küçük nasıl hayatta kalır, örgütlenmek dışında aklıma hiçbir cevap gelmiyor. ama örgütlenmek için örgütlenmekten bahsetmiyorum, birlikteliğin yarattığı büyüğe dayanabilen güç için, tüm bireylere faydası için, zevki için örgütlenmekten bahsediyorum bu ülkede belgesel yapmak, göstermek son derece tehlikeli bir hal aldı. uğraştığınız konularla ilgili olarak zaten tehlikeli, riskli bir iştir belgesel yapmak, bazıları için en azından. […]
küçük nasıl hayatta kalır, örgütlenmek dışında aklıma hiçbir cevap gelmiyor. ama örgütlenmek için örgütlenmekten bahsetmiyorum, birlikteliğin yarattığı büyüğe dayanabilen güç için, tüm bireylere faydası için, zevki için örgütlenmekten bahsediyorum
bu ülkede belgesel yapmak, göstermek son derece tehlikeli bir hal aldı. uğraştığınız konularla ilgili olarak zaten tehlikeli, riskli bir iştir belgesel yapmak, bazıları için en azından. ama geldiğimiz durum yakın zamanda ülkede belgesel festivali kalmayacağını gösteriyor. ana akım televizyonların tercihleri malum, belgeselin önünde bir olanak değil bir engel, avrupa fonları şu bu başka bir engel, festivaller de kalmayınca bakalım ne olacak nasıl olacak. küçük ve yerel televizyon kanalları da bütçe sorunları nedeniyle belgeseli destekleyemezler, en azından üretimini destekleyemezler.
bugün ingiltere’nin metrik sisteme geçmesi yönünde yapılan iç ve dış baskılar gibi beni ve bu yazıyı hiç ilgilendirmeyen örneklerden tutun, dvd’lerin dünyanın tüm bölgelerinde aynı yazılımla yazılmasına veya kot pantolon ölçülerinin tüm dünyada aynı kodlarla kullanılmasından şu anda aklıma gelmeyen binlerce farklı şeye kadar uzanan bir aynılaştırma çabaları sürecindeyiz. bütün bu çabalarda gönenmediğimiz, sevginin ve barışın, iletişimin ve empatinin artmadığı da ortada. çünkü bu değişimler insana ve kültüre yönelik olumlu bir çabanın ürünü değil, tamamen yönetsel ve ticari coğrafyayı büyüğe uygunlaştıran değişiklikler. büyük çoğunluğu ekolojik veya tasarrufu arttırıcı bile değil bu aynılaştırma çabalarının. işte bütün bu sebeplerden bu değişiklikler büyüğün işine yarıyor, güçlünün.
küreselleşme denen şey özetle bu işte. büyüğün küçüğü öldürme ve elindekileri alma gasp etme sürecinin yasallaşması. bu büyük mc donald da olabiliyor, goodyear olabiliyor, avrupa birliği olabiliyor, real madrid olabiliyor. bunlar büyüdükçe, bunlar birer canavar gibi bozuk, deforme bir gövdeyle ve metastaza benzer bir şekilde büyüdükçe dünyanın, bireyin küçüğün, özgünün hiç bir şansı kalmıyor. bütün ekolojik, siyasi sorunların altında bu iyice bozulmuş korkunç büyüklüklerin yani hollywood’un, dünya bankası’nın, levis’in yarattığı korkunç baskı var. bu büyükler çok tüketiyor ve korkunç büyüklükte atık üretiyor.
atıklar çok farklı şekilde ve yapıda ortaya çıkıyor: tutkal koklayan çocuklar, karbon monoksit, ağır metallerden bütün yaşamın tükendiği nehirler. sanırım yöneticilerimiz de dünyada her şeyi belirleyen bu büyüklerden biri olarak bizi aynılaştırmaya çalışıyorlar. keşke hepimiz aynı olsak, nükleer enerjinin, hes’lerin, son çıkan iç güvenlik kanununun güzelliklerini, faydalarını bir anlayıversek de belgesel gibi böyle rahatsız edici şeylerle uğraşmasak. yönetenler haklılar, çok eleştiri oluyor. bir türlü hükümete yakın medyayı tam analiz edip algılayamıyoruz, bakın orada bir eleştiri var mı. yok. ne güzel devletin bütün yaptıklarını sürekli övüyorlar ve hiçbir sorun çıkmıyor. ama onların yaptığı şey bir gazetecilik faaliyetinden çok bir halkla ilişkiler faaliyeti.
