Akdeniz’de rekabet ve NAVTEX ilanları
Türkiye’nin Suriye ve Libya izlediği yanlış politikaların yansıması, Doğu Akdeniz’de karşısına izolasyon olarak çıktı. Bu nedenle sürece dâhil olabilmek için öncelikli olarak Suriye ve Libya’da esasen başarısız olan politikalarını terk etmeli ve iki ülkedeki askeri varlığına son vererek çekildiğini uluslararası kamuoyuna ilan etmelidir

Akdeniz havzasının tamamı küresel çatışmanın merkezi haline geldi. Sorun Türkiye ile Yunanistan arasındaki güç gösterisinin ötesinden Ortadoğu, Kuzey ve Orta Afrika ve Avrupa merkezli güçlerden kimin nerede yer alacağıyla doğrudan ilişkilidir.
Akdeniz’e sahili olan ülkeler NAVTEX ilan ediyor: İkili, üçlü ve hatta dörtlü ittifaklar kuruluyor. Doğu Akdeniz’in jeo-stratejik rolü ve enerji kaynaklarının kontrolü ve taşınmasındaki önemi bütün bu gelişmelerin ortak belirleyeni olarak ön plana çıkıyor.
NAVTEX nedir?
“NAVigational TEleX” İngilizce bir terim olup denizcilik sahasında kısaltılmış hali NAVTEX olarak bilinir. Denizcilere meteorolojik tahminleri, verileri ileten ve özel olağanüstü durumlara göre gemilere tehlikeleri ve riskleri bildiren küresel çapta kullanılan yazılı bir haberleşme sistemidir. Uluslararası Denizcilik Organizasyonu’nun (IMO) ve Küresel Denizde Tehlike ve Emniyet Sistemi’nin (GMDSS) bir parçasıdır. Bir ülke tarafından belirli bir bölgeye dair NAVTEX uyarısının yapılması, söz konusu bölgenin tehlikeli olduğu anlamına gelir ve seyir halindeki gemilerin belirlenen alana girmemesi istenir.
Aynı şekilde ülkelere ait Deniz Kuvvetleri’nin gerçekleştireceği bir tatbikatın hangi alanda yapılacağını dair bilgiler önceden özellikle 200 mile kadar açıkta olan seyir halindeki gemilere NAVTEX kullanılarak bildirilir. Böylelikle bölgenin askeri risk alanı olduğu uyarısı yapılmış olur.
Akdeniz’de sınırları bulunan devletlerin sıklıkla NAVTEX ilan etmesinin ardında; özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde güç olmak, enerji yataklarının kontrolünü ve geçiş yollarını denetim altında tutmak, kalıcı askeri üsler kurmak gibi çok yönlü planlar var.
Kıta sahanlığı neyi ifade ediyor?
Ülkelerin deniz kıyıları olarak bilinen ve 200 metre derinliğe veya bu sınırın ötesindeki su derinliğinin doğal kaynaklarının işletilmesine elverişli olduğu noktaya kadar olan alan Kıta Sahanlığı olarak tanımlanır. Yani kara sularının dışında kalan deniz altı bölgelerinin deniz yatağı ve toprak altı kesiminin bütününe kıta sahanlığı deniyor.
Kıyıları karşılıklı olan veya yan yana olan devletler için kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin usul ise 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenmiş durumda. Söz konusu madde uyarınca, kıta sahanlığının sınırı, kural olarak taraf devletlerin anlaşmasıyla tespit ediliyor. Ancak, bu konuda böyle bir anlaşma yoksa ve özel durumlar farklı bir sınırı gerektirmiyorsa kıta sahanlığı sınırlandırılması eşit uzaklık ilkesine göre gerçekleşiyor.
