Türkiye solu yeniden “birliği” tartışıyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçim başarısı, Kürt siyasi hareketinin uzun bir süredir gündeme getirdiği “Çatı Partisi”ne yönelik girişimlerin yenilenmesine olanak sağladı. Kürt siyasi hareketinin “birlik” yönündeki çalışmaları, yalnızca ilerici-demokratik siyasi merkezlerin temsil alanında bir “ortak çatı” oluşturmalarıyla sınırlı değil. Açıklanan hedef “Türkiye’de süregiden toplumsal mücadelelerin bütün taraflarını demokrasi, özgürlük […]
Türkiye solu yeniden “birliği” tartışıyor. Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçim başarısı, Kürt siyasi hareketinin uzun bir süredir gündeme getirdiği “Çatı Partisi”ne yönelik girişimlerin yenilenmesine olanak sağladı. Kürt siyasi hareketinin “birlik” yönündeki çalışmaları, yalnızca ilerici-demokratik siyasi merkezlerin temsil alanında bir “ortak çatı” oluşturmalarıyla sınırlı değil. Açıklanan hedef “Türkiye’de süregiden toplumsal mücadelelerin bütün taraflarını demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesinde bir araya getirmeyi hedefliyen” bir “Kongre”nin oluşturulması. Kongre’nin ” toplumsal mücadelelerin politikleşmesi, politik mücadelelerin ise toplumsal zemin üzerinden sürmesi” fikrini gerçekleştirme yönünde atılmış tarihsel bir adım olduğunun altı çiziliyor. “Çatı Partisi”nin Kongre’nin neresinde; içinde mi, dışında mı, üzerinde mi, yanında mı, yoksa kendisi mi olacağı ise pek belli değil.
Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin başarılı siyasi gelişme grafiğini 12 Haziran seçimlerindeki başarısıyla taçlandırması, Türkiye’deki tüm ilerici güçler tarafından hoşnutlukla karşılandı. Kürt Hareketinin siyasi temsil alanındaki bu başarısını Türkiye sosyalist hareketiyle paylaşma yönündeki samimi çabası Önder, Kürkçü ve Tüzel’in TBMM’ye seçilmesinde karşılığını buldu. Kürt Hareketi’nin “sola genişleme” yönündeki bu tercihini yukarıdaki gibi bir “Kongre” önerisiyle nitelik sıçramasına uğratmaya yönelmesi de elbette olumludur ve aynı yapıcılıkla karşılanması gerekir.
Ama “yapıcı” yaklaşımın gerçekçi bir temel üzerinden oluşturulması da zorunlu.
Türkiye’de süregiden toplumsal mücadelelerin bütün taraflarını demokrasi, özgürlük ve emek mücadelesinde bir araya getirmeyi hedefleyen bir “Kongre”nin kuruluşunun önünü açan siyasi gücün Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi olduğu herhalde tartışma götürmez. Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin gelişiminin ise yalnızca bir “Türkiye süreci” olmadığı ortada. Özellikle Kürt Hareketi’nin silahlı mücadelesinin, “Türkiye süreci” olduğu kadar aynı zamanda bir “Ortadoğu süreci” olarak geliştiği biliniyor. Kürt Hareketinin bu niteliği 12 Haziran seçimlerine “Demokratik Ulus Bloğu” kavramıyla yansıdı; Batı’da Türkiye Sosyalist hareketiyle birlik, Bölge’de “geniş ulusal cephe”, Ortadoğu’da ise tüm Kürdistani güçlerin birliği.
Kürt Hareketi’nin bu üç ayrı “koalisyon aksı”nı bir arada sürdürmek yönündeki isteğinin samimiyetini tartışmak abes. Kürt Hareketi’ni bu yönelimi kendi öz gerçekliğiyle son derece uyumlu. Üzerinde durmak istediğim sorun da burada:
Yalnızca Türkiye’de bir Kürt sorunu yok; Türkiyeli Sosyalistlerin de bir Kürt sorunu var! Kürt Ulusal Özgürlük Hareketinin gelişim süreci ile Türkiye Sosyalist hareketinin gelişim süreci arasında bir makas var ve bu makas, Kürt Hareketi’nin Ortadoğu süreciyle bağlantısının öne çıktığı momentlerde iyiden iyiye açılıyor. Hatta kimi zaman, Kürt Hareketiyle Türkiye Sosyalist hareketi kendilerini değişik gerçekliklerin karşısında buluveriyorlar.
Bu gerçekliğin son örneğini bugünlerde yaşıyoruz.
AKP’nin PKK’ye ve Kürt Hareketi’nin bütününe yönelik bugünkü saldırgan çizgisinin arkasındaki gerçek nedenin, “Arap Milliyetçiliği’nin Sonbaharı”nın Suriye’nin kapısına dayanması olduğunu hepimiz biliyoruz.
“Arap Milliyetçiliğinin Sonbaharı”nın damgasını vurduğu bugünkü “istikrarsızlık” koşulları, Ortadoğu’nun 4 devleti tarafından bölünen Kürdistan’ın Türkiye dışındaki parçalarında da etkinlik gösteren PKK’nin önüne de geniş bir manevra alanı açıyor. Yani Ortadoğu’nun ABD ve müttefikleri tarafından “yeniden sömürgeleştirilmesi” süreci, bir Ortadoğu hareketi olarak Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin gelişimine güç kazandırıyor.
Paradoksal bir biçimde aynı koşullar, Türkiye’de, en büyük darbeyi Kürt Hareketi’nden yiyen Tayyip Erdoğan’ın elini de güçlendiriyor. Kabul edilmeli ki bu süreç yalnızca Erdoğan’ı değil onu arkalayan ala Turka liberalleri de güçlendiriyor.
Sosyalistler ise bu süreçten genellikle zarar görüyorlar. Bu sürecin tam olarak yanında veya karşısında yer alarak ilerleyemedikleri gibi, sürecin yarattığı “çatlaklar”dan da yararlanamıyorlar; edilgin bir konuma sürükleniyorlar.
Bolivya’da ve diğer Güney Amerika ülkelerindeki “Yerli Hareketleri” ile Türkiye’deki “Kürt Hareketi” arasındaki bu gerçek farkların, Türkiye’de geliştirilecek bir “Kongre Hareketi”nde nasıl bir karşılık bulacağı mutlaka özel olarak düşünülmelidir. Bolivya’da olanın bizde de olabilmesi için bu “gerçekçilik” şarttır.