Bilişsel yeteneğimiz dış dünyadaki olası bağlantıları ve ilişkileri keşfetmeye, anlamlandırmaya ve kavramsallaştırmaya olanak tanıdığında kendi içimizdeki ve dışımızdaki olayları ve olguları birtakım açıklama biçimleri aracılığıyla genelleştirmeye, model kurmaya ya da evrensel biçimine evirerek kuram inşa etmeye kadar gitmişizdir. Bu çabalarımızın kritik özelliklerinden birkaç tanesi, belli bir olgular serisiyle karşılaştığımızda ya da bizzat teorimizi test etmeye […]
Bilişsel yeteneğimiz dış dünyadaki olası bağlantıları ve ilişkileri keşfetmeye, anlamlandırmaya ve kavramsallaştırmaya olanak tanıdığında kendi içimizdeki ve dışımızdaki olayları ve olguları birtakım açıklama biçimleri aracılığıyla genelleştirmeye, model kurmaya ya da evrensel biçimine evirerek kuram inşa etmeye kadar gitmişizdir. Bu çabalarımızın kritik özelliklerinden birkaç tanesi, belli bir olgular serisiyle karşılaştığımızda ya da bizzat teorimizi test etmeye kalktığımızda, elimizdekinin gözlemlediklerimizle uyumlu olması ve belli koşullar altında öngörüde bulunabilmesini zorunlu olarak aramamız. Bu kriterler bu zamana kadar en geniş anlamıyla bilimsel kuramların diğer metafizik ya da teolojik sistemler karşısında en büyük zaferi olmuştur. Düşünce tarihimiz bu zaferlerle doludur ve her zafer kopuşlarını yarattığı gibi peşinde her yenilginin tortularını da taşımıştır. Tortular çeşitli düşünce kalıplarında, varsayımlarda kendini göstermiştir.
Öncelikle bilmemiz gereken kuram ya da felsefi sistem yapıcıları ellerinde sihirli değnekle işe başlamamışlardır. Yaşadıkları dönem ve o döneme hakim olmuş düşünce kalıpları ve ilkeleriyle şekillenmişlerdir. Bu ilkeler ya da daha doğrusu onlara kaynaklık eden sorular tarihsel özellik taşımıştır. İlkçağ filozoflarının varlığımıza ya da deneyimlerimize dair geliştirdikleri ilkeler ve hipotezlerin izlerini şu an bilinen ve geçerliliği birçok testten geçen kuramlarda en azından genelleştirilmiş ve derinleştirilmiş halleriyle görebiliriz. Güncel ve yakıcı bir soruna işaret edebilecek olanları eleyip çıkartmak önemli görev olarak önümüzde durmaktadır.
Nesnel gerçekliğe (insan, doğa ve toplum bütünü ve parçaları) dair elimizdeki geçerli ya da geçersiz yaklaşımlar bütününe ait olan girdilerden biri evrenselleştirilmiş hipotezler kümesidir. Bu hipotezler kümesi insan türünün düşünsel evrimindeki tartışmaların odağında olmayı sürdürmüştür. Günümüzde ise bu hipotezlerin ilkel ya da gelişmiş formlarını her türlü platformda görebilmekteyiz. Özellikle bu hipotezlerden tortu dediğimiz şekliyle popüler düzeyden akademik düzeye kadar kendini en çok gösterenlerden biri indirgemeci-oluşturmacı hipotez ikilisi olmuştur. Spekülatif felsefi sistemlerden bugün geçerliliği birçok defa testten geçmiş “büyük” kuramlara kadar geniş yelpazede bu hipotez ikilisinden indirgemeci olan kaçınılmaz bir şekilde kendisini gösterir. İndirgeme işleminin kaçınılmazlığının sebebini en basitinden ele aldığımız olguların, ilişkilerin ve süreçlerin karmaşıklığına ya da bizzat o bütünlüğün temel işleyişini anlamada belli birimlere dayanma zorunluluğuna dayandırabiliriz. İndirgemeci hipotez temelde her türlü organik ya da inorganik maddenin (üzerinde hangi seviyede bilgimiz olmasından bağımsız) bazı uç koşullar dışında aynı temel yasalar tarafından kontrol edildiğini varsayar. İlk elde bu hipotezin doğal sonucu olabilecek bir önermeyi şöyle ifade edebiliriz: Eğer her şey aynı temel yasalara uymak zorunda ise, o zaman gerçekten temel olabilecekler sadece bu yasalar üzerine çalışan bilim insanları tarafından üretilir. İşin tortu kısmı kendisini bu hipotez ve önermenin beraberinde gelen “oluşturmacı” hipotezi doğrulamasında göstermiştir. İndirgemeci hipoteze dayanmak, yani her şeyi temel yasalara indirgeme olanağı, bu yasalardan kalkarak bütün evreni yeniden kurmak anlamına geleceği zannedilmektedir. Bunun üzerinden oluşturmacı hipotezin zayıflığının temel iki kaynağını tahmin edebiliriz: “Ölçek” ve “karmaşıklık”.