Meis (Kastelorizo) adasının önemli
Yunanistan sınırları içerisinde görülen Ancak Türkiye’nin sınırlarına çok yakın olan, adını Yunancadaki ‘Meğisti’den alan ve sonradan ‘Kastelorizo’ olarak değiştirilen ancak Türkçede Meis olarak bilinen adanın yerleşik nüfusu (yazın nispeten kalabalık bir nüfus yoğunluğu yaşasa da) yaklaşık 500’dür.
Meis adası, 1913-1915 yılları arasında kendi kendini yönetmiş; ancak 1915-1921 yılları arasında Fransızlar tarafından işgal edilmişti. 1921’den 2. Dünya Savaşı’na kadar, 12 adalar gibi, İtalyanların yönetimine geçer, 1943-1945 yılları arasında ise İngilizlerin eline geçti. 1947 Paris Anlaşması’yla 12 adaların bir uzantısı olarak Meis adası da Yunanistan’a devredildi.
Meis adası, Kaş ilçesine yaklaşık 1,5 mil uzaklıktadır. Yunanistan, Ege adalarının birkaçı dışında tamamına sahip olması nedeniyle söz konusu adaları ana kara gibi kıta sahanlığı içerisinde görüyor. Rodos gibi Meis adasını da ana kara kıta sahanlığı içerisinde görmesi bir bakıma Ege denizinin tamamının ve Akdeniz’in önemli bir kesiminin de Yunanistan sınırları içerisinde görülmesidir. Bu durumda Akdeniz’de Türkiye’nin deniz kıta sahanlığı esasen Antalya Körfezi çevresindeki küçük bir alan olarak kalacaktır.
Meis adası üzerinde devam eden rekabet ve çatışma sanıldığından daha derin olup doğrudan Akdeniz’deki jeo-stratejik rekabet ve deniz altındaki enerji kaynaklarının paylaşımıyla ilişkilidir.
Türkiye’nin Akdeniz hamleleri
Türkiye ile Libya deniz yetki sınır anlaşması yaparak bir bakıma Akdeniz’i kuzey ve güneyden ikiye ayırdı. Böylelikle Libya ile birlikte ortak çıkarlar üzerinde Akdeniz’de kıta sahanlığında ekonomik yararlı bölge alanı oluşturdular. Bu da Kıbrıs adasının deniz kıta sahanlığında yakın zamanda çıkartılacak olan doğalgazın Yunanistan üzerinden Avrupa’ya akışını engellemeye yönelik bir hamle olarak görüldü. Türkiye, dışlandığı, Yunanistan-Mısır-Kıbrıs-İsrail dörtlüsü arasında yapılan doğalgaz anlaşmalarını etkisizleştirmek ya da en azından oyunun kurallarını bozmak istiyor.
Türkiye Yunanistan’ın Meis adasının da dâhil olduğu bölgede doğalgaz arama çalışması yapmak için Oruç Reis gemisinin gönderileceğini NAVTEX ile uluslararası alanda duyurdu. Yunanistan ile çatışma alanına giren NAVTEX ilanı, AB Dönem Başkanlığını yürüten Almanya Başbakanı Merkel’in devreye girmesiyle durduruldu.
Ankara’nın, uzun vadeli bir strateji oluşturmak ve bölgedeki dengeleri dikkate alarak ittifaklar oluşturmak yerine sürekli anlık tepkilerle, oluşan dengeleri bozma çabası içerisinde olduğu anlaşılıyor. Öyle ki, Mısır-Yunanistan arasında imzalanan ‘deniz yetki sınırlandırma’ anlaşmasına karşı diplomatik ve politik hamleler yapmaktan çok Yunanistan-Mısır anlaşmasının ‘yetki alanı olarak belirlediği bölgeye’ sismik araştırma gemisini gönderme kararı alarak ikinci bir NAVTEX bölgesi ilan ettiğini açıkladı.
Yunanistan- Mısır anlaşması
Anlaşmayla, Girit ve Rodos adalarının kıta sahanlıklarının kısmen kullanılması şartıyla Mısır’ın kıta sahanlığı ile dikey bir koridor oluşturularak Türkiye-Libya adasında imzalanan anlaşmanın fiilen geçersiz olduğu mesajı verilmek istendi.
