“yaşam” ve “ölüm”bu iki sözcülk diğerlerinden daha yalındır. çünkü düşünülebilecek en karşıt ve en yakın sözcüklerdir, birini düşünmeden öbürünü kullanmak olanaksızdır… bellek ile unutma arasındaki ilişki, yaşam ile ölüm arasındaki ilişkinin aynısıdır. marc auge om yayınları s35 “bu korkunç anlar kameralara yansıdı” her gün buna benzer cümleleri defalarca duyuyorum ama akım kanallarda özellikle haber bültenlerinden. […]
“yaşam” ve “ölüm”bu iki sözcülk diğerlerinden daha yalındır. çünkü düşünülebilecek en karşıt ve en yakın sözcüklerdir, birini düşünmeden öbürünü kullanmak olanaksızdır…
bellek ile unutma arasındaki ilişki, yaşam ile ölüm arasındaki ilişkinin aynısıdır.
marc auge om yayınları s35
“bu korkunç anlar kameralara yansıdı” her gün buna benzer cümleleri defalarca duyuyorum ama akım kanallarda özellikle haber bültenlerinden. ve bu ve buna benzer kelamları eden genç kız ve erkek sunucular son derece basit ve olağan bir şeyden bahseder gibiler. aldırmıyorlar bile ve biz de gittikçe duygusuz ve duyarsız biri haline geliyoruz; ama empatiyi güçlendirmiyor kesinlikle bu korkunç mülteci, çaresiz çocuk, kadın ve hayvan görüntüleri.
medya neden bu kadar önemli derken, reklam neden bu kadar önemli demek istiyorum aslında. gerçek soru bu. gerçek cevap da şu: dayanışmayı yok ettiği için. medyanın dilde yaptığı tahribat bence çok önemli. dilde ve bellekte. oyunun bütün kurallarını yok sayan ve toplamda korkunç bir gürültüden başka bir şey olmayan bu çok sayıda medya mesajının hiçbir zaman değişmeyen bağlantısı şu veya bu güç gurubuyla şu veya bu holdingle, bankayla, şunla bunla olan ilişkisi. yarattığı bunca gürültünün içinde hep anlaşılır olan şey medyanın para ile kapitalle olan bağımlılık ilişkisi ve bu ilişkiyi açık ve güçlü ortaya koyan mesajları.
bugün gazetecilerin büyük çoğunluğu için pr’cı demek de olası. İktidarla bu kadar içiçe olmak gazeteciliğin temel gerçeğiyle çelişiyor. medyanın temel işlevi dayanışmayı ve buna dair tüm akılcı soruları cevapları unutturmak ve örneğin türkcell’i veya finansbank’ı beko’yu şunu bunu hatırda tutmaktır ve bu hiç de önemsiz değildir.
dayanışmayı unuttuk, bir anlamda insan olmayı da.
gazetelerin özellikle de kağıda basılı formlarının etkinliğinin azaldığına dair çok somut veriler içeren bir yazıyı sendika org’da önder özdemir yakın bir zamanda yazmıştı. (http://www.sendika.org/2015/02/televizyon-ve-gazetelerin-sonu-mu-onder-ozdemir/9
bugünkü korkunç gücünü yitirip yitirmeyeceğini bilememekten de ayrı bir huzursuzluk duyduğum televizyon dünyamızı; ahlaki ve fiziki dünyamızı nerdeyse tek başına belirliyor, biraz da gittikçe zayıflayan basılı gazeteler ve sanal ortam belirliyor. televizyonun dünyayı çok korkulacak bir mekan olarak kurguladığı açık. bu rıza üretimi meselesi çok açık ve anlaşılır biçimde büyük düşünür noam chomsky’nin “rıza’nın İmalatı-kitle medyasının ekonomi politiği” kitabında anlatılıyor. aram yayıncılık
medyadaki bu korku yaratma süreci biz sıradan ölümlüleri razı büyük ve, homojen bir kitle haline getirme çabalarının önemli bir parçası. küreselleşme adı verilen sürecin gerçekten de küresel olan yanı da bu aslında; rıza üreten bir makine olarak düşünülen ve bu yönde geliştirilen medyanın kolaylıkla tüm dünyaya ulaşması ve tüm dünyada temel benzer metodlarla operasyon yapması. yoksa üçüncü dünyalı, fakir, işsiz ve işçi için dünyanın sınır ve sınırlılıklarının eskisinden de katı olduğunu söylemek mümkündür. bugün hızla küreselleşen şey özellikle tüketimi belirleyen beğenilerin dibe yaklaşarak eşitlenmesi ve vicdanın suskunlaşması olabilir ancak. bugün serbest dolaşımda olan şey üçüncü dünyalı kadınların bedenlerinin sanal ve gerçek ortamdaki suretleridir. ancak bu kadınların kendileri dünyayı dolaşamazlar el izleri, parmak izleri ,göz izleri alınarak da olsa dolaşamazlar. göğüsleri ve kalçaları dolaşıyor yalnızca. üçüncü dünyalının avrupa’ya girişi de yani kurulan karma polis “fronteks” tarafından korkunç bir acımasızlıkla önlenmeye çalışılıyor. sonuç ortada: çok daha fazla ölüm oluyor akdeniz’de ve her yerde.
