nisan’da yaşanan olayları gazeteler haber yapıp sayfalarında veremediler; çünkü Tahkikat Komisyonu bu protestoların haber yapılmasını yasaklamıştı.
Protestolar 29 Nisan ve 30 Nisan’da da devam edince İstanbul’da 15 günlük sıkıyönetim ilan edildi.
Menderes yönetiminin baskıcı uygulamalarına karşı İstanbul’daki üniversite öğrencilerinin başlattıkları protestolara 29 Nisan’da Ankara’daki üniversitelerden öğrenciler de katılmaya başladılar. Yaşanan protestoların ardından Ankara’da da 15 günlük sıkıyönetim ilan edildi.
İlan edilen sıkıyönetime rağmen bir hafta sonra Ankara’da 555K (Beşinci ayın beşinde, saat beşte Kızılay’da) protestosu gerçekleştirildi.
Dönemin Başbakanı Adnan Menderes yaşanan olayların ardından üniversite hocalarını suçlayarak onları “Kara Cüppeliler” olarak suçladı.
Bu tavırlara çok yabancı olmamalıyız. Bugünde herhangi bir hak gaspına, baskı ve yasaklara karşı demokratik hakkını kullananlara “Çapulcu”, “Terörist” dendiğine çok tanık olmuşuzdur.
Laleli tarafından gelip Beyazıt’a doğru giderken tam meydana açılan alanın başlangıcında, ağaçların altında bir buçuk metre büyüklüğünde bir anıt taş vardır. Çoğumuz yanından gelip geçeriz ama bu taşın niçin oraya konulduğunu bilmeyiz. Bu taş Turan Emeksiz anıtıdır.
İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt’taki merkez kampüsünde üç katlı yemekhanesi vardı. Bu yemekhane hala kullanılıyor mu, kullanılıyorsa ismi hala aynı mı, yoksa değişti mi bilmiyorum. Bir zamanlar, bu yemekhane açıksa bugün İstanbul Üniversitesi’nin öğrencisi olup burada yemek yiyenler üst katın manzarasını iyi bilirler. Süleymaniye Camisi, Galata Kulesiyle, Haliç ve Boğaz’ıyla müthiş bir manzaranın hâkim olduğu bir yerde yemek yemenin zevkine varan öğrenciler mutlaka vardır, ama bu yemekhanenin ismini Turan Emeksiz Yemekhanesi olduğunu, yemekhanenin önündeki büstün kime ait olduğunu ve niçin oraya konduğunu kaç öğrenci biliyordur?
Eminönü Halk Eğitim Merkezi’nin bahçesinde de bir Turan Emeksiz büstü vardı. Bu büst 5 Mart 2015 tarihinde buradan kaldırıldı. Bu büstü yıllardır bulunduğu yerden kaldıranlar niye oradan kaldırdılar, kaldırdıktan sonra büstü ne yaptılar bilinmiyor. Yani bu tarihten sonra bu büstün akıbeti belirsiz oldu.
Şimdi 1960 yılındaki 28 Nisan’dan 28 yıl sonra yaşanan 28 Nisan’a geçebiliriz.
O gün öğrenciler öğle saatlerinde bir araya gelerek Turan Emeksiz’i anmaya karar vermişlerdi. Sabah saatlerinde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşanan bir olay bütün programı değiştirdi.
Sabah saatlerinde sol görüşlü bir kadın öğrenciye Siyasal Bilgiler Fakültesi girişinde iki sivil polis cinsel tacizde bulundu. Kadın öğrenci yaşananları fakültenin kantininde arkadaşlarına anlattığında tacizci polisler aranmaya başlandı. Bir süre sonra tacizci polisleri bulan öğrenciler yaptıkları bu saldırıyı sorup tartaklamaya başladılar. Polisler bir süre sonra öğrencilerin elinden kurtulup fakültenin dışına kaçtılar.
Öğrenciler dekanlığa gidip dekanla yaşanan taciz olayını konuşmaya çalıştılar, ama dekanın tavrı olumsuz oldu. Öğrenciler dekanla görüşürlerken iki tacizci polis yanlarına aldığı çok sayıda polisle fakültenin içine baskın düzenleyerek altı öğrenciyi gözaltına aldılar.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yaşanan taciz olayı ve altı öğrencinin gözaltına alınmasının diğer fakültelerde duyulması çok uzun sürmedi. Kısa süreden birçok fakülteden öğrenci Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne akmaya başladı.
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin birinci katında, hemen girişte basın açıklaması ve konuşmalar yapıldı. Her geçen dakika öğrencilerin sayısı artmaya başlamıştı. Bir süre sonra sorunu Rektörle konuşmak için beşerli kortejler halinde rektörlüğe yürünmeye başlandı.
