Sendika.Org olarak, kadınlarla yasayı ve devamında getirilmesi planlanan “boşanma sürecinde arabuluculuk düzenlemesi” tehlikesini konuşuyoruz. Dosyamızın ilk söyleşisini HDP İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile gerçekleştirdik
Meclis’te milletvekilleri, sokakta kadınlar müftülere nikah kıyma yetkisi veren tasarının yasalaşmasına karşı mücadele etti. Kadınlar müftülük yasasının medeni haklara saldırı niteliğinde olduğunu tasarı görüşmeleri başladığı günden beri dile getirdi.
Sendika.Org olarak, kadınlarla yasayı ve devamında getirilmesi planlanan “boşanma sürecinde arabuluculuk düzenlemesi” tehlikesini konuşuyoruz. Dosyamızın ilk söyleşisini HDP İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu ile gerçekleştirdik.
Daha önce yasa görüşmelerini “Erkekler korosu yasayı Meclis’ten geçirdi” diyerek özetleyen Kerestecioğlu, müftülük yasasına ilişkin “Elbette bu yasa neticesinde tek bir kadının dahi zarar görmemesi için mücadeleye devam edeceğiz; fakat yasanın olumsuz sonuçlarının bizim uzanabileceğimizden daha fazla kadını etkileyeceğini biliyoruz” dedi. Kerestecioğlu, kadınlar için yeni bir tehlike olan arabuluculuk düzenlemesine ilişkin ise “Şiddeti görmezden gelip kadınları boşanmasınlar diye zorladıkça kadın cinayetleri artıyor. Bugün savcıların koruma kararı çıkardığı kadınlar öldürülüyor. Yarın da arabulucuların barıştırdığı kadınlar mı öldürülecek?” şeklinde konuştu.
“Müftülük yasası” olarak bilinen Nüfus Hizmetleri Kanun Tasarısı’na karşı mücadele sürecini kadın hareketi açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadınlar haftalarca bu tasarıya karşı sokaklara çıktılar, açıklamalar yaptılar! Hem sosyal medyada hem meydanlarda, hem Meclis’te grup toplantımıza katılarak, milletvekillerine mektuplar göndererek bu yasanın sakıncalarını bir bir anlatmalarına rağmen, maalesef bu yasa yukarıdan bir talimatla geldiğinden AKP her türlü itiraza kulağını kapattı.
Bu yasayla kadın erkek eşitliğine inanmadığını açıkça ifade eden, kadınlara sürekli boşanmamaları gerektiğini telkin eden bir kuruma, Diyanet’e çok ciddi bir yetki verildi.
Tasarı yasalaştı. Kadınlar şimdi nasıl bir mücadele hattı kuracak?
Uzun süredir hükümetin kadın haklarına ve kadınların hayatlarına müdahalesine karşı feministler, kadın örgütleri, HDP’li kadınlar ve tek tek kadınlar ortak bir mücadele hattı kurdular. 8 Martlarda 25 Kasımlarda ve çeşitli kampanyalarla bir araya gelinirken artık AKP’nin saldırıları karşısında farklı alanlarda mücadele yürüten kadınlar daha sık bir araya geliyorlar. Kadınlar bu platformda ortak bir hat çizecekler. Elbette bu yasa neticesinde tek bir kadının dahi zarar görmemesi için mücadeleye devam edeceğiz; fakat yasanın olumsuz sonuçlarının bizim uzanabileceğimizden daha fazla kadını etkileyeceğini biliyoruz.
Kadın hareketi kürtaj yasağı girişimini ve en son cinsel istismar önergesini direnişleri ile engellemişti. Müftülük yasası sürecinde ise kadın eylemleri sürerken Tayyip Erdoğan, “İsteseler de istemeseler de bu yasa geçecek” diyerek devreye girdi. Siz bu saldırılar arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz?
Bu yasanın da Erdoğan’ın talimatıyla geldiği açıktı. Yasayla hedeflenen, 4+4+4’ten beri uygulamaya sokulmaya çalışılan, devlet dininin yaşamın her alanına egemen olduğu bir sistem yaratmak. Kadınlar, aile içinde sorun yaşadıklarında Diyanet’ten “aile danışmanlığı” adı altında erkek egemen sistemi mutlaklaştıran eğitimler alıyorlar, şimdi evlendiklerinde de müftülüklere gidecekler. Yani isteseler de istemeseler de AKP’nin tanımladığı bir dini çerçevede hayatlarını devam ettirmek zorundalar. Bu devlet dinine başka dine mensup kişiler için de ciddi bir eşitsizliğe yol açıyor. Diğer yandan çok hukukluluğun yani farklı dine mensup kişiler için farklı hukuk sistemlerinin uygulanmasının önünü açıyor. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Refah Partisi’nin başvurusu sonrasında “çok hukukluluğun, yani Aleviler, Nusayriler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Bahailer’e ayrı hukuk kuralı getirmenin İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olacağını” ifade etmiştir. AKP kendi muhafazakar anlayışını tesis etmek için son dönemde pek çok müdahalede bulundu ve özellikle hem kadınların hem de çocukların hayatına ciddi zararlar verdi.
