Avrupa’da beklenmedik bir hızla yayılan faşist hareketlerin, devrimci dalganın düşüşüyle (1918-1923) bağlantılı yükselişleri tesadüf değildir. En radikal karşıdevrim biçimi olan faşizm, en radikal devrim biçimi olan Sovyet devrimine karşı kapitalizmin kurtarıcısı olarak sahneye çıkmıştır
15-20 milyon arasında insanın ölümüyle sonuçlanan, taraf ülkelerin ekonomik ve sosyal yapılarını tahrip eden, toplumların yaşamı üzerinde ağır travmalara yol açan Birinci Dünya Savaşı, faşizmin doğumuna ebelik yapmıştır. Savaşla iç içe gelişmiş diğer önemli iki tarihsel olay ise Ekim Devrimi ve dünya kapitalizminin genel krizidir. Faşizmi ortaya çıkaran dinamikler bu fay hatları üzerinde gelişmiştir.
Rusya’da kapitalizmin hakimiyetine son vererek dünyayı iki karşıt sisteme bölen 1917 Ekim Sosyalist Devrimi, sömürülenlerin ve ezilenlerin önüne açılan yeni bir kapıydı. Kendini ebedi ilan eden kapitalist Batı uygarlığı ilk defa kapitalizm mi, sosyalizm mi sorusuyla karşı karşıya kalıyordu. Avrupa’dan Asya’ya, kırdan kente etkisini hemen her yerde hissettiren, Almanya, Finlandiya, İtalya, İspanya, Macaristan ve Avusturya’yı dipten doruğa sallayan devrimci dalga bu soruya bir cevap arayışıydı. Aynı yıllarda Komintern’in, yeni Komünist Partilerin (KP) ve sol kitle örgütlerinin kurulmasıyla birlikte, II. Enternasyonal döneminde dünya işçi hareketi üstünde birikmiş ölü toprağı silkilip atılıyordu. Kapitalizm artık tek seçenek değildi.
Faşizmin ortaya çıkışı Birinci Dünya Savaşı’nı izleyen derin krizle sıkı sıkıya bağlıdır. Krizle birlikte zincirleme devrim ve ayaklanmalar patlak verdi. Uzun süreli istikrar dönemi savaşla sona erdi ve yerini ülkeden ülkeye sıçrayan sistemik krizler,[1] kaos, durgunluk, yokluklar, iflaslar, hiperenflasyon, işsizlik ve bunların hepsini gölgede bırakan dünya ekonomik krizi (1929-1933) aldı. Tek tek ülkelerde ekonomik krizin politik krizle birleşmesi ve toplumsal çelişkilerin üst düzeyde şiddetlenmesi, solun eksik kaldığı ve uygun ortamı kendi lehine değerlendiremediği durumlarda faşizmin nesnel koşullarını hazırlamıştır. Dolayısıyla Avrupa’da beklenmedik bir hızla yayılan faşist hareketlerin, devrimci dalganın düşüşüyle (1918-1923) bağlantılı yükselişleri tesadüf değildir. En radikal karşıdevrim biçimi olan faşizm, en radikal devrim biçimi olan Sovyet devrimine karşı kapitalizmin kurtarıcısı olarak sahneye çıkmıştır.
Faşizm hem bir ideoloji hem bir politik sistem (devlet biçimi) hem de sosyokültürel bir yapılanmadır. Doğru analiz edilebilmesi için sosyoekonomik formasyonun bütün yönleriyle birlikte ele alınması gerekir.
Toplumsal önkoşullar: Savaş sonrasında toplumun tüm katmanlarını derinden etkileyen ve sınıflar arası çelişkileri şiddetlendiren derin bir ulusal kriz yaşandı. Liberal-muhafazakâr iktidarlar krizi aşmakta sonuç alıcı ve güven verici adımlar atamadılar. Orta sınıflardaki kaygı, komünizm korkusu, savaştan gerileyerek (Almanya ve İtalya) çıkmanın verdiği ulusal bilinç yaralanması ile üst üste bindi. Sosyal ve ulusal çelişkilerle, yoğunlaşan milliyetçi ve anti-kapitalist duygularla ustaca oynayan, krizden çıkışın ancak “güçlü lider” ve “güçlü devlet” eliyle aşılabileceğine kitleleri inandıran faşist demagoglar başarılı oldular. Sadece orta tabakaları değil, burjuvaziyi de buna inandırdılar.
