“‘İnsanların en zayıf yanları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan, inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden, inanmak için çırpınan kalabalıktır.”– İçimizdeki Şeytan / Sabahattin Ali” Sabahattin Ali’nin “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar […]
“‘İnsanların en zayıf yanları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan, inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden, inanmak için çırpınan kalabalıktır.”– İçimizdeki Şeytan / Sabahattin Ali”
Sabahattin Ali’nin “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?” diye sorduğu ve katledildiği günden bugüne ne değişti?
Her türlü hak ihlallerine, sömürü ve talana karşı direnenler faili meçhuller arasına katılmaya devam ediyor, bir gün sokak ortasında kim vurduya gidiyor.
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Birtakım ferdi suçları ele alarak kurumları suçlamanın anlamı yok. Devlet, devlet politikası olarak adam öldürür. Diğeri cinayettir” söyleminden yola çıkarak adam öldürmenin devlet politikalarından biri olduğunu kavramak zor değil.
Tansu Çiller’in Başbakan sıfatı ile çıktığı kürsüde “Bu ülke uğruna, bu devlet uğruna kurşunu atan da, kurşunu yiyen de bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidirler” sözünü de anımsarsak faili meçhul kavramının meçhul kısmının içini kolayca doldurabiliriz.
Ordu ile hükümetin zaman zaman gerilen ama bir süre öncesine dek her şeye rağmen ‘yan yanayız’ pozu Ergenekon ile sarsıntıya girse de ordu teamülleri sekteye uğramıyordu.
Yüksek Askeri Şura sonucunu hararetle bekleyen toplumun gündemine bir de Emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın 93- 97 yılları arasında ülkeyi yönetenlere hitaben ettiği “Yatağınızda nasıl rahat uyursunuz! Lütfen çıkıp açıklayın, bu yıllarda işlenen faili meçhuller terörle mücadele için devlet politikası mıydı ve bu çocuklar devlet politikası mı uyguladılar? ‘Hayır, böyle bir devlet politikası yok’ diyorsanız, söyleyin” sözleri ekleniyordu.
Kıyat’ın her ne hikmetse yaptığı bu açıklamalara yıllar yılı hak ihlallerine karşı direnen ve emperyalist güçlerin egemenliklerini sürdürmeleri yolunda birçok ülkede harekete geçirdikleri devlet-derin devlet ilişkilerinin altını çizen devrimci ve demokratlar hiç şaşırmadı.
Yakınlarını kaybedenler bu iddialardan yola çıkarak Demirel, Çiller, Erbakan, Ağar, Güreş ve Karadayı’nın da içinde olduğu 20’nin üzerinde kişi için suç duyurusunda bulundu.
Atilla Kıyat’ın iddialarına, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Televizyona çıkıp konuşarak, yetiştiğin ocağa terbiyesizce karalama yapmanın kimseye faydası yoktur. Türkiye’nin böyle bir kritik döneminde herkes haddini ve hududunu bilmeli” diyerek en sert tepkiyi veriyordu.
Oysa gündemin en yoğun zamanlarında adeta gündemi saptırmak için toplumun gözü önüne dökülen bazı olayların ardındaki derin devlet ilişkileri, geçmişte birçok ölümle adı bir arada anılan MHP’yi bile bir kenara atacak boyutlara ulaşmamış mıydı?
İddiaların asıl muhataplarından yani o dönem görevde olan siyasilerden bu iddiaları geçersiz kılacak hiçbir yanıt gelmiyordu.
‘Yoksa susmak kabullenmektir’ tespiti gerçek mi oluyordu?
AKP de sessizler kervanına katılmış, böylesi bir açıklamayı politik arenada hâkim olan saldırgan üslubuna malzeme dahi yapmıyordu.
Konuşmaya devlet sırlarını ifşa etmemek mi yoksa ağır devlet adamlığı kimliği mi engel oluyordu?
Yoksa “Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü” AKP döneminde faili meçhullerde yüzde 100’lük bir artışı gözler önüne sererken “kurcalarsam ucu bana da dokunur” korkusu muydu bu?
“Yeter, söz miletin!” diye diye iktidara gelip, memleket topraklarını yabancı sermayedarlara pazarlayan, halkın kaderini cemaatlere bırakan, dil, din, ırk ve etnik ayrımcılığı körükleyen ve vatandaşın başına adeta bir es es subayı gibi dikilen AKP iktidarı ‘hiçbir şey karanlıkta kalmayacak’ söylemini ne çabuk unuttu.
Burjuva demokrasisinin en ideal yönetim biçimi olarak lanse edildiği, “demokrasilerde herkes eşittir” ve “egemenlik milletindir” söylemiyle halkın devlet yönetiminde hak sahibi olduğu fikrinin aşılandığı bir toplumdayız.
Peki, halk olarak hangi sürece egemeniz ya da hangi süreçte söz hakkına sahibiz?
Yargı yolu ile verilen hak arama mücadelelerinin önü yargıya yapılan müdahaleler ile kesilmiyor mu? Halkın doğal yaşam alanları tahrip edilip, yaşamsal haklarına her zaman baskı ile karşılık verilmiyor mu?
Artan baskıyı halk gözünde meşrulaştırmanın zorlaştığı anlarda ise bu baskının kaynağının devlet olduğunun gizlenmesi gereği yönetenlerin kendi bekalarını korumaları için yapılandırılan “derin devlet” i doğurmuyor mu?
57 ölü, 200’ün üstünde yaralı, 300’e yakın ev ve işyeri tahribi ve binlerce ailenin göçüyle noktalanan Çorum, 111 ölü, binin üzerinde yaralı, 552 ev ve 289 işyeri tahribi ile Alevi nüfusunun yüzde 80’inin memleketini terk ettiği Maraş katliamları derin devlet eliyle gerçekleşmedi mi?
DİSK Eski Genel Başkanı Kemal Türkler ve Kazancı yokuşunda sırf işçi bayramını kutlamak isteyen o namuslu insanların katili derin devlet değil mi?
37 aydının diri diri yakıldığı Sivas o günlerin en yakın tanığı değil mi?
Tarih bu konuda sayısız acı örnekle dolu.
Çok değil daha 6 yıl önce bir televizyon kanalında Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ni ballandıra ballandıra anlatan ve hatta Diyarbakır’ı BOP’a merkez yapmak için ilde altyapı çalışmalarına hız vereceklerini söyleyen başbakanın kendisi değil miydi?
Peki, Başbakan, sadece Güneydoğu’da sayıları 18 binleri bulan faili meçhul cinayetler için şimdi ne yapmayı düşünüyor dersiniz?
Hükümetin “Durmak yok, yola devam” sloganı büyük İslam devletine giden yolda ortalığı çınlatmıyor mu?
Orduyu arındırma(!) planı adı altında Silivri mahkemeleri harıl harıl çalışmıyor mu?
Memleketin birçok yerindeki cezaevleri 3 katlı ranzalarda yatan mahkûmlarla, ağzına kadar dolu değil mi?
Yoksa hükümet, gönlüne göre bir ordu kurma amacında yaş tahtaya basmak istemiyor mu?
Dilediği kadrodan oluşmuş, kendi topraklarımızda yüzde yüz kendi üretimimiz olacak nükleer silahlarla donanmış bir ordu ile Ortadoğu’nun fatihi olma duygusu ağır basıyor olmasın?
Düşünceleri için katledilen Sabahattin Ali’nin dediği gibi sormadan, araştırmadan, bilmeden ve sırf inanmak için çırpınan bu bilgisiz, körü körüne inanan kalabalık daha çok fatihler yetiştirecek.