Ancak ne Türkiye-Libya ne de Yunanistan-Mısır arasında imzalanan Doğu Akdeniz’in geleceğini belirleyen deniz yetki alanı anlaşması Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmıştır ve bu nedenle uluslararası hukuk bakımından bir geçerlilikleri bulunmuyor. Her iki grup da bu gerçeğin farkındadır. Böylesi ciddi kararlarda Akdeniz’e kıyı ülkelerinin çıkarları hesaba katılmadan ve bunların uluslararası alanda onayı olmadan hem Türkiye-Libya hem de Yunanistan-Mısır anlaşmalarının bir önemi yoktur. Sorun en azından bugünkü durum için Akdeniz’in enerji yataklarının kullanımı ve taşınma koridorunun oluşturulması rekabetinde güç olma çatışmasıdır. Aksi takdirde hem Türkiye-Libya hem de Yunanistan-Mısır arasında imzalanan anlaşmalar dikkate alındığında birbirlerinin kıta sahanlıklarını ele geçirme olarak algılanır ve savaş kaçınılmaz olur. Ancak biliyoruz ki burada bir savaş çıkmayacaktır.
Yunanistan ile Mısır arasındaki deniz yetki sınırlandırma anlaşmasını, aslında Akdeniz ve Ortadoğu’daki ittifak dengelerinin yeniden tanımlanması ve Ankara’ya karşı oluşturulan ittifakın bir halkası olarak değerlendirebiliriz. Katar dışındaki bütün Körfez Arap devletlerinin, Mısır ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları anlaşmasını desteklediklerini açıklamaları, Arap dünyasının politik-diplomatik tutumunu ortaya koyması bakımından da bize bir fikir veriyor.
AB’nin tutumu
AB dönem başkanı Almanya, Türkiye-Yunanistan ve Kıbrıs denkleminde Ankara ile doğrudan bir çatışmaya girmeyi pek uygun görmüyor. Ankara üzerinde politik ve diplomatik hatta ekonomik baskıyı arttırarak geri adım atmasını sağlamaya çalışıyor. Berlin’in Ankara’ya verdiği mesaj “AB’nin baskısına bir süre direnebilirim. Eğer geri adım atmazsanız daha ciddi yaptırımlar devreye girer” diyor.
AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell “Türk yetkililere bu faaliyetlere derhal son vermeleri ve Avrupa Birliği ile kapsamlı bir diyaloğa tam ve iyi niyetle katılma çağrısında bulunuyorum” dedi. Aynı şekilde Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel AB Dışişleri Bakanlarının Doğu Akdeniz’deki durum hakkında eksiksiz tam bir hazırlık içinde 24-25 Eylül 2020’de özel bir Avrupa Konseyi toplantısı yapacaklarını açıkladı. Bu açıklama Türkiye’nin bu süreye kadar Doğu Akdeniz’de kendisine çeki düzen vermesine yönelik bir mesaj olarak algılandı Ayrıca Fransa, Yunanistan’ın yanında olduğunu ilan ederek Doğu Akdeniz’e savaş gemileri ve 5. nesil iki savaş uçağı göndererek ortak askeri tatbikat yaptı.
ABD’nin tercihi Yunanistan
5600 personel ve 90 savaş uçağı taşıyan ABD uçak gemisinin Yunanistan’la birlikte ortak tatbikat yapmak üzere Girit’e gitmesi, ABD’nin Yunanistan’ın yanında olduğu ve aynı zamanda Türkiye’ye bir uyarı olarak algılandı. ABD Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşler Müsteşarı David Hale de “Kıbrıs Cumhuriyeti ile Doğu Akdeniz’deki doğal gaz arama çalışmalarında işbirliğini geliştirmek istediklerini” açıkladı. Güney Kıbrıs’ın ABD’nin küresel çaptaki Exxon Mobil petrol şirketine doğalgaz arama ruhsatı vermiş olması ABD-Yunanistan-Kıbrıs arasındaki ilişkilerin boyutu bakımından bir fikir veriyor.