Siyasi önkoşullar: Liberal-reformist (Gioletti, Ebert, Scheidemann), gerici-muhafazakâr partiler (“merkez sağ”) gittikçe sağa kaymalarına rağmen istikrarı sağlamakta arka arkaya başarısız oldular. Genel krizin hegemonya krizine dönüştüğü koşullarda geleneksel örgütlenme biçimleri ve taktikler işlemez hale geldi. Krize ısrarlı çare arayışlarında yarışı muhafazakâr, sosyal demokrat ve komünist partiler değil, savaşın politize edip ortaya saldığı şiddet ve şovenizm yüklü radikal unsurları örgütleyerek, devrimci hareketi ezecek yıkıcı bir güce dönüştüren faşistler kazandılar. Bunda Alman ve İtalyan devrimlerinin yenilgisi kadar, her iki ülkede işçi sınıfı hareketinin komünistler ile sosyal demokratlar ve reformist sosyalistler arasında bölünmüş olmaları da rol oynadı.
Askeri önkoşullar: Almanya, İtalya ve Japonya yeni bir paylaşım savaşından yanaydılar. Savaşa en iyi ekonominin askerileştirilmesi ve demir yumrukla yönetilen çıplak bir diktatörlük yoluyla hazırlanabilirlerdi. Zaten olayların sonraki gelişimi İkinci Dünya Savaşı’nın belirli bir ön hazırlıktan sonra başlatıldığını açık seçik ortaya çıkardı. İktidara gelmeden önce ve geldiklerinde Junker kökenli Alman subaylarının çoğunluğu Nazileri desteklediler. Hitler olsun Mussolini olsun üst komuta kademelerinin onayıyla iktidara geldiler. Japonya’da monarşi, İspanya’da Primo de Rivera ve ardından caudillo ünvanı verilen Franko, Portekiz’de Salazar sırtlarını orduya dayadılar. Yine Bulgaristan, Polonya ve Romanya’da faşistler askeri darbe yoluyla iktidara geldiler.
Sosyo-psikolojik önkoşullar: Almanya, İtalya ve İspanya gibi ülkelerde krizin şiddetlendirdiği çelişkiler kitlelerin psikolojisini derinden etkilemiştir. İşsizliğin, enflasyonun, suçlardaki artışın, ahlaki yozlaşmanın (vs.) arttığı bir ortamda, küçük ve orta mülk sahiplerini maniple etmek eskisi kadar zor değildi. Nedenlerine vakıf olamadıkları bu tür gelişmeler karşısında aciz kalınca hayal kırıklığı, gelecek kaygısı, güçsüzlük hissi ve sosyal dışlanma gibi duygulara kapılmaktan kaçınamadılar. Böyle ortamlarda küçük burjuvazi sınıf özelliği gereği davranışlarında sağduyusunu kaybederek aşırılığa (Marksist klasiklerde belirtildiği gibi bazen aşırı sol, bazen aşırı sağ) kapılır. Söz konusu ülkelerde de sürü halinde sağa kayarak sağın en aşırı partisinin arkasına takıldılar.
Sosyo-kültürel önkoşullar: Faşizm olağan koşullarda değil, genel krizin bir parçası olan manevi krizin derinleştiği koşullarda gündeme gelmiştir. Toplumun görece dağıldığı, adalet duygularının zayıfladığı, yerleşik norm ve yasaların işlemez hale geldiği, şiddet ve nefret duygularının yükseldiği, akla aykırı düşüncelerin müşterilerinin çoğaldığı, savaş öncesi yaşam tarzlarının eskidiği ama yerlerinin de yenileriyle doldurulamadığı manevi bir boşluk ortamında vücut bulmuştur. Faşistlerin “yeni toplum” ve “yeni insan” yaratma, “parlak bir gelecek” ve “ahlaki ve kültürel devrim” üzerine demagojik vaatleri orta sınıfların kulağına hoş gelmiştir.
