Doktor Ersin Aslan öldürüldü. Herkesin gözü önünde. Göstere göstere. Hiç öyle şaşırmış gibi yapmayın. Hepimiz biliyorduk… Hemen her gün gazetelerde okuyup televizyonlarda izliyorduk. 3. sayfa haberlerinin gediklisi haline gelmişti saldırıya uğrayan sağlık çalışanları. Yoksa hiç mi görmediniz? Sakın şaşırdığınızı söylemeyin. Hepimiz bekliyorduk. Kimi merakla bekliyordu, kimilerimiz kaygıyla… Olaydan sonra öğrendik ki, kimi de hınçla bekliyormuş. […]
Doktor Ersin Aslan öldürüldü.
Herkesin gözü önünde. Göstere göstere.
Hiç öyle şaşırmış gibi yapmayın.
Hepimiz biliyorduk…
Hemen her gün gazetelerde okuyup televizyonlarda izliyorduk. 3. sayfa haberlerinin gediklisi haline gelmişti saldırıya uğrayan sağlık çalışanları. Yoksa hiç mi görmediniz?
Sakın şaşırdığınızı söylemeyin.
Hepimiz bekliyorduk.
Kimi merakla bekliyordu, kimilerimiz kaygıyla… Olaydan sonra öğrendik ki, kimi de hınçla bekliyormuş.
Bu süreci planlayanlar, aslanların parçalaması için arenaya sürdüklerini seyredenlerin merakıyla bekliyorlardı; ‘Bakalım ne kadar dayanacaklar, nereye kadar gidecek diye.’
Şiddetin şehvetiyle kendilerinden geçenler ise delicesine tezahürat ediyorlar, beğenilerini sandıkta oyla dile getiriyorlardı.
Arenaya sürülenler kaygıyla bekliyorlardı. Ürkek geyikler gibi, kendi bacağından asılmış koyunlar gibi…
Evet risk altındaydılar doğru. Dikkat ediyorlardı kendilerince, hem sürünün içinde bu kalabalıkta kurtulma şansları da yok değildi. Bekliyorlardı en kötüsünün kendi başlarına gelmeyeceğini umarak… Elden başka ne gelirdi ki? Hem bu performans sayesinde ellerine geçen para da fena değildi.
Bir de hınçla bekleyenler varmış meğer ‘Hep hastalar mı ölecek, biraz da doktorlar ölsün’ diyecek kadar.
Şaşkınlık verici değil mi?
Ama ne bekliyorduk ki?
Bu ülkede yol verme ya da park yeri tartışması yüzünden insanlar birbirini öldürmüyor mu, şehir içinde 140 km hızla yarışırken çarpıp öldürdükleri insanların yakınlarını davadan vazgeçirmek için tehdit etmiyorlar mı, 12-13 yaşında çocuklara organize olmuş sürüler halinde tecavüz etmiyorlar mı, Hayata Dönüş’le cezaevlerinde, uçaklarla Roboski’de katliamlar yapılmıyor mu, yıllarca aynı yastığa baş koyduğu eşlerini herkesin gözü önünde kıtır kıtır doğrayan erkekler bu ülkede yaşamıyor mu?
Ne bekliyorduk?
Güvercin tedirginliğine rağmen vatanını terk etmeyen Hrant’ın, göstere göstere katledilmesine tanıklık etmedik mi?
Tüm bunlardan sonra hala şaşırdığınızı söylemeye kalkışmayın.
Çünkü şaşkınlık karşılaştığınız şeyi görmek istememenin utangaç ifadesidir.
Çünkü şaşırmak karşılaştığımız şeyin aslında beklenmedik ve istisnai olduğunu kabul etmek anlamına gelir.
Ama ne yazık ki bunlar istisna değil rutin.
Ve şiddet bu topraklardaki asli sorun çözme yöntemi.
Sefalet, sömürü, haksızlık, adaletsizlik, öylesine aşikar, öylesine ölçüsüz, öylesine kabul edilemez boyutlarda ki statükoyu devam ettirmenin tek yolu şiddet. Ölçüsüz bir şiddet.
İnsanlık tarihi şiddetin tarihidir doğru… İnsanın doğası, cehalet, yoksulluk, yoksunluk eğitimsizlik, iletişimsizlik vb yüzlerce neden var, o da doğru. Ama şiddeti kaçınılmaz kılan sömürü, haksızlık ve adaletsizlik.
Şiddet, sömürü ve adaletsizlik sarmalı içinde doğru anlaşılmadıkça, çözüm önerileri; “elimizi kolumuzu sallayarak hastanelere bıçak makas soktuk güvenlik çok yetersiz” diyenlerin güvenlik önlemleri artırılmalı bağırışları arasında duyulmaz hale gelir.
Yani sağlık alanındaki mevcut düzenlemelere dokunulmasın, eşitsizliğin, sömürünün, adaletsizliğin sağlık alanındaki tecellisi bir tür takdiri ilahi olarak sorgulanmadan kabul edilsin, buradan kaynaklanan -sorunun kaynağı yerine sağlık emekçilerine yönelen- tepkiler “makul” seviyelerde tutulabilsin. Böylece hasta ile doktor arasındaki ilişkiyi bir güvenlik sorununu haline getirmeyi başaran ilk toplum olarak tarihe adımızı altın harflerle yazdıralım.
