Ortada HDP’yi de aşan toplumsal bir hareket varken, kenarda durup, bahaneler üretip, katılmayarak, destek vermeyerek, HDP’nin olası başarısızlığına oynamanın devrimcilikle ilgisi nedir? Reis evvelki gün beyanat vermiş. Nerde o eski seçimler, pek heyecan görmüyorum demiş. Yapmaması gereken işlere kendini memur eden muhterem, anlaşılan istediği ilgiyi vatandaştan göremeyince bıkkınlık havalarına girmiş. Belki de seçim günü için “kedileri” o […]
Ortada HDP’yi de aşan toplumsal bir hareket varken, kenarda durup, bahaneler üretip, katılmayarak, destek vermeyerek, HDP’nin olası başarısızlığına oynamanın devrimcilikle ilgisi nedir?
Reis evvelki gün beyanat vermiş. Nerde o eski seçimler, pek heyecan görmüyorum demiş. Yapmaması gereken işlere kendini memur eden muhterem, anlaşılan istediği ilgiyi vatandaştan göremeyince bıkkınlık havalarına girmiş. Belki de seçim günü için “kedileri” o kadar sıkı tembihledi ki, artık sonucu da bildiğinden emin. Ama lafların devamında rehavet hali sürmüyor, telaş da var. Milli Şef – II. Abdülhamid kırması şahıs “…HDP barajı aşamadığı takdirde her taraf yakılır yıkılır, bunları konuşuyorlar” diyor gözlerini belerterek.
Evet sultanım, zaptiyeleri salarak, hile hurdaya dalarak kaçılamayacak sorunlar da var hayatta. Son dönem HDP mitinglerinde görülen tablo, HDP’nin örgütlü faaliyetinin de ötesinde insanların HDP’ye doğru aktığını gösteriyor. Bunun belli başlı sebebi ise Reis’le simgelenen neoliberal diktatörlüğün toplumsal kamplaşmayı ve aynı zamanda sıkışmayı zorlayan politikaları. Bu kısırlığın kaynağında son yıllarda AKP iktidarının halkları oyalayabilecek düzeyde dahi yeni önerilere sahip olamayışı yatıyor. Açıkça telaffuz edilmemekle birlikte aslında Türkiye’ye, gelecek diye sunduğu şey Suriye, Irak gibi çevredeki ülkelerin emperyal hedefler doğrultusunda egemenlik altına alınmaları. Bu tür hedeflerin AKP destekçisi sermayedarlar nezdinde ve Türkiye toplumunun bir kesiminde ciddi bir karşılığı olduğu göz ardı edilemez. Hele hele son dönem açığa çıkan, silah gönderme görüntüleri meselesinde, tartışma, muhalif kesim açısından, Can Dündar ve Cumhuriyet gazetelerine dava açılması sorununa hapsediliyorsa, bu aynı fetihçi kafanın bir kısım aydın üzerinde de etkili olduğunu gösterir. Bazı liberallerin dile getirdiği “bu silahlar PYD’ye gitse sesiniz çıkmazdı”yla maskelenen DAİŞ’le PYD’yi eşitleyen yaklaşım ise katil sürüsünün Türkiye toplumu üzerindeki meşruiyet zeminini belgelemesi anlamında etkileyici. Bunu toplumumuzda artık yerleşikleşmiş olan linççi kültürle bir tür bütünleşme hali olarak da değerlendirmek mümkün.
Biz tekrar HDP’nin seyrine dönelim. HDP’nin geliştiği zemin ve dayandığı dinamikler belli farklılıklar arz etmekle birlikte, Yunanistan Syriza’sı ve İspanya Podemos’undan temelde çok ayrı bir yerde durmuyor. Her üç hareket de mevcut toplumsal sıkışmışlık içerisinde, başta gençler olmak üzere çeşitli kesimler için, olan her şeyi yutan düzenin kaosundan çıkmanın bir umudu olarak görülüyor. Birbirinden güç ve tecrübe olarak farklılık gösteren bu hareketler başarılı olur mu? Bu yanlış bir soru (Çünkü benim için umut olmalarıyla, başarılılık diye bir ölçü varsa eğer bu aynı şey) ama yine de yanıt vereyim. Yakın vadede olamayabilir, sorunlara buldukları çözümler yeri gelir sabun köpüğü gibi dağılabilir, mümkündür. Ama bir başka mümkün olan ve şu anda olan şeyse, bu oluşumların birer hareket ve arayış halinde oldukları gerçeğidir. Üç hareket de varlıklarıyla topluma neşe aşılamayı becermiştir. Üçü de hep birlikte geleceği kurmanın yollarını arıyor. Yani umudu temsil ediyorlar. Bu yüzden egemenler onlara karşı her yerde cephe kurmanın derdinde.
Bu üç hareketin bir başka ortak noktası ise karşılarında bulunan bazı “solcular”. Egemenlerin cephesine soldan katkıda bulunan bu gamlı baykuşlar, sürekli homurdanmayı ve yüksekçe bir dala tüneyerek “durmayı” adet edinmişler. Aynı zamanda bu gam tiryakisi kesimler Podemos/Syriza/HDP “aha! tökezledi tökezleyecek, düzenin kucağına düştü düşecek” vb nakaratlarını tekrarlayarak ellerindeki tespihlere asılırken, hadi kendilerini geçtik üzerine tünedikleri zavallı ağacın bile ömrünü tükettiklerini fark etmeyecek kadar huşu içindeler.
Bu mevzuyu çok uzatmak istemem. Ama yine de hazır elim değmişken bir iki soru sorayım, durdukları yerde kendi kendilerine komünistlik, devrimcilik vehmeden bu muhteremlere. Ortada seçim gibi somut bir mesele varken ve neyin seçimi olduğu bir o kadar açıkken belirsiz laflar ederek, bunu politika diye savunmakla nereye gidilebilir? Yine ortada HDP’yi de aşan toplumsal bir hareket varken, kenarda durup, bahaneler üretip, katılmayarak, destek vermeyerek, HDP’nin olası başarısızlığına oynamanın devrimcilikle ilgisi nedir?
Bu “duruş” sahibi kesimlerin elbette bir muradı var. O da hareket denilen şeyin statükolarına dönük tehdidini bertaraf etmek. Çünkü böyle bir durumda bitli bir posttan ibaret olan iktidar ve mülkün yerlerinde yeller esecek. Fakat fark etmedikleri şöyle bir şey var, her durumda kaybedecekler. Tarih şimdiye kadar bütün politik varlığını “tapulu arazime gecekondu yaptırmam” diye gören birilerinin zaferine tanıklık etmedi, bundan sonra olur mu, pek sanmam.
Son olarak HDP’nin barajı geçme olasılığı kuvvetle muhtemel. Bunun çeşitli yollarla engellenmesi durumunda ise bugün sokaklara dökülen milyonlarca insanın bu durumu kolayca kabullenmeyeceği de aşikar. Bir başka görünür olan şeyse, belki de yeni bir Haziran İsyanı’nı gündemine alacak olan insanların, tek marifeti oturmak ve homurdanmaktan ibaret olan kimilerine “Ne yapalım diye?” sormayacağı, bir bilen yerine koymayacağı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.