haklıyı bulmaya kalktığınızda bir tek kişiye varır dayanırsınız, bu çalışan bir adamdır belki, eski bir çarklı tırmık üzerinde, bir çift inatçı katıra avazı çıktığı kadar bağırmaktadır, (daima aksilik eden de kara dudaklarını, sararmış dişleri üzerine gererek, yanındakini tozlu ensesinden ısırmaya çalışan huysuz, dış koşum katırıdır) aylardan mart, rüzgar dizginleri tutan elin çatlamış oynak yerlerini dağlamakta […]
haklıyı bulmaya kalktığınızda bir tek kişiye varır dayanırsınız,
bu çalışan bir adamdır belki,
eski bir çarklı tırmık üzerinde, bir çift inatçı katıra avazı çıktığı kadar bağırmaktadır, (daima aksilik eden de kara dudaklarını, sararmış dişleri üzerine gererek, yanındakini tozlu ensesinden ısırmaya çalışan huysuz, dış koşum katırıdır) aylardan mart, rüzgar dizginleri tutan elin çatlamış oynak yerlerini dağlamakta çekme kolları takırdamaktadır…
john dos passos
önemli adam (number one)
varlık yayınları sayı 920 eylül 1962 istanbul ekin basımevi’nde basılmıştır.
ne yazık ki televizyon kapatıldığında kurtulunan bir cihaz değildir. televizyon izlemeyenin etkilerine maruz kalmadığı bir aygıt da değildir; hiç televizyon izlemeyen biri ancak bedeninin ve ruhunun belli bir kısmını etkilenmekten, hastalanmaktan kurtarabilir. ancak yaşadığımız gerçek dünya sürekli televizyon izleyen ve iyice hastalanmış insanlardan oluşmaktadır ve bu saçma ortamdaki zor tespit edilebilen hastalık son derece bulaşıcıdır. televizyon insanları patlamış bir nükleer santral gibi etkiler. herkesi etkiler. yakın olanları daha çok şüphesiz. haziran ayına kadar televizyon daha da çekilmez ve zararlı olacak. Parti propagandaları görsel ve işitsel gürültüyü tahammülü zor bir hale getirecek.
daha önce de belirttiğim gibi reklam da bir tür gürültüdür, gürültünün hasıdır. televizyon çok özetle anlatmak gerekirse yayında olduğu tüm süreçte reklam yapan bir aygıttır. yayın saatlerinin tümünde ya bir mal ya da hizmetin tanıtımı, ya da o televizyon kanalının sahiplerine yakın olan politik görüşün, ideolojinin (ideoloji: taraflı bilgi) propagandasıyla ilgili yayın yapar. iki kelime çok önemli olur burada. bunlardan biri “reklam” kelimesidir; (ve veya propaganda) bu kelime televizyonun tümünü kapsar, diğer önemli kelime de “taraflı” kelimesidir. bu kelime de çok doğal olarak bütün reklam ve propaganda faaliyetleri için geçerlidir.
(gazete, dergi ve radyo gibi mecralar da pek çok anlamda televizyona çok yakın bir yapıdadır)
hayatımızı büyük oranda ve yoğun bir şiddet uygulayarak belirleyen ve ona müdahale eden bu aygıtın taraflı ve reklam özneli oluş hali göstermelik yasal çabalarla, devletin ve sivil toplumun güya oluşturmaya çalıştığı kurumlar veya önleyici kanunlarla azalmamakta aksine neredeyse geometrik bir çoğalmayla ve korkunç bir saldırganlıkla artmaktadır. bugün rtük ya da başka bir kurum veya herhangi bir mahkemenin ya da gerçekten sivil olma özelliği taşıdığı düşünülen bir stk veya bireylerin bu yasal olmayan ve haksız rekabeti körükleyen, destekleyen daha da ötesi haksız rekabetin merkezi, üretildiği yer olan televizyona karşı bir önlem alabilmesi çok güçtür. durum gün geçtikçe daha kötüye gidecektir. biraz dikkat edilirse bazı şeyleri en azından göstermelik olarak kılıfına uydurmak için icad edilen yeni reklam adlarına ve formatlarına bir bakmak yeterli olacaktır. ki bu bile gereksiz bir çabadır.