Hastalar, hasta yakınları, vatandaşlar durumlarından memnun değillerse ve öfkeden gözü dönmüş yaralı bir boğanın kırmızıya saldırması gibi sağlık emekçilerine saldırıyorlarsa ağır cezalarla bu öfkelerini bastıralım.
Bu yaklaşıma göre fiziksel şiddet bastırılsa/ kontrol altına alınsa yeterlidir. Bu şiddeti doğuran nedenler; hastalık, ızdırap, ölüm, horlanmışlık, yoksulluk, yoksunluk, eziklik… asayişi bozmadığı sürece mesele değil.
Sağlıkta asayiş dönemi
Akla ilk gelen önlemlerin alelacele uygulanması sorunları çözer mi?
Değilse durup yeniden düşünme zamanı… Sorunların nedenlerine dair hamasette pabuç bırakmayıp gerçeklikle yüzleşmek zor ve zahmetli iştir.
Gözlerini kaçırmadan, işin kolayına kaçmadan, ucuz açıklamalara, kolay formüllere kapılmadan eleştirel bir tavır geliştirilmeli
Yakın tarihimiz sizi de dehşete düşürmüyor mu?
Azıcık vicdanı olan her insanın kanını donduracak kadar ahlak dışı, arsız ve yüzsüz bir şiddetle, kanla, zulümle, eziyetle şekillendirilen yakın tarihimize bir bakın. Bu süreçten sonra milletimizin güzide evlatlarının şiddetle haşır neşir olması gerçekten şaşırtıyor mu sizi hala?
Dersim katliamı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Kanlı Pazar, 1 Mayıs 1977, 16 Mart ve Bahçelievler katliamı, Maraş ve Çorum katliamları, 12 Eylül’ün şiddet ve işkence külliyatı, Diyarbakır Cezaevi, yakılan köyler, yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, Sivas ve Gazi katliamları, Hayata Dönüş operasyonları filistin askısı, biber gazı, tazyikli su ve cop, kendinden menkul tutuklama üniteleri, mahpus damları…
Şiddetin gerekçesi muhtelif. Dilini konuşmakta ısrar eden Kürt, bu toprakların asli unsuru olduğunu dile getirmekten vazgeçmeyen Ermeni, ibadetini yapmaya çalışan gayrımüslim, sömürü ilişkilerine itiraz eden sosyalist, hakkını arayan emekçi, ataerkiye direnen kadın, varlığının herhangi bir veçhesiyle (farklı bir cinsel kimlik ya da bazen sadece bir giysi, saç kesimi, küpe vs) necip milletimizin temayüllerine aykırı olan her şey şiddet vesilesi olabilir.
Şiddetin mimarisi
Devlet sınıflı toplumlarda egemen sınıfların zor ve baskı aygıtıdır.
Sınıf egemenliği asli olarak şiddetle tesis ve tahkim edilir. Devletin tekelinde olan şiddet tarafsızlık ve sınıflarüstü kamu yararı ile meşrulaştırılır.
Kurumsal şiddet (ordu, kolluk kuvveti, zabıta, mahkemeler) biçimsel olarak yasalarla tanımlanmış biçimlerde ve sözümona hiç bir yurttaşa ayrıcalık tanımadan uygulanır.
Ancak bu yapılar hemen hiç bir zaman bütün bir toplumu zaptu rapt altında tutmaya yetmez.
Bu koşullarda istisnasız her zaman devletin bağrında filizlenip serpilen, paramiliter çeteler, kontrgerilla ve bu yapının olmazsa olmaz tamamlayıcısı olan mafya yelpazeyi tamamlayan unsurlardır.
12 Eylül’de toplumsal muhalefeti tahrip edip sonrasında her türlü toplumsal talebi şiddetle bastırma politikası şişeden çıkan cin gibi toplumun bütün gözeneklerine sirayet etti. İşkence, yargısız infaz, gözaltında kayıplar, yakılan köyler kumarhane hesaplaşmaları, çek senet tahsilatı, otopark mafyaları, haraç ve kelle koparmalara, banka ihalelerine, polis kılığında pavyon basan tecavüz çetelerine, şantaj tezgahlarına, kumarhane hesaplaşmalarına, organize tecavüz zincirlerine, park yeri cinayetlerinden kadın cinayetlerine, kreşteki çocuklara işkenceye…
Sonuç olarak bu ülkede yaşayan insanların kendi aralarındaki ilişki ve çelişkilerde şiddet dışında daha medeni usul ve yöntemlerin neredeyse hiç kalmamış olmasına şaşıran kaldı mı aramızda?
Husumet sayılmayacak sıradan münakaşalar, normalde karşılıklı atışma, bilemedin sembolik bir itişme ile sona erecek yerde insanın kanını donduran şiddet gösterilerine ve sıkça da cinayetlere dönüşüyor.
Eğer bu demir leblebiyi g