Avrupa ülkelerinde şoven milliyetçi, sol düşmanı aşırı sağ oluşumlar önceden de vardı. Savaş ve yenilgi ortamı rövanşist duyguları kabaran marjinal kitleyi politik hareketin içine çekecektir. 1918-1919’da İtalya, Almanya ve Avusturya’da ortaya çıkan radikal paramiliterlerin çoğu yeni terhis olmuş, barış koşullarına ayak uyduramamış işsiz genç askerlerdi.[2] Askerlikleri sırasında emir-komuta zincirine uymaya, verilen emirleri düşünmeden yerine getirmeye, kırıp dökmeye alışmışlardı. Toplu cinayetleri, zulmetmeyi, gaspı, yakıp yıkmayı doğal bir şeymiş gibi görüyorlardı. Siyaseten köktenci, asi, tahripkâr, disiplinli ve dayanışmacı idiler. İtalya ve Almanya dışında, Finlandiya, Macaristan, Avusturya, Polonya, Bulgaristan ve Estonya’da darbeden iç savaşa kadar bir dizi kirli işe karıştılar.[3] “İlk ya da ‘ön saftaki’ faşistler kuşağının neredeyse tümü Birinci Dünya Savaşı’nda savaş(mış)tı.”[4] Faşist hareketin ilk nüvesi, ilk müfrezeleri savaş esnasında öğrendikleri yöntemleri ve şiddet dilini siyaset alanına taşıyan, şoven milliyetçi, sol düşmanı bu eylem mangaları oldular.
Tarihte ilk faşist parti (cephe) 23 Mart 1919 Mart’ında, Milano’da kuruldu. Mussolini’nin Il Popolo D’İtalia çevresi, fütüristler, terhis edilmiş askerler ve anarko-sendikalistler “Faşist Mücadele Birlikleri İttifakı” adı altında bir araya geldiler.[5] Mussolini, İtalya’nın savaşa girmesini savunanların başını çektiği için sosyalist partiden atılmış biriydi.[6] İlk faşist militanları gönüllü seçkin askerler arasında buldu.[7] Ulusal çıkarların tek ve en iyi savunucusu havasında büyük güçlere utanç verici tavizler verdiklerini öne sürdüğü parlamenterlere ve hükümetlere saldırarak işe başladı. Kuruldukları yılın kasım ayında yapılan seçimlerde tek bir milletvekili bile çıkaramadılar. Fakat burjuvaziden aktif destek gördükleri Eylül 1920’den sonra hızla güçlendiler. Aktif sosyalistleri ve sendika liderlerini dövüp öldürmeye yönelerek faşist terörü tırmandılar. Bu gelişmelerden sonra 1921 Mayıs seçimlerinde beklemedikleri halde 36 sandalye kazandılar:
“Partito Nationale Fascista (PNF) olarak yeniden adlandırılan hareket 1920 sonlarında 20.000, Nisan 1921’de neredeyse 100.000 ve Kasım 1921’de 320.000 üyeye ulaşarak çok hızlı bir büyüme gösterdi. Partiden çok paramiliter bir örgüttü; Ekim 1922’de Roma’ya yürüdü. Hükümet, hafif silahlı faşistlerin bu çok kuvvetli olmayan güç gösterisine direnebilirdi, ama direnmek yerine Mussolini’nin bir koalisyon hükümetine başkanlık etmesini önererek anlaşma yoluna gitti.”[8]
Faşist oluşumlar ilkin İtalya’nın daha gelişmiş kuzey bölgesinde görüldüler. Önce tarım işçilerinin grev hareketine karşı kendilerini yardıma çağıran kırsal burjuvazinin ve toprak sahiplerinin muhafızlığını yaptılar. Yoksul köylüler faşistlerin hakkından gelebilirlerdi ama karşılarında yalnız onlar değil, birlikte hareket ettikleri Carabinieri ve kraliyet muhafızları da vardı. Daha sonra işçi ve sendika önderlerine, sosyalistlere ve komünistlere saldıran faşist çeteler hızla çoğaldılar. İlk faşistlerin arditi denilen gönüllü seçkin askerler içinden çıktığını söyleyen M. Mann, “Bazı arditi birimleri(nin), fütürist subayların önderliğinde faşistlere toptan katılmış göründüğü”ne değinir.[9] Mussolini squadrileri (Karagömleklileri) örgütlerken hem model hem de militan kaynağı olarak karagömlekli arditilerden yararlanmıştır. Öte yandan, Arditi’lerin azınlıktaki bir grubu da faşist şiddete karşı savaşmak üzere Arditi del Popolo (Halk yiğitleri) adı altında örgütlenmişlerdi.[10] Komünistleri, sosyalistleri, anarşistleri, sendikacıları kapsayan bu yarı-askeri örgütlenme birleşik cephenin silahlı savunma örgütü olarak geliştirilip genişletilebilirdi.[11] İtalyan Sosyalist Partisi’nin karşı çıkması, daha sonra kurulan İtalyan Komünist Partisi’ninse fazla ileri götüremeyeceği kendi Kızıl Muhafızlarını alternatif göstermesi yüzünden tek başlarına bırakıldılar. Böylece sosyalistlerin edilgen, komünistlerin sekter tutumları, devrimci bir anti-faşist orduya dönüştürülebilecek önemli bir fırsatın heba edilmesine yol açtı.