ortadaki korkunç durum sıradan bir yayın akışının herhangi bir kesitinde görülebilir, bu kesit istenen hangi noktadan ya da kanaldan alınırsa alınsın sonuç farklı olmayacaktır; örneğin bir televizyon bir süpermarketler zincirinin genel müdürünün bir saat süren ve “iş dünyası” gibi kamufle edici bir ad altında yayınlanan reklamından sonra bir reklam programına geçer, oradan haberlere geçilir ve burada da aralıksız reklam yapılır; bunlardan bazıları hemen göze çarpar; çokuluslu bir dükkan zincirinin, marketin ya da aqua parkın açılışıyla ilgili haberdir ilk göze çarpan ancak haber programının tümü reklamdır tüm diğer programlar gibi. bunun ardından da bir basketbol maçının yayınına girilmeden hemen önce bir iki advertorial veya başka bir adla başka başka reklam yayınlanır. (düzen ve mantık sağlıyormuş gibi çok çeşitli adlar vererek farklı farklı ücretlendirilen bu reklamlar kafamızı daha da karıştırır) ve maçın her iki dakikasında bir o maçı yayınına destek olan şirketin anıldığı bir açılışla diğer reklamlar girer yayına; maç sürecinde formalarda ve saha içindeki reklamların sözünü bile etmeye gerek yok. bu böyle gider. sunucular da sponsorun adını belli sıklıkta tekrarlayarak sunarlar maçı.
alınan bir tedbir yoktur aslında, ancak hiç bir tedbir alınması imkanı da yoktur ve bu durum gittikçe daha kötüye giderek sürecektir. artık günümüzde firmalar ve devlet televizyonda sosyal ve ekolojik konulara ilgi gösteriyor gibi yapmanın, toplumun ve çok sevilen bir söyleyişle “sokaktaki adamın” sorunlarına ilgi gösteriyor gibi yapmanın önemini kavradığı için sivil alan ve anlayış da gittikçe kirlenmektedir. sivil alan eskiden daha çok ticari alanın içinde kalan kirlilikten çok yoğun olarak etkilenmeye başlamıştır. bütün bu sebeplerden dolayı en azından eğitimin, yüksek eğitimin televizyondan ve özellikle de onun yaşama kaynağı olan reklamlardan kendini sakınması çok önemlidir. eğitim içinde, bünyesinde, kalbinde oyuna dair ne kaldıysa bunu korumak için kendini medyadan uzak tutmak zorundadır, medyadaki bütün hastalıklar ağır ve bulaşıcı hastalıklardır.
insanın yaşadığı çevrenin her geçen gün bir kısmı daha kapitalist düzen tarafından mala dönüştürülmektedir. bugün dönüşmemiş hiç bir alan düşünemeyiz: fiziki, hukuki, siyasi, sanal, düşünsel bütün faaliyetlerin zemini kapitalizmin alıp sattığı şeylerden birine dönüşmüştür. yaşadığımız dünyada sokaktaki adamın ne kadar sesi çıkabiliyorsa, hakkı ne kadar korunabiliyorsa, sokaktaki adam ne kadar belirleyici olabiliyorsa ve en kısa söyleyişle adalet ne kadar sağlanabiliyorsa televizyonda da o kadar sağlanmaktadır. televizyon bir yandan bizi korkutmakta bir yandan da gerçek yaşamdaki acımasız kıyımı ve vahşeti gizlemek ve biraz bulandırmakla ilgili önemli bir işlev görmektedir. sınıflar yok oldu artık etnisite var diye bağırmaktadır, sınırlar yok oldu artık sınırsız bir dünya var diye bağırmaktadır. bu tümüyle şüpheli tezleri, cümleleri o kadar sık söylemektedir ki insanlar buna inanmasa da melodisinin nakaratı akıllarda durmaktadır. çünkü o reklam müziklerini, jingılları genellikle iyi eğitimli ve sol görüşlü besteciler bestelemekte, oyuncular seslendirmekte ve gene aynı guruptan gelen yönetmenler çekmektedir. kısacası kapitalizm dünyayı bir metaya çevirme sürecini hızlandırdıkça televizyondaki adaletsizlik, taraflı olma hali ve reklam sürecektir. sonuçta televizyon da birisinin malıdır ve sahibi hiç şüphesiz malını arzu ettiği gibi kullanmayı sürdürecektir. bu çok doğaldır.