bugün çok gerek olmadıkça büyük daha önceki çağlarda çok daha sık olanın aksine küçükle hiç karşı karşıya bile gelmeden çözüyor dünyayı kendine uygun bir coğrafyaya çevirme sürecini. çünkü büyük hiçbir devirde, çağda bu kadar büyük, bu kadar muktedir olmamış, küçük de asla bu kadar örgütsüz ve zayıf kalmamıştı. bugün küçük için yaşam bir hayatta kalma sorunudur. elindekileri çoğaltma, yayılma ve gelişme adına neredeyse hiç bir şey yapamaz. koşulların ağırlığından bir çok yerde küçük o kadar bozulmuştur ki küçüklüğün ona bahşettiği güzelliklerden geriye ne kaldığını algılamak ciddi bir çaba ister. bugün büyüğün küçüğe bıraktığı alan, ticari, kültürel, yaşamsal alan o kadar küçük ve kullanılamaz niteliktedir ve küçük bunun gerçek sebebini görebilmek anlamında o kadar eğitimsiz ve örgütsüzdür ki hayatta kalabilmek için genelde karşısında rakip olarak bir başka küçüğü görme yanılgısına düşmekte ve onunla mücadele etmektedir. bugün bu koşulların dayatıldığı gerçek dünyada büyüklere örneğin exxon’a karşı ne tür bir strateji geliştirilebilir acaba, bugün bir deprem anında binlerce insanın sığınacağı ve ölülerin yaralıların toplanacağı, yemeklerin dağıtılacağı tek boş alan olan kuştepe futbol sahasına trumph towers adıyla dev iki gökdelen yaptılar, bununla nasıl mücadele edilir, bugün ege’nin her iki yakasına gelen siyanürlü altıncıların ikiyüzelli yılı aşkın bilgi birikimi, parası her şeyi var bunlarla nasıl mücadele edilir, egeyi, zeytini, neredeyse insanı sarhoş edecek kadar serin ve kutsal içme suyunu her iki yakanın ekilebilir kutsal topraklarını bunlardan korumak nasıl mümkündür, ırak ve suriye halkları yıllardır korkunç bir işkence içinde yaşıyor ve katlediliyorlar. bunun hiçbir gerekçesi olamaz ve yok da zaten. bu uygulamayı sürekli demokrasiden söz eden avrupalıların gözünün önünde sürdüren dünyanın en faşist gücü abd’ye karşı ne yapılabilir. toprakları zehirleyen ve kanserojen olduğu nerdeyse kanıtlanmış, sık sık komşu ülkelerden geri yollanan ve içeride farkında olmadan tüketilen genetiğiyle oynanmış bitkileri üretenlerle nasıl baş edilecek. akdeniz’de ton balığını hiç bir kurala uymadan tüketen ve dolayısıyla ekolojik zinciri tamiri olanaksız bir şekilde kıran dev balıkçı tekneleriyle nasıl mücadele edilecek, kendisi de dev olan ve yukarıda bahsi geçen bütün olumsuz özellikleri fazla fazla bünyesinde barındıran greenpeace ile mi, ingiltere kraliçesinin ve veya hollanda kraliyeti’nin ve veya royal scotland bank’ın hamisi olduğu wwf ile mi. hastalıklı bir bünyeye sahip olan büyük, tepkileri azaltmaya yönelik bir kandırmacanın ucundaki sözümona çare olarak da alternatif ve sivil alanı da eline geçirip aynı sağlıksızlıkta dev yapılar kuruyor.