medyanın küresel yöntemlerle operasyon yapabilmesi ve bu operasyonun başarısının yükselmesi için medyaya maruz kalan kitlenin de benzer özellikler göstermesi gerekiyor. bizi büyük bir gayretle bu yüzden aynılaştırıyor medya. biz sıradan insanların arasındaki hiç sıradan olmayan yetenekli yaratıcılar da korkulması gereken ve korkunç olan veya medya tarfından olduğundan da korkunç tahayyül etmemizi sağlayacak yönde dönüştürülen dünyanın korkunçluklarından kurtulmak için büyük abilerimizin tasarladığı alışveriş merkezlerinden alış veriş yapmamızı, büyük abilerimizin sigorta şirketlerinde sigorta olmamızı ve onların bankalarına paralarımızı yatırmamızı sağlayacak yönde bizi ikna edecek filmler, afişler, gazete ilanları yapmaktalar. bize yol göstermekte, bizi kurtarmaktalar. reklamcılar bizi aynılaştırır ve kurtarır. o yüzden kutsaldır reklamlar… bizi aynılaştırır, kurtarır ve kutsarlar. bunu da çok basit ve sürekli aynı küçük numarayla yaparlar: bize bizim her birimizin diğerlerinden ne kadar farklı ve özgün olduğumuzu söyleyerek aynılaştırır reklamcılar. bütün reklamlar ne kadar özgün ve özel olduğumuzu söyler. ama asıl amaç o parfümü altı milyar insana satmaktır mümkünse.
dünyanın olduğundan da korkunç gösterilmesi sürecinde çok uzun bir süre üçüncü dünya ülkeleri önemli bir (mastürbatif) malzemeydi, gerek haberlerde, gerek kurmaca kitap veya filmlerde, gerekse belgesellerde fakirlik, şiddet, çevresel toptan bir yokoluş adına ülkemizi, afrika ülkelerini, körfez ülkelerini, güney amerika ülkelerini gördük, onlara dair şeyler dinledik ve okuduk, hala da görüyor ve okuyoruz, izliyoruz. bunların doğru olması gerekmiyordu, yeterince ve hatta yeterinden fazla sıklıkla gördüğümüz için bunlara inandık. Inandık ve bize sürekli, fazlasıyla yeniden ve yeniden sunulan acının pornografisinden doğal olarak korktuk. 11 eylülden sonra bu süreç biraz değişti. değişeceği de muhakkaktı. hiç bir şeyi bir bölgeyle sınırlı tutamazsınız. hele şiddeti. aslında dünyanın özelliği ve yaşıyor olmasının sırrı bu sınırlanamazlıktadır. hayatta kalmanın sırrı buradadır. şimdi artık televizyon ister istemez rıza üretme malzemesi olarak kabil, beyrut, mogadişu, diyarbakır kadar olmasa da madrid, londra, new york ya da helsinki’yi da kullanmakta. bütün bunlarda sürpriz olan hiç bir şey yok. bir kaç yıl önce başlayan “kuş gribi, h1n1 gribi, aids” de ele alınışıyla bu sınırlanamama gerçeğinin ciddiye alınması gerektiğini ve bu gerçeğin ne kadar sınır tanımaz olduğunu kanıtlıyor. gerçekten de ekosistem ile ilgili bütün iyileştirme çabalarının küresel bir değerlendirme yapılmaksızın anlamsız olduğu çok uzun süre önce anlaşıldı ve yeni yaklaşımlar bu yönde. örneğin dalyan’daki veya zakinthos’taki yumurtlama alanlarını, kumsalları ne kadar korur ve yaşama uygun tutarsanız tutun, binlerce kilometre uzaktan gelen caretta caretta kaplumbağalarının yolları üzerindeki engelleri, kirlenmeyi duruduramadığınız taktirde onların yok oluşlarını önleyemezsiniz. özellikle askeri darbeden sonra (şiddetin başladığı ve) coştuğu brezilya’da ve bazı güney amerika ülkelerinde zenginler evlerini, kendilerini ailelerini arabalarını ve servetlerini ayak takımından korumak için öncelikli bazı tedbirler aldılar. apartmanların etrafını dikenli tellerle çevirmek, özel güvenlik elemanları, binaların etrafının aydınlatılması ve sonunda özel güvenlik elemanlarının silah kullanma yetkisi de çözüm olmadı ve binaların etrafındaki tellere elektrik verdiler. çok açıktır ki bu da çözüm olmayacak. sonuç olarak ekolojik, politik ve ideolojik süreçlerin kurgulanmasında, idaresinde ve yönlendirilmesinde, problemlerin çözümlenmeye çalışılmasında küresel ama samimi, içtenlikle küresel bir yaklaşımdan başkasının gerçek çözüm üretmediği çok açık bir şekilde ortadadır.
