“İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın… Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri…” Can Dündar Kazan-ı meclisin, kanayan halk yaralarına merhem kaynatacağını beklememiştik zaten. Belki birkaç bizden dil olur da, bundan gayrı, bizim fikirlerimiz de orda dillenir […]
“İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın…
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri…”
Can Dündar
Kazan-ı meclisin, kanayan halk yaralarına merhem kaynatacağını beklememiştik zaten.
Belki birkaç bizden dil olur da, bundan gayrı, bizim fikirlerimiz de orda dillenir demiştik.
Neyse ki, Emek, Özgürlük ve Demokrasi Blok’u hedefi tutturdu, her türlü baskı ve engellemeye direnerek meclise girdi.
Her şeyi bir yana bırak kardeşim.
Seçimmiş, yüzde kırkmış, elliymiş, memleketin çoğu sonbahar yaprağı gibi sararmış, sahiller bile sarıya kaymış, boş ver.
O seçilmiş, bu seçilememiş, balkon bizi de kucaklamış(!), kucaklamamış…
Hasta yatağımda, başımı yastığa koyup, düşünüyorum. Düşündükçe aklım almıyor.
Bana bu yatağı ve seçim sonuçlarını katlanabilir kılanın, acımı dindirenin, sadece aldığım yüksek dozlu ağrı kesiciler olmadığı kesin.
Yakınlarımın, uzak yakın illerden, onlarca uğraş arasında bir nefeslik vakit bulup, gece gündüz demeyerek yanı başıma gelen, hiç değilse telefonla beni arayan dostlarımın etkisi bu. Nasıl mutlu ettiler…
Bu öyle bir merhem ki yarım asra yaklaşan yaşamımı her de m taze tutuyor…
Sorgusuz sualsiz, çıkardan uzak, bir dost elinin sevgi yüklü sıcaklığını yanı başında bilmek dünyanın en huzur verici duygusu.
Onlar oldu mu, akmayan su akar, açmayan çiçek açar…
Dünyayı değiştirip dönüştürmek istersin…
Seversin dostluğu, yakın dostların bile yetmez olur…
Havasını suyunu bildiğin, bilmediğin yerlerde, dostlar bulursun kendine.
Aslında o topraklara basmana bile gerek yoktur bunun için.
Çukurova’da mevsimlik işçi kızı küçük Ayşe’nin pirinç tarlasında suya bulanan minicik ayakları üşür diye korkarsın.
Kütahya’da siyanür tehlikesi altında kalan Hasan emminin 60’lık ciğerleri bir on yıl daha dayanır mı acaba diye sorarsın kendine.
Mayın patlamalarıyla elini ayağını kaybeden Güneydoğunun çocukları ile kopar senin de elin ayağın.
Bir görüş günü, bir mahkûm çocuğunun denizi anlatmanı istemesiyle bağlanırsın yaşama, ona anlattıkça, özlersin denizi, gözyaşların onu orada bırakıp gitmenin acısıyla yüreğine bir deniz gibi akar.
Ve sen ancak sahip çıktığın dostluklarınla asılırsın hayata.
Hiçbir şey duvar olamaz, yaşamı yaşanabilir kılma arzunun önüne.
O ve onlarca namuslu insan, denizi görsün ve bir deniz gibi özgür yaşasın diye mücadele edersin.
Çünkü dostları olmalı insanın, ülkenin ve dünyanın dört bir yanında.
Acısını, hüznünü, endişesini ve umudunu paylaşacak dostları.
Sevincinde omuz omuza halaya duracak Munzur’a karşı.
Zulme ölümüne ayak direyecek, yan yana, Hopa’da.
Ankara’da, İstanbul’da, Trakya’da, Ege’de bir ekmeği, bir dost muhabbeti paylaşacak.
Hem de tüm çıkar savaşlarına inat.
İnsanı insanlıktan çıkarıp köle haline getiren rant kavgasına karşı…
Faşizan uygulamalar yüzde 50’lerde oy alırken bile gelecek güzel günlere inancını birlikte haykıracak dostları olmalı insanın.
Ve dostlarına vereceği tek bir hesabı olmamalı…
Gözlerinin taa içine gönül rahatlığıyla bakabilmeli.
Padişah fermanı, harem kültürü ve sömürü çarklarını geçin bir kalem, bir dost sitemi bile tıkamamalı kursağını.
Ve hala sokak sokak isyan ediyorsa birileri, umutları bir kaya gibi sağlamsa bunca acıya karşın, o memleketin ve dünyanın dört bir yanındaki dostları içindir.
Minik Ayşe’nin ayakları üşümesin diye, 60’lık Hasan amca bir 10 yıl daha sağlıkla yaşasın diye, Güneydoğu’da ve dünyanın her yerinde, çocuklar güle oynaya koşsun, onlar da, ana ve babaları da mahkûm düşmesin, denizi gökyüzüne bakarak hayal etmesinler diyedir…
Ne güzel, her şeye rağmen, dostum diyebilene…