Bu tespitlerin altını doldurmak için ilk işimiz, bu temel yasalarla uğraştığını bildiğimiz alanla diğer disiplinler ya da alanlarla olan ilişkisini incelemek olmalıdır. Muhtemel en “temel” yasaları betimlediğini iddia eden fakat henüz “tam” bir teori olmayan standart modelden[1] hareket edebiliriz; fakat parçacıkların birleşip oluşturduğu atomik ve bir üstü olan moleküler ölçekte ve bu seviyedeki karmaşıklıkta işlerin rengi değişmektedir. Ulaşılan seviyeyi anlamak için kullanacağımız özellikler ve yasalar basitçe o bütünlüğün parçalarını yöneten temel yasaların bir izdüşümü olarak karşımıza çıkmaz; aksine her yeni ölçek ve karmaşıklıkta farklı temel özellikler ve yasalar oluşturmak zorunda kalırız. Bu durum bilimler arası bir çeşit hiyerarşi sorununu da getirmektedir. Bu hiyerarşi problemini aynı zamanda basit bir “uygulama”ya indirgemememiz gerekir. Örnek olarak sosyal bilimlerin uygulamalı bir psikoloji ya da biyolojinin uygulamalı kimya olmadığı açıkça vurgulanmalıdır. Kuşkusuz bu durum şu gerçeği değiştirmez: Bir üst seviyedeki disiplin ya da alandaki temel parçaları ve alt-parçaları ele aldığımızda uyacakları yasalar ve model bir alt seviye disiplini tarafından şekillenir. Buradaki anlamıyla “nicelik-nitelik” dönüşümü P.W. Anderson tarafından “simetri”[2] kırınımı olarak formüle edilmiştir. Bu kırınımın kendisi indirgemeci hipotezin tam ters yönü olan oluşturmacılığın geçersiz olduğu yerdir. “Simetri kırınımı” olgusuyla buradaki anlamı dışında evrende gözlemlediğimiz süreçlerde sıkça karşılaşırız: Dünyamız bütün eksenleri etrafında dönüşsel simetriye sahip değildir ya da kar tanesi bir ekseni etrafında 60 derecelik kesikli dönüşsel simetriye sahiptir fakat bir diskin kesintisiz simetrisine sahip değildir. Aynı evrimin olgu olması gibi basit yapılardan karmaşık yapılara kadar simetri kırınımı evrenimiz hakkında temel bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu kırınım kaynağını genellikle iki durumdan alır: “Dinamik” ve “kendiliğindenlik”. İlki kırınıma sebep olanın bir başka fiziksel ilke olduğunu söyler; diğeri ise öngörülmeyen, sebepsiz bir sonuç olarak kendisini gösterir.
Yukarıda bahsettiğim geçişleri anlamada referanslarımız nihayetinde doğayla girdiğimiz etkinliğimiz olacak. İlk örneğimiz görece basit ve küçük ölçeğe sahip olan “amonyak” molekülü. Yer ve zaman simetrisini gözettiğimizde hiçbir çekirdek çift kutupsal momente (sistemin yükündeki kutupluluğun ölçüsü) sahip olamaz. Fakat kimyacılar ölçüm yaptıklarında amonyak molekülünün belli bir “yön”de elektriksel momente sahip olduğunu söylerler. Buradaki gerilim, gözlemlenen amonyak molekülünün asimetrik özelliğinin çok kısa süreli bir durumu resmetmesidir. Yani çok kısa bir zaman sonra (saniyenin on milyarda birine yakın) bu asimetrik durumdan bir diğerine geçiş yapar. Bu durumda yer ve zaman simetrisiyle birlikte gerçek “durağan” bir durum ancak bu iki asimetrik durumun süperpozisyonu şeklinde gerçekleşebilir. Bunun sonucunda iki zıt asimetriden kalan momentsiz bir molekül olur; yani simetri korunmuş olur. Ek olarak bu asimetrik durumlar arasındaki geçişleri sağlayan faktöre de “kuantum tünnelleme”si diyoruz. Diğer bir örnek, daha kompleks ve görece büyük olan kristaller olacak. Kısaca bu ölçek ve karmaşıklıkta karşımıza asimetrik bir durum çıkıyor. Birçok kristal net bir çift kutuplu momente sahiptir (Bu asimetrik durum kristalin en düşük enerji haline kendiliğindenliğinden gitme eğiliminden kaynaklanır). Bu momentin zıt yönü simetriden dolayı mevcuttur; fakat sistem yeterince büyük olduğundan dolayı hiçbir termal ya kuantum efekti sonlu bir zaman (mesela evrenin yaşı) içerisinde bir asimetrik halden diğerine geçemez. Bu simetriler kendilerini tamamıyla yok etmezler, belli koşullarda onları elde etmek ya da görmek de mümkündür.