Çocuklar henüz 3 yaşında ağır bir dini eğitime tabi tutuldukları Sübyan okullarına mahkum edildi. Ensar Vakfı gibi vakıflara dindar ve kindar bir nesil yetiştirme görevi verildi. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın adı değiştirilerek Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapıldı.
Kadın erkek eşitliğini güçlendirmek konusunda politikalar üretmekle görevli tek resmi mekanizma olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü de Bakanlık altında etkisiz ve yetkisiz bir birim haline getirildi. Türkiye’nin imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nde bunun altı kalın harflerle çizilmiş olmasına rağmen, kadın erkek eşitliği fikri bilerek tahrip edildi ve soyut bir aile mefhumu her kadına dayatıldı.
Kadınların yaşadıkları sorunlara dini yanıtlar arandı, Diyanet ile yapılan protokoller aracılığıyla “aile eğitimi” ve “aile danışmanlığı” adı altında kadına yönelik şiddeti görmezden gelen eğitimler verildi. Kadınların hayattaki istekleri gözetilmeden Üç-beş çocuk istendi, o eleştirdiğiniz Avrupa’da 19. yy sonunda toplum mühendisleri ne yapıyorsa aynıları topluma dayatıldı.
Ömürleri boyu doğru biçimde bilime teşvik edilme şansına erişememiş eğitimli genç nesiller erken evliliğe teşvik edildi. Kürtaj yasağı geri getirilmeye çalışıldı.
Pek çok yargı kararında erkek şiddeti meşru görüldüğünden, kanunlar uygulanmadığından kadın cinayetleri arttı. Tüm bunlar o kadar hoyratça, o kadar hızla yapılmaya çalışıldı ki, denetimsiz kurumlarda çocuklar istismara uğradı.
Aile ve Soysal Politikalar Bakanlığı, bütçesinin %95’ini ayırdığı sosyal yardımlarla ve Diyanet ile işbirliğiyle o kadar meşguldü ki kadınlar savcılığa başvurdukları halde öldürülmeye devam ettiler. İktidarın bu projesinin bir parçası olan bu yasa da, AKP’nin tanımladığı biçimiyle devlet dininin toplumsal alana daha fazla nüfuz ettirilerek toplumu ve seçmenleri konsolide etme çabasıdır. Bunu da muhafazakâr otokratik tüm rejimlere benzer biçimde erkek egemenliğini kullanarak yani kadınların emeğine el koyarak, kimliklerine ve haklarına saldırarak yapmaya çalışıyorlar.
Müftülüklere, nikah kıyma yetkisi veren bu “Olağanüstü Kanun Teklifinin”, olağanüstü hal koşullarında geçirildiğini de hatırlatmak isterim. Diğer dönemlerden farklı bir baskı ortamında geçirildi yasa. Aslında kadınların medeni haklarını tehlikeye atan, çocuk yaşta evlilikleri -bırakın azaltmayı- denetimsizliğe yol açarak artıracak bir yasayı her türlü muhalefetin en sert biçimde bastırıldığı, demokrasinin katledildiği bir dönemde getirmek, Yasama yetkisini millet adına Meclis’e veren Anayasa’nın 7. Maddesi’ne aykırıdır. Bu yasayı protesto eden 11 kadının gözaltına alındığı bir ortamdan bahsediyoruz.
Müftülük yasası sürecinde Meclis kadınlara yasaklandı, kadınlar Meclis önü eyleminde saldırıya uğradı, OHAL ve KHK’lerle ülkenin yönetildiği bir süreçte üstelik kadın haklarını geriletecek yasal düzenlemeler arka arkaya gündemdeyken “Meclis” kadınlar açısından ne ifade ediyor?
