Kamuda tek elden yürütülen toplu pazarlık, esasen yasada yeri olmayan ve yasaya göre hiçbir yetkileri olmayan taraflarca yürütülmektedir. Hükümetlerle konfederasyonların toplu sözleşme yapmaları yasaktır ve ayrıca konfederasyonların toplu sözleşme yapma yetkileri de yoktur. Türk-İş ile hükümet arasında imzalanan bu anlaşmanın hukuki geçerliliği dahi tartışmaya açıktır Türk-İş, bünyesinde oluşturduğu “Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu” […]
Kamuda tek elden yürütülen toplu pazarlık, esasen yasada yeri olmayan ve yasaya göre hiçbir yetkileri olmayan taraflarca yürütülmektedir. Hükümetlerle konfederasyonların toplu sözleşme yapmaları yasaktır ve ayrıca konfederasyonların toplu sözleşme yapma yetkileri de yoktur. Türk-İş ile hükümet arasında imzalanan bu anlaşmanın hukuki geçerliliği dahi tartışmaya açıktır
Türk-İş, bünyesinde oluşturduğu “Kamu Kesimi Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu” kanalıyla üyesi 22 işkolu sendikasının toplu sözleşmelerini sonuçlandırdığını açıkladı. Çoğunluğunun yürürlük başlangıcı 2011 Mart ayı olmak üzere 101 toplu sözleşme 230 bin kamu işçisini kapsıyor.
Kamuda toplu pazarlığın kapsamındaki işçi sayısı yıllar içinde özelleştirmelerin ve taşeronlaşmanın etkileriyle geriledi, gerilemekte. 1989 Bahar eylemleriyle ve çok etkili biçimde kamuoyu gündemine gelen ve yıllarca medyada geniş yer bulan kamu toplu pazarlığı süreci, artık kamuoyunun ilgi alanında değil. Kamuoyu, hatta “ilgili kamuoyu” bu süreçten ancak çerçeve anlaşmasının imzalanmasıyla haberdar oluyor.
Toplu pazarlık Türk-İş Koordinasyon Kurulu kararı doğrultusunda bütün sözleşmeler için prosedürler birlikte yürütülmüştü. Türk-İş Koordinasyon Kurulu toplu pazarlığın hedefini, “Düşük ücretlerin iyileştirilmesi, ücretlerin enflasyona yenik düşürülmemesi, refahtan pay alınması ve vergi kayıplarının giderilmesi” olarak koymuştu.
20 Temmuz sabahı kamuoyuna açıklanan “2011 Yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Anlaşma Protokolü” bu hedefler açısından irdelendiğinde; yeterli olmasa da bir iyileştirmenin gerçekleştirildiği, “devletin açıkladığı” enflasyon baz alınarak ücret artışlarının yapıldığı ve bir “refah payı” da öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Özetle varılan anlaşma, Türk-İş Koordinasyon Kurulu hedefiyle şeklen örtüşse de kamu işçisinin beklentilerini karşılamaktan uzaktır. Mutfaktaki yangını söndürmemiştir.
Öte yandan kamuda Türk-İş tarafından yürütülen toplu pazarlık sürecine ilişkin sorunlar, salt ekonomik hedeflerle de sınırlı değildir. Çok daha köklü ve derindedir.
Hedeflerin belirlenmesinde “tabanın söz ve karar sahibi” olmadığı malumdur. Hatta toplu pazarlığın aşamalarından kamu işçisinin ne ölçüde karar sahibi olduğu noktasında da kuşkular vardır. Bu işkollarında büyük bir boşluk yaratmaktadır, işçiyi toplu pazarlık sürecine yabancılaştırmakta ve sendika hareketinden uzaklaştırmaktadır. Esasen Türk-İş Koordinasyon Kurulu hedefleri, kamu işçisinin hedefleri değildir. Devletin açıkladığı enflasyon işçinin dünyasında ne ifade etmektedir? Ve tabana dayanmayan bir sendikacılık, gücünü nereden alacaktır?