Erdoğan’ın Akdeniz formülü
Türkiye, Akdeniz’de çok geniş sınırlara sahip bir ülke olmasına rağmen Libya’da Trablus’a sıkışmış hükümet dışında hiçbir müttefiki kalmadı ve yalnızlaştı. Özellikle AB ve ABD’nin çok açık olarak Yunanistan’dan ve Kıbrıs’tan yana tutum almaları nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim. Herkes için kabul edilebilir, herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım” çağrısını yapmak zorunda bıraktı. Aynı şekilde Mısır-Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları bölgesinde NAVTEX kararına 23 Ağustos’ta son verileceğini açıkladı. Ankara’yı uzlaşı mesajı vermeye zorlayan faktör, uluslararası alanda artan politik ve diplomatik baskılardır.
Özetle
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası, Suriye, Irak, Libya’da izlediği politikadan doğrudan etkileniyor. Suriye’de ve Libya’da alacağı askeri ve politik yenilgi Doğu Akdeniz’de belirlediği politikanın da çöküşü olacaktır. Tersi de geçerlidir. Doğu Akdeniz’de başlattığı hamlelerin başarısızlığı Libya’daki varlığını ciddi oranda tehlikeye sokacaktır.
Ankara’nın, Doğu Akdeniz’de başlattığı politik ve diplomatik girişimler karşılığını bulmuyor. Sınır komşusu olduğu hiçbir ülke ile Akdeniz’de ittifakı yok. Libya için dahi bunu dememiz pek mümkün değil. Çünkü Libya’da tek bir yönetim yok.
Katar hariç hiçbir Körfez ülkesi, Ankara’nın Akdeniz politikasını desteklemiyor hatta başarısız olması ve özellikle Libya’da bütünüyle tasfiye edilmesi için Mısır’a askeri ve ekonomik desteklerini açıkladılar.
Almanya AB dönem başkanı olarak Ankara’nın attığı adımları geri alması için yoğun bir baskı yaparken aynı zamanda AB olarak Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın yanında olduklarını deklere etti. Önümüzdeki süreçte, Ankara’ya karşı daha ağır yaptırımlar için kararlar alabileceklerini açıkladılar.
NATO üyesi ve önemli bir gücü olan Ankara, Doğu Akdeniz ve Libya için ABD’den dahi beklenen desteği alamadı.
Türkiye, bir Akdeniz ülkesidir ve diğer ülkeler gibi oluşturulan enerji ittifakı içerisinde yer alması gerekir. Özellikle Doğu Akdeniz bölgesinde sınırı bulunan ülkelerin bir ittifak oluşturarak Türkiye’yi sürecin dışında tutması deniz hukuku açısından da yanlıştır. Ancak Türkiye’nin Suriye ve Libya izlediği yanlış politikaların yansıması, Doğu Akdeniz’de karşısına izolasyon olarak çıktı. Bu nedenle sürece dâhil olabilmek için öncelikli olarak Suriye ve Libya’da esasen başarısız olan politikalarını terk etmeli ve iki ülkedeki askeri varlığına son vererek çekildiğini uluslararası kamuoyuna ilan etmelidir. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs gerçeğini kabul ederek, oyun bozucu değil oyun kurucu olarak ittifaka dâhil olmalıdır. Enerji koridorunda yer almak istiyorsa, ikide bir NAVTEX ilan ederek kriz çıkartmak yerine izlediği yanlış bölgesel politikalardan vazgeçerek, bölge ülkeleriyle politik-diplomatik ilişkilerini yoğunlaştırmalıdır. Aksi takdirde 25 Eylül’den sonra Ankara’ya karşı uygulanmaya konulacak ekonomik yaptırımların sonucu son derece ağır olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.