“kaybolan işçinin sınıf bilincidir, kötü koşulları aynen duruyor”
terry eagleton / kuramdan sonra
yaşamdaki adaletsizliğe ne denli mani olunabiliyorsa televizyondaki yasal olmayan bütün süreçlere o kadar mani olunabilir. her yer birisinin malıdır ve herkes birisinin ücretli adamıdır. o nedenle süreçte ancak birisi ekranda bir diğerinin pantolonunu filan çıkarırsa – ki bu da oldu- ona bir ceza verilerek adalete değil ortadaki trajikomik duruma katkı sağlanacaktır.
reklamlar düşünsel çevreyi ve yapıyı çok çeşitli yöntemlerle ve farklı süreçler içinde tahrip eder. dili de.
bu tahribatın tehlikeli olmasının iki önemli sebebinden birincisi ve daha görece önemsiz olanı tahribatın çok geniş süreçlere yayılmış olduğu gerçeğidir ve bu nedenle hasar toplumda ve bireyde görünmeden yayılır -metastaz nasıl yayılırsa öyle- reklamın korkunç gücünü ve tahrip edici etkisini arttıran ikinci ve asıl neden reklamın korkunç nihilizmi ve ideolojisiyle ve daha önemlisi reklamın dilde, yaşamda, ideolojide yarattığı bozukluk, deformasyon ve arızayla ilgili her tür eleştirinin neredeyse tabu olması ve görünmeyen bir sözleşmeyle yasaklanmış olmasıdır. bu yasak her türlü iyileştirme çabalarının önüne de bir engel çeker. kapitalist toplumun yapısı bu gizli ortak suç için biçilmiş kaftandır. reklam verenler, reklam yapanlar ve reklam sunanlar aşağı yukarı aynı kişilerdir ve bu kişiler bu kabul ve tapınma sürecini yaratır, denetlerler.
reklam dokunulmazdır.
reklamı eleştiren bir aydın kendini ve yakın çevresini de eleştirmiş olacaktır ve bunu hiç birimiz istemeyiz. gazete yazarları aynı zamanda roman yazarlarıdırlar ve dahası senaryo yazarlar ve reklam metni de yazarlar, yönetmenler film çekerler ve reklam çekerler, oyuncular nazım hikmet okurlar ve deterjan reklam metni okurlar ve her şey birbirine karışır. sonuçta sanatla uğraşan elit, sistemin başlıca yakıtı olan reklamdan beslendiğini çok ayrıntılı bir şekilde bilir. aslolan reklamdır ve diğerleri reklam varsa vardır. bu nedenle kutsaldır reklam ve üzerine hiçbir şey söylenemez.
asıl tehlike de bu yüce korkudur.
bu nedenle savaş olmamıştır, küçük bir çarpışma veya itiş kakış da olmamıştır.
çok kısa, çok çekici (sıklıkla çekici değil aslında ama tartışmayı kısa kılmak için böyle kabul edelim) bu filmlerin, bu küçük bütünlerin (ya da parçaların) geniş kitleler üzerindeki önemli etkilerinden birinin tembelleştirmek olduğu gerçeğini önemli bir tespit olarak görmek gerekir. gerçekten de artık ciddi bir belgesel ya da film izlemenin ne denli zor olduğunu özellikle genç insanların tepkilerinden veya bildirimlerinden anlamak mümkün. hemen hiç bir şeyi seyredemiyorlar ve hiç sabırları yok, bu vazgeçişi de edilgenlikten etkinliğe geçiş olarak kabul etmek olanaksız; filmi izlemekten vazgeçip dışarıda basket atmaya ya da limandaki atıkları temizlemeye gitmiyorlar; zaplıyorlar yalnızca.
