Ayetler, sureler ve hadis-i şerifler “hırsızlık düzenini” gizleme ve meşrulaştırma aracı haline getirildiler. Sarayın demir ökçesi altında ezilen imamlar, camilerde “haram” sözcüğünü kullanmaktan korkuyorlar. Haramı klavuz edinmiş devletin tepesinde keman çalınırsa, onlar da dans etmeye başlıyorlar Ekmeğini teolojiden kazanan Moskova Patriği “aziz” Kiril ve şürekâsı, ayinlerinin birçoğunu Ekim Devrimi ve Bolşevizm düşmanlığı üzerine tesis etmektedir. […]
Ayetler, sureler ve hadis-i şerifler “hırsızlık düzenini” gizleme ve meşrulaştırma aracı haline getirildiler. Sarayın demir ökçesi altında ezilen imamlar, camilerde “haram” sözcüğünü kullanmaktan korkuyorlar. Haramı klavuz edinmiş devletin tepesinde keman çalınırsa, onlar da dans etmeye başlıyorlar
Ekmeğini teolojiden kazanan Moskova Patriği “aziz” Kiril ve şürekâsı, ayinlerinin birçoğunu Ekim Devrimi ve Bolşevizm düşmanlığı üzerine tesis etmektedir. Post-Sovyet yağmacılığın eteği altına saklanarak Bolşevik karşıtı kelam-ı kibar savurmak kilisenin keyif aldığı en değerli ayin türü. Galiba Havari Pavlus olmayı düşleyen bay Kiril, Sovyet eğitim kurumu olan Leningrad teoloji okulundan mezun olduğunu unutmuşa benziyor. Neden sadece Bolşevikler? Niye Deli Petro’yu bir lahza dahi tenkit etmez bu saygıdeğer ruhban sınıfı? I. Petro’nun patrikliği kaldırıp kendisine bağlı bir “Kutsal Sinod” kurması ve adeta patrik olma ihtirası (sezaropapizm) Rus Ortodoks Kilisesi’nin geleneğine çok mu uygun? Peki, Deli Petro’dan sonra koltuğa oturan onlarca çarın 200 yıllık süreçte patriklik makamını ayaklar altına almasına ne demeli. Buna rağmen Kilise, Çarlık dönemine mutlak bir sadakat göstermektedir. Monarşi, otokrasi, mutlakiyetçilik(самодержавие) ve oligarşi tipi devlet aygıtları her zaman Rus Ortodoks Kilisesi’ni cezbetmiştir.
Eğer Şubat Devrimi (1917) olmasaydı rüyasında bile göremezdi patriklik tahtını Kiril Efendi Hazretleri. Ruhban sınıfının en büyük paranoyası devrim, dönüşüm ve değişimdir. Bolşeviklerden hâlâ ürküyorlar. Ürettikleri “kutsal yalanın” devrimciler tarafından kitlelere teşhir edilmesi, hâlâ uykularını kaçırmaktadır. Her şeyden öte Leninistlerden bu kadar nefret etmelerinin asıl sebebi mülkiyet dönüşümüdür. Zira 1918 tarihli Sovyet Anayasası’na göre dini kurumların yani kilisenin ve manastırların özel mülkiyet edinme hakkı ilga edilmişti. Dinin dünyevi hayattaki “toplumsal rolüne” bu şekilde gem vurulmuştu. Laiklik, ancak ruhban sınıfının mülkiyetine el koymakla inşa edilebilirdi. Peki, başka ne yapmıştı Bolşevikler? Çarlık döneminde Ortodoksluktan döndüğü için beden cezasına çarptırılanları, bu yüzden Sibirya’ya sürgün edilenleri; manastırların hektarlarca topraklarında köle gibi çalıştırılanları özgürleştirmişlerdi. Kilisenin karın ağrısı, manastırın tahakkümü altındaki topraklara el konulması ve yerel tarım komitelerine tevzi edilmesiydi. Yoksul köylü yığınlarıyla mülkiyetini paylaşmak istemeyen bir ruhban sınıfı düşleyebiliyor musunuz? Hele o Slav köylerinde şatafatlı dini mabedlerin etrafına yuvalanmış harabe köylü barınakları! İşte Sovyet devriminin temel amaçlarından biri de kırın sınıfsal görüntüsünü değiştirmekti.
Mukaddes gözlerinden nur saçan Patrik Kiril’e göre Bolşevikler münkir, kâfir, zındık, mürted, sapkın; Putin ve hempası (oligarklar) ise mutekif. 2012 seçimleri öncesi Putin için “Tanrı’nın hediyesi” demesi bir tesadüf olmasa gerek. Kiril’in paha biçilmez kol saatleri, lüks makam araçları ve İsviçre’deki villası da Tanrı’nın bir lütfu olsa gerek. İsviçre’deki villada gecenin alaca karanlığında düşen yıldızları sayacağına veya oligarkların kale muhafızlığını yapacağına, Moskova metrosunda ve Petersburg tren garlarında üryan gezen evsizlere ve dilencilere bir kafa yorsun bakalım bay patrik! Tarih Bakunin’i her daim haklı çıkaracaktır: “Rahipler ve devlet adamları her yerde, her zaman halkın bilinçli, sistemli, uzlaşmaz, kana susamış düşmanları ve cellatları olmuştur.”
Bu tipolojinin aynısı bizde de mevcuttur. Alevilerle evlenilmez, Mecusilerin, putperestlerin, ateistlerin kestiği et yenilmez, baba kızına şehvet duyabilir gibi ilkel fetvalarla toplumun “manevi rehberliğine” soyunmuş bir kurumun “dini bütünlüğü” sağlama gayesi ne kadar da komik ve paradoksal. Mesela bu laf hokkabazları, “halkın bütçesini kötüye kullanmak, rüşvet almak, yolsuzluk yapmak, kara para aklamak ve her türlü yiyicilik şerri hukuka göre caiz değildir” şeklinde bir fetva verebilirlerdi. Ya da “halkın bütçesinden istifade ederek saray yaptırmak, örtülü ödenek adı altında israf yapmak, kentsel dönüşümde rant sağlamak ve bu ranta sermaye gruplarını ortak etmek İslamiyet’in özüne uygun değildir” şeklinde bir Cuma hutbesi hazırlayabilirlerdi. Lakin Diyanet ve cüppeli, namaz takkeli, çember sakallı kundakçı tayfa insanlık duygusunu ameliyatla aldırmış, zehir saçan bir topluluğa dönmüş gibi. Sarıklı düzenbazlar, her defasında boyunduruk altına aldıkları halka Hacc Suresi’nin 77. ayetini yineliyorlar: “Ey iman edenler rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” Ne var ki Yeni Türkiye’de rükû, secde ve kulluk edilenin “Allah” olmadığı son derece aşikâr. Ayetler, sureler ve hadis-i şerifler “hırsızlık düzenini” gizleme ve meşrulaştırma aracı haline getirildiler. Sarayın demir ökçesi altında ezilen imamlar, camilerde “haram” sözcüğünü kullanmaktan korkuyorlar. Haramı klavuz edinmiş devletin tepesinde keman çalınırsa, onlar da dans etmeye başlıyorlar. Kime ubudiyet (kulluk) ettikleri büyük bir muamma. Halk ve din adamları, suç örgütü haline gelmiş devlet ricali karşısında ürpertici bir zillet içinde. Ne diyordu Tevfik Fikret, “Silkin, şu mezellet tozu uçsuz üzerinden.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.