Özetle iki noktaya dikkat çekmek istedim: “Çok” sayıda parçaların meydana getirdiği bütünlüklerde, parçalarda uyguladığımız mikroskobik simetriler kırınıma uğrar. İkincisi, bütünlüklerin içindeki parçaların ya da daha alt-parçaların taşıdıkları özellikleri ve onları yöneten yasaları detaylı bir şekilde bilmeden de ele aldığımız bütünlüğe dair yasalar ve yasaların üzerinden teoriler geliştirebiliriz. Termodinamiğin önemli ismi Boltzmann ve çağdaşları sadece makroskobik ölçekteki maddelerin atomlardan oluştuğunu varsayarak onlardan önce bulunan termodinamik yasalarını istatistiksel mekanikle (yani Newton mekaniğini çok sayıda parçacığa uygulanmış hali) elde etmişlerdir. Kuşkusuz teorik fiziğin dehlizlerinde bu bahsettiğim “faz” geçişinin izlerini farklı ölçeklerde bulabiliriz. Farklı açıdan da olsa bugünlerde henüz spekülatif fakat bilimsel kuramlardan yola çıkan yaklaşımlarda temel ölçekteki ilkelerimizin nasıl daha üst ölçeklerdeki olaylarda izler bıraktığına görmekteyiz.[3]
Bir sonraki aşama bu olgunun sadece teorik fizikte ya da doğa bilimlerinin çeşitli disiplinlerinde gözlemleyip gözlemleyemediğimiz olacaktır. Eğer bilimin doğa-toplum tarihi bütünlüğünde kapsandığını kabul ediyorsak, doğada gözlemlediğimiz bu geçişlerin ya da ilişkilerin kendisini toplumsal ilişkilerde de gösterilebileceğini “en azından” göz ardı edemeyiz. Bu noktadan sonra sorularla yazıyı bitireceğim. İndirgeme-oluşturma ikileminde vurgulanan nokta toplumdaki ilişkilerde de gözlemleniyor mu? Farklı düzeylerde (ekonomik, politik ve ideolojik) akan süreçleri ele alırken “temel” aldığımız düzeyden yükselen ağın diğer düzeylerdeki ifadelerini basitçe ele almak yeterli mi? Yoksa indirgeme işleminden sonra bütünü inşa ederken farklı “faz” geçişleri mevcut mu? Tersinden bu üst düzeyleri ayıkladığımızda “temel” gördüğümüz “ilke”yi ya da “simetri”yi belli koşulları altında her zaman görebilir miyiz? Doğadan topluma ya da topluluğa geçişte bu bahsedilenden “farklı” bir nitelik sıçraması var mı? Varsa topluma ya da bireye dönük kavramları kullanırken maddi evrimimizle olan ilişkisini nasıl anlamalıyız?
Dipnotlar
[1] Elementer parçacıklar fiziğini açıklayan model.
[2] Simetrinin fizikteki anlamı kısaca görüş açısından bağımsız olan diye özetlenebilir.
[3] Enzimlerin reaksiyonlardaki rolünün kuantum tünellemesi aracılığıyla gerçekleşebileceğine dair tezlerin ileri sürülmesi gibi (bir çeşit kuantum biyolojisi).
Kaynakça
P. W. Anderson, “More is Different” Science, New Series, Vol. 177, No. 4047. (Aug. 4, 1972)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.