bugün reklam sürekli olarak yayılıyor bu yayılış “caulerpa taxifolia” adlı yosunun akdeniz’deki yayılışını andırıyor. istanbul metrosu daha dün açıldı. tertemiz halini çok kısa bir süre gördük. dünyanın şu anda milimetreye en çok reklam düşen metrosu olması çok kısa bir süre aldı. hiç şüphesiz bu şehrin yerel yöneticilerinin zaplama ve kulaklarımızı veya gözlerimizi kapatarak dolaşma olanaklarımızın çok sınırlı olduğu böyle bir mekanda maruz kaldığımız bu tacizle ilgili hiç bir endişeleri ya da suçluluk duyguları yoktur. onlar ikide bir her şeyi; ülkeyi, istanbul’u, mardin’i, yağlı güreşi, mesir macununu “markalaştıracaklarından” bahseden çok ciddi bir oyla iktidara gelen bir partinin temsilcileri, daha bu yaptıkları bir şey değil gökyüzü ve bastığımız zeminle derilerimizin görünen kısımları kaldı oralara da reklam alacaklar, verecekler. türkiye bir marka olacak, daha olamadıysa. bu görüntü ve ses kirliliği, bütün bu etik kirlilik içinde sessizce bekliyoruz. bütün bu toplu delirme hali gittikçe yayılırken yapılacak bir şey olup olmadığını soruyoruz kendimize. gümbet’te bir 24 saat geçirdikten sonra kalan umutlarımız da bitebiliyor, ya da hayıt bükünde bir pansiyonda iki günden sonra, ya da sarıyer’de bir balık lokantasında hesap geldikten sonra. tamamen güçlünün anlık kurallarıyla işleyen bir ülke burası. bu ortam uygarlıktan hayli uzak görünüyor. güçsüz çoğunluğun da temiz kalmasını olanaklı kılan bir yapı değil bu. dolayısıyla bulaşıcı bir kirlilik barındırıyor ve umut barındırmıyor. nişantaşı’nın engelliler, yaşlılar, çocuklar ve dalgınlar için ölümcül tehlike barındıran tuzaklarla dolu kaldırımlarına şaşkınlıkla bakabilirsiniz, her dükkanın önünde kaldırım aniden şu ya da bu büyüklükte ve derinlikte kesilmekte ve hiç bir uyarı olmaksızın merdivene, dükkan girişine dönüşmektedir. ülkenin en elit insanları bu mekanda yıllardır gurur duyarak yürümekte ve hiç itirazsız bu mahallede yaşamaktadır. her an düşebilir ya da bir camdan içeri savrulabilirsiniz ve bu çok sık oluyordur sanırım. yaşam alanlarının düzenlenmesi uygarlık düzeyiyle doğrudan ilişkilidir. metroyu ve en ülkenin en sosyetik mahallesini bu şekilde düzenleyen ya da buna rıza gösteren bir toplumda gücü yeten gürültü diğerlerini bastıracaktır; gürültü ses ve görüntü olarak üzerimize hiç bir kural ve sınırlamaya uymadan yağmaya devam edecektir. dünyayı yönetenlerin sıradan insana en rahat dokunduğu yerlerden biri olan televizyon gürültüyü üzerimize boca etmekteki önemli işlevini sürdürecektir.
bina duvarlarından, otobüs duraklarından, metrodan ya da başka kamusal alanlar, dergilerden ve televizyondan kesintisiz bir gürültü olarak üzerimize yağan reklam dünyayı aynı anlamsız homojen kavrama indirmeye çalışır: her şey alınır satılır bir şeydir ve biz sıradan ölümlüler mümkün olduğunca çok ve sık tüketmeliyiz. hazirana kadar bu gürültü normalden de fazla olacak. sonra, sonrasını görmeye olanak yok.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.