Kamuda tek elden yürütülen toplu pazarlık, esasen yasada yeri olmayan ve yasaya göre hiçbir yetkileri olmayan taraflarca yürütülmektedir. 12 Eylül’ün anti-demokratik sendika yasaları, sadece işyeri/işletme düzeyinde toplu pazarlığa izin vermektedir ve bunun dışındaki her süreci yasaklamaktadır. Hükümetlerle konfederasyonların toplu sözleşme yapmaları yasaktır ve ayrıca konfederasyonların toplu sözleşme yapma yetkileri de yoktur. Sendikalar tek tek Türk-İş’i sadece kendi işkollarındaki sözleşme ya da sözleşmeler için yetkilendirebilirler elbette ama toplu olarak işyeri/işletme ya da işyerleri/işletmeler dışında birden çok işkolunu kapsayacak şekilde bir yetkilendirme söz konusu olamaz. Türk-İş ile hükümet arasında imzalanan bu anlaşmanın hukuki geçerliliği dahi tartışmaya açıktır.
Türk-İş’in kamuda tek elden yürüttüğü toplu pazarlık kamuda toplu sözleşme sürecini fiilen sona erdirmektedir. Sendikalar bu çerçeve anlaşmasını esas alarak tek tek kendi sözleşmelerini imzalamaktadırlar ve imzalayacaklardır. Böylece Türk-İş, sendikaların başlangıçta işkollarında işyerleri/işletmeler düzeyinde yürüttükleri ve yürütmeleri de gereken toplu pazarlığı ortadan kaldırmıştır. Onun yerini almıştır. Oysa Batı’da devlet-işçi-işveren tarafları arasındaki üçlü ya da bu aktörler arasındaki ikili sosyal diyalog mekanizmaları ve bu süreçler sonunda imzalanan çerçeve anlaşmaları, işkolları düzeyinde ya da işyerleri/işletmeler düzeyinde yürütülecek toplu pazarlık süreçleriyle tamamlanacak çok genel politikaları ortaya koyarlar. Bu politikalar, işkolları, bölgeler, işyerleri düzeyinde yürütülecek özgür toplu pazarlık yoluyla geliştirilebilir. İşletmelerdeki sorunlar ancak bu daha alt düzeylerdeki toplu pazarlığın konusu olabilirler ve bu kanallarda çözümlenebilirler. Yazık ki Türkiye’de bu da yasaktır. Türkiye’de 12 Eylül’ün sendika yasaları çok düzeyli toplu pazarlığı da yasaklamaktadır.
Bu noktada Türk-İş’in kamuda tek elden yürüttüğü süreç, toplu pazarlığın içeriğini de olağanüstü sınırlandırmıştır. Türk-İş’in karşısında bir işveren olarak devlet vardır. Ve toplu pazarlık masasının konusu, kamunun bütününü içeren bir ücret politikasıyla sınırlıdır. Artık işkollarında, işletmelerde ücret dışındaki hiçbir mesele toplu pazarlık sürecine dâhil edilememektedir ve grev hakkı olmayan zayıf işyeri sendika temsilciliği kurumuna -ve hemen tamamen çözümsüzlüğe- devredilmiş olmaktadır.
Türk-İş yürüttüğü toplu pazarlık sürecinde, hükümete karşı kamu işçisinin, kamu işletmelerinin tamamını ilgilendiren temel konuları da masaya getirmemekte, bu anlamda da sürecin hakkını vermemektedir. Özelleştirmelere karşı işkollarında çok etkili mücadeleler yürütülmüştür. Özelleştirme, niteliği bakımından kamuda Türk-İş tarafından toplu pazarlık sürecine taşınabilecek en önemli meselelerdendir ancak bu yapılmamıştır. Esneklik ve taşeronlaşmaya karşı kamu sektöründe ülke düzeyinde yürütülebilecek politikalar da bu düzeyde toplu pazarlığın konusu olabilecekken, bu yola da gidilmemektedir. Kısaca Türk-İş, hakkı olmadan yürüttüğü kamu toplu pazarlığını, kamu işçisinin genel politik taleplerini en etkili biçimde ortaya koyabileceği bir mücadele platformuna çevirebilecek yaklaşımlardan da kaçınmaktadır.
Kamu sektörü eriyor. Bunun sendika hareketi için önemli sonuçları olacak. Ama burada en ilgi çekici soru, bu sürecin Türk-İş’te ifadesini bulan, kamuda örgütlü ve siyasi vesayete dayanan bir sendikacılık modelini nereye taşıyacağıdır.