Zatı alileri şehr-i İstanbul’un en lüks otellerinde sandık paralarıyla iftarlar açarken Tanrı’nın bu nimetleri ancak onlara bir sınav olarak verdiğine inanmamızı isterler İkinci bir emre kadar adalet yasaklanmalıdır… Askeri savcılık Roboski’deki cinayetler için takipsizlik verdi. Fazlasını beklemiyorduk, her zamanki gibi şaşırmadık. Biz failleri zaten biliyoruz: Askere sınır ötesi operasyon onayı veren tezkerelerin altında olan her […]
Zatı alileri şehr-i İstanbul’un en lüks otellerinde sandık paralarıyla iftarlar açarken Tanrı’nın bu nimetleri ancak onlara bir sınav olarak verdiğine inanmamızı isterler
İkinci bir emre kadar adalet yasaklanmalıdır…
Askeri savcılık Roboski’deki cinayetler için takipsizlik verdi. Fazlasını beklemiyorduk, her zamanki gibi şaşırmadık. Biz failleri zaten biliyoruz: Askere sınır ötesi operasyon onayı veren tezkerelerin altında olan her imza bugün Roboski’nin sorumlularıdır. Boş yere fail aramanın manası yok: Bu ülke tarihi meclis onaylı faili belli cinayet listelerine tanıktır. Roboski ise kolektif cinnet kuşağımızda basit bir söylence değil, vaka-yı adiye türünden bir duraktır yalnızca…
Şimdilerde ağızlara çokça sakız edilen adalet ve hukuk, biliyoruz yalnızca bayağı bir mügalatadır. Askeri savcılığın cürme verdiği yok hükmü; ölü ruhların, kindar muktediri kızlı-erkekli gülüşmekten daha fazla rahatsız edemeyeceğini tasdik eden vesikalık bir fotoğraftır hepi topu. Zira, 3-5 Kürdün canı, sandukalarda saklanmış caizli paralardan daha önemli olmadı ki hiçbir zaman. Hatırlatalım: Roboski caniliğine diledikleri ödeşme biçimi de “adalet” değil, hepi topu sandıklarından eksilecek birkaç yüz bin liraydı. Damarları fışkıra fışkıra “Şimdiye değin hiçbir ölüye teklif edilmemiş kadar para vermekle” övünüp bizi hizaya çekmeye çalıştıklarını Roboskililer bir küfür gibi hatırlıyor. Adalet denince akıllarına yalnızca faizli ve taksitli meblağların gelmesi de hem varoluşlarının bir biçimi hem köhne bir alışkanlık: Biraz AİHM zorlamasıyla da olsa, Kürde adaleti sadece faizli ve taksitli ödemeyi(!) biliyorlar çünkü. Tarihin garip ironisi midir bilinmez, adaleti faizde arayanın sonunu da ellerine yüzlerine bulaştırdıkları faizler getiriyor. Asker çelmesiyle düşenler bir kenara, bu ülkede iktidarlar hep yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık, kara para gibi bin türlü alengirli işlerin ayyuka çıktığı krizlerle birlikte battılar. Roboski’nin adaleti de “derin dehlizlerde unutulmayacak” zırvalıklarıyla faizli girdaplara hapsedildi: Kürdün makus talihi, adaleti AİHM’nin gelip hakiki yasal faiziyle çıkaracağı gün ancak dönecek belli ki.
Bu ülke tarihinin gördüğü en namuslu direnişlerden biri Gezi protestolarıydı. Yine hatırlatalım: Destan yazan kolluğun kırdığı onlarca kafa, kol; çıkardığı onlarca göz ve gencecik çocukların gayrı resmi destancı fedailer eşliğinde linç edilmesi de “caanım seramikler” kadar canlarını yakmamıştı. 14’ünde Berkin Elvan gaz püskürten bir polis fışkiyesinin kurbanı olur. Ekmek bile alamadan! Ve bir yandan mezbahalık diyetine on binlerce işçi, ölüme bile balık istifi götürülür. En şanslısı yine de Kürtlerdir(?): Neticede uzay çağında yaşıyoruzdur. Siyaset sınıf atlarken Kürdün ölümleri de çağ atlar. Teknoloji harikası güzel ölümler yaşarlar! Ölümleri ne kadar teknolojik ve sterilse enkaz ve cenazeleri o kadar doğal ve organik. 34 can! Paramparça bedenleri elleriyle topladıkları 34 çocuk, köylü, genç…
Adalet, muktedirin hepimizle uzun eşek oynadığı; bizlerin yalnızca eşek olduğu hileli bir oyundur. Aramızdan şanslı olan birkaçı eşeklerin başlarını hayalarına dayadığı yastık olur en fazla. Eşeklik bu ya, kaderimiz ya ağzımıza ilişen kasık kokuları ya da sırtımıza binen cürümlerdir. Adaletin namusu hesaptır oysa. Zorunlu din dersi sınıflarda değil, asıl adalettedir: Çünkü, bizim hesabımız daima huzur-ı mahşere havale olup zaruri bir dua makamıdır payımıza düşen. Çoğu kere ondan da esirgerler bizi: Ölümüze bile küfretmeyi borcumuz bilerek. Naaşımızı tek parça aldıysak şanslıyızdır. Roboskililer gibi, bir şey kaldıysa lime lime kayalardan kazımak da var.