lokal, yerel, küçük olana artan baskı dünyanın kurtuluşuna dair ümitleri de elinden alıyor. bugün diyelim ki brezilya kültürü’nün üzerindeki küresel baskı zaten de esnek, açık, yenilikleri isteyen ve bu yeniliklerden yeni sentezler ortaya koyan bu güzel kültürü değişime zorlamaktadır, ne yönde, işte kasım ayından hazirana kadar daha yoğun bir şekilde ama aslında yılın her gününün bir ıstıraptan başka bir şey olmadığı kopenhag ya da bern’de başat olan kültüre dönüştürmeye çalışmakta. brezilya kültürü yapısında var olan (ve bu yazıda dünyanın yok oluşuna panzehir olarak görülen) açıklığı, geleneksele saygısı, çok renkliliği ve çeşitliliği, yeni gelene/yabancıya saygısı ve misafirperverliği ile bu büyük yoz kültüre dayanmakta büyük güçlük çekmekte ve çok daha trajik olanı, brezilya kültürü diye bahsettiğimiz bu diyelim dünyanın yüzelli ülkesindekinde olandan çok daha kaliteli, insani, açık, delikli ve geçirgen bu kültür de aynı ülkedeki daha küçük ve daha yerel kültürlere belli bir baskı uygulamaktadır. bu katmanlı baskı sistemi yavaş yavaş dünyanın sonunu getirmekte çünkü bu mantıkla yalnızca en gaddar ve en kapalı en kıyıcı kültürlerle sistemler ayakta kalabilmektedir. bu sonuç dünyayı yalnızca sıkıcı bir coğrafya haline getirmekle kalmaz çözümlerini de elinden alır. bu monokültür hepimizi birer kokakola şişesi gibi birbirimize benzeten kültür yirmi yıl öncesine kadar hindistan’da 40.000 olan pirinç çeşidini bugün yüzlerle ifade edilebilecek kadar azaltmıştır. bugün dillerin üzerindeki baskı, bugün geleneksel şifa yöntemlerinin üzerindeki baskı her geçen gün kültürel, ekolojik, idari, yönetsel çözüm alternatiflerini azaltmaktadır.
mutluluk arayışının insandan en uzaklaştığı noktayı aradığımızda karşımıza bir reklam sloganı çıkıyor ya da öteki reklam sloganı, fark etmiyor:
“beko buzdolabını doldurmak için tam 617 litre alış veriş yapmamız lazım ki mutlu olalım”. mutluluk tasavvurunun bu kadar hem kel hem fodul olduğu bir kültüre reklam kültürü dışında rastlamanız olanaksızdır. bütün bu sürecin devamı olarak gene aynı büyükler tamamen kendilerinin sebep olduğu her yeni tehlikede hemen ortaya çıkıp zaten de tek sahibi oldukları iletişim mecralarından sosyal reklamları devreye sokarak bizden daha az yıkanmamızı, daha az elektrik kullanmamızı, daha az seyahat etmemizi istemekte ama gene aynı adamlar öğleden sonra yaptıkları tüketim reklamlarıyla onların şirketlerinin uçaklarına binip olabildiğince sık seyahat etmemizi, onların dev otellerinde olanca suyu kullanarak saatlerce duş almamızı veya açık büfelerinden çatlayıncaya kadar yememizi dilemekte önermekte ya da emretmektedir. bütün bu şizofren yapı en ufak bir inandırıcılık olanağı olmayan bu hastalıklı durum komik bile değil. dünyanın bu durumunun deliliğe yakın olsa bir saygı uyandırma ihtimali var ama büyüklerin icraatları ve dünyanın halleri bir deliliği değil bir manyaklığı çağrıştırıyor.
küçük nasıl hayatta kalır, örgütlenmek dışında aklıma hiçbir cevap gelmiyor. ama örgütlenmek için örgütlenmekten bahsetmiyorum, birlikteliğin yarattığı büyüğe dayanabilen güç için, tüm bireylere faydası için, zevki için örgütlenmekten bahsediyorum.
bugün dünya nüfusunun %1’i diğer %99’unun tüm zenginliğine sahip.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.