bir yöreyi ya da bir gurubu ötekilerden ayırmanın ve bu sınırlandırılmış alanda bir çözüm aramanın tamamen boş olduğu anlaşıldı. bu ayırma ve sınırlama çabaların aslında yaşamla, hayatta olma durumuyla çeliştiği de ortadadır. sizler ne kadar yüksek güvenlik uygularsanız uygulayın sao paolo ya da lima’daki evinizi hırsızlardan koruyamazsınız. assos’tan atıldığı müddetçe molivos’tan denize tek bir çöp atılmasa bile midilli’nin sularının, sahillerinin temiz kalmayacağı açıktır. hiç bir bölgeyi, organizmayı mekanı ya da ekolojik alanı tamamiyle diğer alanlardan izole edemezsiniz. diyelim izole ettiniz; ilgilendiğiniz alanı kapalı hiç bir geçirgenliği olmayan bir alan haline getirdiniz. bunu başardığınız anda izole ettiğiniz o ev, o deniz parçası, o yeraltı suyu, o organ, o kişi, o orman veya o ekilebilir alan ölecektir. akdenizden çok kesin bir şekilde ayırdığınız su parçasının içindeki yaşam çok kısa bir süre sonra sona erecektir. ayırmak ve kapatmak yönündeki bu eyleminiz o su parçasını akdenizin genel kirlenme sürecine maruz kalmaktan ve etkilenmekten korumaz, aksine onu tamamen ve hızla öldürür. kültürler için, evlerin güvenliği için, çocukların güvenliği için, ekosistemin, faunanın floranın korunması için yapılacak tek şey olabildiğince geçirgen süreçler ve ortamlar yaratmak ve hava almayı, nefes almayı, soluklanmayı kolaylaştırıcı müdahalelerde bulunmaktır. eğer siz bunun dışında bir süreç yaratmaya çalışırsanız ele aldığınız ve korumaya çalıştığınız şeyi öldürürsünüz ve aslında siz bu deliksiz geçirimsiz sınırlanmış kapalı ortamı da sağlayamazsınız. doğanın güçlü eli sizin kurmaya çalıştığınız kapalı geçirimsiz sistemi bir tokatta paramparça eder. ekosistemle ilgili sorunlarda böyle olduğu gibi kültürlerle ve dillerle ilgili de böyledir bu… eğitimle ilgili de böyledir. bir hayvan türünün veya bitkinin neslinin korunması ile ilgili de böyledir. türkiye bilim sanat ve felsefede dünyayı daha insani bir mekan yapma anlamında bugünkü konumunu korumakta inat ettikçe (ilerlemeye hiç bir katkıda bulunmamak) türkçe ölecektir. evler elektrik verilmiş tellerle korunmalarına karşın arjantin’de, brezilya’da hırsızlar evlere girecektir. bu kadar gaddar ve korkunç şekilde ele almamıza karşın, kanatlıları diri diri yakacak kadar acımasız bir yaklaşımla çabalamamıza karşın kuş gribi sona ermeyecek ve benzeri başka hastalıklar ortaya çıkacaktır. bu havalı üniformalı güvenlik görevlilerine rağmen liselere şiddet ve uyuşturucu girecektir. buğdaya ve arpaya hastalık girecektir. hiç bir şeyi izole ederek ele alamaz, düşünemez ve koruyamazsınız. sorunların böyle çözülmediği ortadadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.