Kimileyin adalet, kayıp kıta Atlantis’in tecavüz bebeğidir. Hepimize mastürbasyon yaparcasına lütfettikleri zalim bir şehvet ürünüdür. Cesedini vermek için bile 30 yıl bekletip 30 yıl sonra lanetli, terörist ve gayrı milli olduğumuzu özet geçtikleri “pardon”lardır. Onu da cebimize üç kuruş teklif edip adımızı ölüm listelerinde hep “terörist” kaydıyla tutarak… Adalet, asla sorumlu olmadıkları mevzuat hükümleridir çünkü: 1. Devlet hata yapmaz. 2. Hataya zorlanır. 3. Varsa bir hata bizim yüzümüzdendir, devletin değil. 4. Hata kaydı “fail devlet” değil; “caiz ölüm” olarak düşülür. Devletin yazısız kanunudur: Her ödeşme, başka bir kirli hesap açılarak; ama bir şekilde hep “bizden olanın” sorumlu tutulacağı döngüsel bir lanettir. Unutmayalım, Madımak katillerine “hayırlar olsunlar”a doyamazken, el çabukluğuyla faili bulmuşlardı: Örgüt, yani Kürtler! Yargının Tonton Dede hesabından ziyaret ettiği Evren ve çetesinin 12 Eylül’ünün failleri de uzunca bir süredir aslında darbeden mazoşist zevk alan solcular, Aleviler, işçiler vs değil miydi? Kelli-felli adamlar boyalı ekranlarda ruhlarımıza sözcüklerle tecavüz ederken her işkencemiz, her öldüğümüz ve her zulmümüzün aslında kendi kışkırtmalarımız ve planlarımız olduğunu anlatmıyor muydu? Ahmet Şık’la işkencecileri birlikte, aynı suçtan yargılamaları da bu yüzden değil miydi? Boşuna ümitlenmiyoruz: Bunların adaleti de ruhlarımıza tecavüz edip tecavüz çocuğunu doğurmaya zorlanmamızdan daha anlamlı değildir.
Ahlak! İşte orada durmak gerek. En beteri de ahlak: Bunların ahlakı 5 yaşında çocukta mahremiyet bulup 12’sine geldiğinde suç ehliyeti gören bir mittir. Ölüm ve zulüm geçirmez ahlaklarını incitecek yegane şey iki sevgilinin ama parkta ama evde çay içmeleri ve aşklarıdır! Aşk, üzerinden daima esirgenmiş masumiyet karinesi olup metroda öpüşmek kıyamet alametidir. Pozantı’da, Şakran’da, Sincan’da ve dahi adına “ıslah-evi” denen; ama işkencenin, tecavüzün ve dayağın temel eğitim esası olduğu mahpuslarda çocuklara edilen bin eziyet o ahlakın süzgecine takılmaz! Bizler ancak cennetteki körpe Hurilerle yahut sınırsız zevklerle avunmak zorunda olan kullarızdır. Zatı alileri şehr-i İstanbul’un en lüks otellerinde sandık paralarıyla iftarlar açarken Tanrı’nın bu nimetleri ancak onlara bir sınav olarak verdiğine inanmamızı isterler. İster kadın ister çocuk olsun tecavüz gibi en zelil zulümlerden bile ruh sağlığımızın bozulmadan çıkabiliriz; ancak, zevk ü sefa sofralarının kırıntısı bile ne hikmetse sağlığımızı bozar. Fırsat bulsalar yatak odalarımıza mobese yerleştirip nikahlı sevişip sevişmediğimizi kontrol edeceklerdir ki ahlakları yalnızca bacak aralarımıza ayarlı saatli bomba gibidir.
Oysa anlamadıkları şu: Roboski artık Kürdün ruhunda eski hatıralarla mecz edilmiş son duraktır. Değil yüz yıllık olağanlaşmış anomali hukuku, gökten Demirci Kawa inse Roboski’de vicdan tecelli etmediği sürece Kürtleri kimse kolay kolay ikna edemez. Bizi de serab-ı cennet değil masamızda bir katre mey, koridorlarında canilerin el pençe duracakları gerçek hesaplar avutur ancak. O gün geldiğinde adına ahlak denen bu hileli varoluş belki ancak bir dem hakiki manasına yol alacaktır…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.