Biz HDP olarak tasarı görüşülürken, kadın mücadelesinden, feminist mücadeleden gelen ve kadın mücadelesinin sesini duyan vekiller olarak en sert muhalefeti yaptık. Bunu açıkça söylemek zorundayım. Her milletvekilimiz büyük bir çaba gösterdi bu kanunun yasalaşmasını engellemek için. Müftülüklere nikah yetkisi veren tasarıyı değiştiremesek de doğum sonrasında sözlü beyanın araştırılmasını zorunlu hale getiren değişiklik, partimizin ısrarıyla kabul edildi.
Bildiğiniz gibi, doğum sonrasında sözlü beyanla nüfus bildirimi, çocuk istismarını gizlemek için çok yaygın biçimde başvurulan bir yol. Halihazırda doğum yapan bir kadın, doğumu hiçbir sağlık personelinin takibinde gerçekleştirmediyse Nüfus Müdürlüklerine sözlü bildirimde bulunarak doğan çocuğu kaydettirebiliyor. Fakat 18 yaş altı gebeliklerde genelde kız çocukları hastaneye getirilmeyerek yerine başka bir evli yakını nüfus müdürlüklerine sözlü bildirimde bulunabiliyor. Israrımız neticesinde doğum sonrasında nüfusa sözlü beyanda bulunan kişilerle ilgili araştırma yapmak zorunlu hale getirildi. Tabi yine bu kanunun uygulanması önem taşıyor.
Kadınların dışarıda, bizim Meclis’te mücadelemiz sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayanların evlilik yoluyla vatandaşlığa başvurabilmesi için iktidarın getirmeye çalıştığı “genel ahlak” kriteri de iptal edildi. Bizler yıllarca Türk Ceza Kanunu’nun “Genel ahlak ve adaba karşı suçtur” tanımını değiştirmek için mücadele ettik. Bu ne olduğu herkese göre değişen ahlak sözünün hayatımızı işgal etmesine, kontrol etmesine izin veremeyiz. Çok iyi biliyoruz, kadınları ahlaksızlıkla suçlayanlar aslında kadınları kontrol etmek isteyenler, kendi çıkarlarını ve erkek egemen iktidarlarını korumak isteyenlerdir. Bu nedenle bu maddenin iptal edilmesi kadınların ve Meclis’teki inadımızın önemli bir sonucudur.
Meclis’te bulunarak zeytinlikleri imara açan kanun tasarısı ya da çocuk istismarcılarına af getiren kanun tasarısı gibi pek çok tasarıyı dışarıdaki muhalefetle birlikte geri çevirmeyi başardık. Kısıtlı bir düzeyde hükümetin politikalarına yansısa da Meclis komisyonlarında da toplumun sorunlarını gündem yapmaya çabalıyoruz. Örneğin Ensar Vakfı’nda yaşanan çocuk istismarının ardından bir araştırma komisyonu kurdurmayı başardık. Komisyona çocuk istismarında izlenmesi gereken yol haritası niteliği taşıyan bir muhalefet şerhi ilettik… Uluslararası platformlarda da Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin belgelenmesi için Parlamentoda vekillerimizin olması önemli. Bu dönem otokratik, demokrasinin çok ağır yara aldığı bir dönem; fakat bu döneme benzer dönemler Menderes döneminde de 90’larda da yaşandı. Her dönemin kendine özgü koşulları olsa da solda duran akademisyenler ve siyasetçiler ile Kürt halkı, diğer etnik ve dini gruplar ve kadınlar hep iktidarın baskısına maruz kaldılar. Behice Boranlar, Mübeccel Kıraylar, İsmail Beşikçiler Türkiye’de ciddi bir baskı yaşadılar, hapis yattılar örneğin… Fakat İşçi Partisi Meclis’te ısrar etti. Parlamento egemenlerin değil; halkındır, halkın olmalıdır. Birçok devrim, halkın parlamentoda iddia sahibi olma talebidir aynı zamanda. Haiti devriminde, Fransız devriminde bunu görürüsünüz. Halkın muhalefetini Meclis’e taşımanın en otoriter dönemlerde dahi önemli olduğuna inanıyorum.
“Erkekler korosu yasayı Meclis’ten geçirdi” sözünüz tartışma yarattı. Sadece iktidar açısından değil muhalefet açısından da. Örneğin kimi eleştirilerde “erkeklik değil gericilik” denilerek bu sözün rejimi ve dinsel baskı ile ilişkisini görünmez kıldığı dile getirildi. Bu sözü kullanırken siz ne demek istediniz?