Almanya’daysa, Alman İşçi Partisi (DAP) 5 Ocak 1919’da çilingir Anton Drexler tarafından kuruldu. Reichswehr ajanı Hitler bağlı olduğu subayın emri üzerine parti toplantısına katıldı ve propaganda sorumluluğuna getirildi. Şubat 1920’de Alman İşçi Partisi’nin adı Alman Ulusal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP) olarak değiştirildi. Hitler ilk toplantıda kendi programını kabul ettirdi. 29 Temmuz 1921’de yapılan genel kurulda partinin ilk başkanı seçildikten sonra partiyi milis gücü olan bir kadro örgütü olarak yeniden yapılandırdı. “Odaklanma noktası seçimleri kazanmak değil, sağlam iç yapısı, propaganda aygıtı ve milis kanadıyla NSDAP’ı kadro partisine dönüştürerek iktidara doğru ‘darbeci’ bir yol izlemekti.”[12] 1920 sonunda 3 bin parti üyesi varken, 1923’ün son çeyreğinde bu sayı 55 bine, 1933’te 850 bine, 1945’e doğruysa 8 milyon 500 bine çıktı.
NSDAP da, paramiliter kanat Sturmabteilung’u (SA) güçlendirmek için, Mussolini gibi dengesini bulamamış antikomünist, şoven milliyetçi eski askerlerden yararlandı.[13] Bir o kadarı da orta sınıf ailelere mensup öğrenciler ve çeşitli meslek mensupları arasından devşirildi. SS’ler, ondan kat kat büyük SA’lar ile birlikte ele alındıklarında bir Nazi ordusu büyüklüğüne ulaşmışlardı.[14] “1932’ye geldiğinde, ikisi toplamda partiden daha fazla üyeye sahipti.”[15]
Aslında, paramilitarizm bir Mussolini ve Hitler icadı değildi. Hükümetin başındaki sağ sosyal demokrat Ebert ve Scheidemann, Reichswehr[16] komutanlığıyla işbirliği yaptıkları günlerde, Alman devrimini önlemek ve kahramanlarının kanını akıtmak için paralı askerlerden oluşan Freikorps’lardan yararlanmışlardı.[17]
“Ebert ve Noska’nın paçayı kurtarmak için kullandıkları Freicorps, milislerin kimliklerine varıncaya kadar, ama özellikle de fikirleri, davranış kalıpları ve savaş tarzları açısından ilerde tarih sahnesine çıkacak Nazi saldırı birlikleriyle tıpatıp aynıydı. ‘Kaçarken vuruldu’ fenomenini icat etmişlerdi bile, işkence biliminde ileri seviyelere gelecek kadar geliştirmişlerdi kendilerini…”[18]
Squadristler diye anılan Karagömlekliler 1919’da İtalya’da, Kahverengigömlekliler (SA) bir yıl sonra Almanya’da kurulan faşist partilerin vurucu güçleriydi. Bu tür örgütler sadece ikisinde değil, Avrupa’nın hemen her ülkesinde faal haldeydiler. Görevleri direnişçi işçileri, komünist ve anti-faşist öncüleri kana boğmaktı.[19] Siyasal radikalizmleri, kitlesellikleri, yıkıcılıkları, alışılmadık çalışma tarzları, eylem biçimleri ve etkileyici görsellikleriyle, bildik örgütlenmelerden farklı bir tipoloji oluşturuyorlardı.
Paramiliter örgütlenme faşizmin hedefine ulaşmak için kullandığı etkili bir silahtı. Hasımları sindirerek tabanlarını kendine çekme yoluyla kitleselleşmesini sağlıyordu. Halkın bir kesiminin işçi sınıfı hareketini ve öncülerini ezecek siyasal bir kuvvete çevrilmesi, bir başka ifadeyle kitlelerin gerçek çıkarlarının tersi yöne mobilize edilmesi faşizmi burjuvazi nezdinde çekici kılan önemli bir etkendi.
Devam edecek…
Dipnot:
[1] Almanya’da 1918-1923, İtalya 1917-1922, İspanya 1917-1922,1931-1936 krizleri.