Rektör çalışma odasındaki masasında oturup öğrencilerle konuşmak yerine rektörlüğü terk etmeyi tercih etti. Öğrenciler rektör gelinceye kadar rektörlükten ayrılmayacaklarını açıkladılar. Bir süre sonra rektör yerine ana kapı tarafındaki yoldan çevik polisin geldiği görüldü.
Polisin rektörlüğe geldiği görüldüğünde binanın içindeki bin kadar öğrenci bulundukları yerlerde ellerine geçirdikleri malzemelerle kapıların önüne barikatlar kurdular.
O yılları yaşayıp hatırlayanlar bilirler; 1986 yılının sonlarından sonra üniversitelerde gerçekleştirilen yemek boykotları, oturma eylemleri, yürüyüşler, forumlar, anmalar, 12 Eylül sonrası gerçekleştirilen ilk yürüyüş, ilk işgal, ilk yemek boykotu, ilk form, ilk anmaydı. 28 Nisan 1988 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bu işgal de 12 Eylül sonrası gerçekleştirilen ilk üniversite işgali oldu.
Polis yaşanan sorunun çözümünü yönünde adım atmak yerine rektörlüğün tarihi kapılarını kırarak barikatları açmaya başladı. Bir ara rektörün odasındaki barikatta ortaya çıkan boşluktan bir polis arkasından diğer polisler geldiğini düşünerek içeriye girdi. Hemen barikat sağlamlaştırıldı. Öğrencilerin arasında kalan polis bir gün sonra basına yaptığı açıklamada öğrencilerin kendisine kötü davrandıklarını söylemesine rağmen, öğrenciler ellerinden geldiğince polise iyi davranıp rahatlatmaya çalıştılar.
Yapılan direnişe rağmen bir süre sonra barikat kırıldı, polis odalara girerek şiddet kullanmaya başladı. 158 öğrenci gözaltına alındı, gözaltına alınan öğrencilerden 31’i sonraki günlerde tutuklanarak cezaevine kondu.
29 Nisan’da rektörlüğün önünde, o güne kadar gerçekleştirilen en kalabalık forum gerçekleştirildi. Forumda yapılan konuşmalarda rektörün ve polisin tavrı eleştirildi. Forumdan sonra kortej halinde ana kapıya doğru yüründü. Ana kapıda dağılan öğrenciler hızlı bir şekilde İstanbul Tabip Odası’nın salonunda diğer üniversitelerden gelecek öğrencilerle birlikte yapılacak basın toplantısına gittiler.
İstanbul Tabip Odası belki de o güne kadar yapılan en kalabalık basın toplantısına tanık oldu. Salonda çeşitli üniversitelerden öğrenci temsilcileri yaşanan olaylarla ilgili açıklamalar yaparken, salon, balkon, merdivenler, tabipler odasının olduğu binanın önündeki cadde öğrencilerle dolup taşmıştı.
28 Nisan 1988 tarihinde yaşanan olaylarla, bir gün sonrasında yaşanan protestoları 1 Mayıs 1988 kutlamalarıyla tamamlamak daha doğru olacaktır.
Üniversitelerde yaşanan 28 Nisan direnişinin etkisi o yıl yaşanan 1 Mayıs kutlamalarında kendisini gösterdi demek yanlış olmayacaktır.
Bilindiği gibi 12 Eylül darbesinden sonra 1 Mayıs meydanlarda kutlanılamamıştı. 1987 yılının 1 Mayıs’ı ise Beyoğlu Emek Sineması’nda Can Yücel’le Yalçın Küçük arasında yaşanan cami tartışmasının gölgesinde gerçekleşmişti.
1 Mayıs 1988 kutlamaları 12 Eylül’den sonra dışarıda gerçekleştirilen ilk 1 Mayıs oldu. Mehmet Akif Dalcı’nın polis kurşunuyla hayatını kaybetmesinden dolayı insanların aklında daha çok 1989 1 Mayıs’ı yer etmiş olsa da 12 Eylül darbesinden sonra ilk kez meydanlarda kutlanan 1988 yılının 1 Mayıs’ı, bir bakıma daha sonraki yıllarda gerçekleştirilen daha coşkulu 1 Mayısların önünü açtığı için önemini göz ardı etmemek gerekiyor.
O gün İstiklal Caddesi’nde yaşanan polis şiddetine, gözaltılara rağmen binlerce insanın yüzünde yıllar sonra ilk kez meydanlarda 1 Mayıs’ı kutlamanın coşkusu vardı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.