Bu reaksiyonları almaya alışkınız aslında. Daha 80’lerde Dayağa Karşı Yürüyüşü organize ederken “Neden işkence için yürümüyorsunuz” diyorlardı sanki işkenceler için de en çok biz yürümemişiz gibi… Bu kanun ilericilik-gericilik karşıtlığına indirgenirse ve kendini dindar olarak tanımlayan tüm kadınlar “gerici torbasına” konulursa erkeklerin Müslüman, Ermeni ya da bir semavi dine inanmayan tüm kadınların üzerindeki ortak tahakkümünü görmezden gelmiş oluruz. Aslında medeni haklarını elde etmek için Osmanlı döneminden itibaren farklı inançlardan kadınların verdikleri mücadelenin de üstünü örtmüş oluruz.
Henüz Osmanlı döneminde hem Müslüman hem Ermeni kadınlar, kadınların sorunları ile ilgili dergiler çıkartıyor; eğitim hakkı, çoklu evliliğin önlenmesi ve cemaatleri içinde daha çok söz hakkı sahibi olmak için mücadele veriyorlardı. Hayganuş Mark, Nezihe Muhiddin gibi o dönem kadın hareketinde aktif mücadele yürüten pek çok kadın vardı. Zira 20. yüzyılın başında, Osmanlı’da Meşrutiyet’le gelen özgürlük ve eşitlik ortamının da katkısıyla kadınlar kısmi de olsa medeni haklar elde ettiler. Evlilik için minimum yaş tayin edildi, kadınlar çoklu evliliğe itiraz hakkı ve boşanma hakkı elde ettiler. Daha sonra bu medeni yasa tekrar rafa kalktı; ama Cumhuriyetle birlikte 1926’da yeniden revize edilerek yürürlüğe girdi. Kadınlar mücadelelerinin verdiği güçle medeni haklar elde ettiler.
Bu tarihi bilen Müslüman olsun, Hristiyan olsun hiçbir kadın dini gerekçelerle bu yasaya onay vermiyordu aslında. Bazı “dindar” kadın yazarlar bunu açıkça ifade de ettiler.
Diğer yandan bazı kadınlar rıza gösterse de bu kanunun mağduru olmadıkları anlamına gelmiyor. Bu kanunun mağduru tüm kadınlar…
Gündelik hayatın dinselleştirilmesiyle erkek egemenliğinin üzerlerindeki baskısının yoğunlaşması tehlikesiyle karşı karşıya olacaklar. AKP, “kadınlar bu düzenlemeyi istiyor” diyordu, oysa Kanun Teklifi görüşmeleri sırasında tek bir AKP’li kadın konuşmadı, onlarca konuşma yapıldı ve hepsi erkekler tarafından yapıldı. Son anda çok da gönüllü olmayarak, gördüğümüz kadarıyla MHP’lilerin baskısıyla bir MHP’li kadın milletvekili söz aldı, o kadar. Meclis’te Kanun Teklifi görüşülürken tam bir erkekler korosu vardı evet ve çoklu ve çocuk yaşta evlilikleri olağanlaştırma tehlikesi taşıyan, kadınların Medeni Haklarını tehdit eden bir yasa kadınların sesini bastıran AKP ve MHP’li vekillerin eliyle geçirildi. Erkek egemen Meclis’in kadınları bu kadar ilgilendiren bir konuda kadınları susturması çok çarpıcıydı. Biz HDP’li kadın milletvekilleri olarak belki de en büyük mücadelelerden birini Meclis’in bu erkek egemen yapısına karşı veriyoruz.
Müftülük yasasının ardından kadınlar şimdi de “boşanma sürecinde arabuluculuk düzenlemesi” gibi bir tehlike ile karşı karşıya, arka arkaya gündeme gelen parçalardan bahsediyoruz ancak daha bütünlüklü bakarsak kadınlar nasıl bir saldırı programı ile karşı karşıya?
Kadına yönelik psikolojik, fiziksel, cinsel her türlü şiddetle ilişkili konularda arabuluculuk ve uzlaşma İstanbul Sözleşmesiyle yasaklanmıştır. Boşanma davalarının en önemli ve en az kayıt altına alınan nedeni psikolojik ya da fiziksel, çeşitli şiddet biçimleridir. Grevio’nun (İstanbul Sözleşmesinin Denetim Organı’nın) Türkiye’yi İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili denetlediği bir dönemde, Adalet Bakanı Gül’ün bu açıklaması korkunçtur. Kaç kere ifade ettik, şiddeti görmezden gelip kadınları boşanmasınlar diye zorladıkça kadın cinayetleri artıyor. Bugün savcıların koruma kararı çıkardığı kadınlar öldürülüyor. Yarın da arabulucuların barıştırdığı kadınlar mı öldürülecek?
Söyleşi: Gül Gündüz
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.