[2] Elbette askerlerin hepsi her dönem sağcı veya şoven milliyetçi değildi. Rusya’da Şubat ve Ekim Devrimleri sırasında Asker Sovyetleri önemli bir rol oynadılar. Yine: “Askerler Almanya, Avusturya ve Macaristan’da isyancı askerlerin Sovyetlerini gördüyse de, bunlar kısa zamanda bastırıldı.” (Michael Mann, Faşistler, İletişim Yayınları, 2015-İstanbul, s.102-103)
[3] Michael Mann, Faşistler, İletişim Yayınları, 2015-İstanbul, Bkz., 103-108.
[4] A.g.e., s.51.
[5] Palmiro Togliatti, Faşizm Üzerine Dersler, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1979-Ankara, s. 195.
[6] Mussolini, Birinci Dünya Savaşı sırasında bolca militarist propaganda yaptığı Il Popolo D’İtalia’yı, İtalya’yı savaşa çekmek isteyen Fransız kapitalistlerinin parasıyla kurdu.
[7] R. O. Paxton, Mussolini’nin “aldığı kırk yarayla öğünüp duran eski bir asker” olduğunu söylüyor. Ancak, “bu sayıya”, “askeri eğitim sırasında bir el bombası atarın vücudunda yol açtığı irili ufaklı bütün kırıkları sayarak ulaşmıştır.” (R. O. Paxton, Faşizmin Anatomisi, İletişim Yayınları, İstanbul-2014, s.17)
[8] A.g.e, s.142.
[9] M. Mann, Faşistler, İletişim Yayınları, 2015-İstanbul, s.152.
[10] Palmiro Togliatti, Faşizm Üzerine Dersler, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1979-Ankara, s. 199 (7.dipnot)
[11] İtalya’da faşizmin ortaya çıkışına tepki olarak ortaya çıkan Arditi del Popolo hareketi ilk anti-faşist ideoloji ve pratiktir.
[12] R. Griffin, Faşizmin Doğası, İletişim Yayınları, 2014-İstanbul, s.159.
[13] A.g.e., s. 160.
[14] SA’ların 1928’de 30-60 bin, 1931’de 100 bin, 1932’de 225 bin, Hitler iktidara geldikten sonra ise 500 bin civarında oldukları tahmin edilmektedir. İktidar yıllarında daha hızlı büyümüştür. NSDAP istatistiklerine göre 1935 tarihinde 3.543.099 üyeye sahipti.
[15] Bkz. Michael Mann, Faşistler, İletişim Yayınları, 2015-İstanbul, s.240.
[16] Almanya’nın 1919-1935 yılları arasındaki Versay Antlaşma’sıyla sınırlanmış silahlı kuvvetlerinin adı.
[17] Freikorps’lara ilk denilecekse, ön numunesi sayılabilecek Louis Napolyon’un bir generalinin emri altındaki lümpen proleterlerden oluşan On Aralık Derneği’ne ilkin ilki denilmelidir. İkisi arasında 70 yıl gibi uzun bir zaman aralığı vardı. Sağ sosyal demokrat hükümet döneminde düzenli ordu subaylarının komutasındaki paralı askerlerden kurulan Freikorps’lar ile SA’lar arasındaysa sadece iki yıl fark vardı. Çok geçmeden Nazi saldırı müfrezelerinin omurgasını oluşturmaları kimseyi şaşırtmadı. SA liderleri Ernst Röhm ve Groger Strasser, Auschwitz toplama kampı komutanı Rudolf Hess freikorps kökenliydiler.
[18] Sebastıan Hafner, Bir Almanın Hikayesi, Birikim Yayınları, İstanbul-2018, s.37.
[19] İki Dünya Savaşı arasında önde gelen paramiliter örgütler İtalya’da Sguadri’ler, Almanya’da SA ve SS’ler, İspanya’da Falanjlar, Romanya’da Demir Muhafızlar, Fransa’da Yeşil gömlekliler, Serbest İrlanda’da Mavi gömlekliler (vs.) idi. Örneğin Sguadri’ler muhaliflerine rakip olarak değil, imha edilecek düşman gözüyle bakarlardı. Hedefleri sokağa hâkim olmaktı. Eylem mangaları kendi şeflerini kendileri seçen 10-25 kişilik gruplardan oluşuyordu. Bunlar bölük ve alay düzeyine kadar çıkabiliyorlardı. Düşman belledikleri hedefleri topluca basar, yakar, yıkar, öldürür, işkenceden geçirir ve yağmalarlardı. Paramiliter örgütlenme, basit ve rastgele oluşmuş bir şey değildi, bizzat parti liderliği tarafından yönetilen ve devletçe alttan alta korunan sistemli bir faaliyetti.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.