İşletmelerin gittikçe artan bir biçimde, yalnızca ‘sahip oldukları yetenek ve becerileri esas alan işleri‘ yapmak istemeleri ve temel yeteneklerini kullanmadıkları işleri, kurum dışındaki başka işletmelerden alma eğilimleri, dış kaynak kullanımı (outsourcing) uygulamasını ortaya çıkardı. İşletmeler bu sistemi kullanarak, kaynak tasarrufu yapıyor, küçük ve yalın bir yapıya sahip oluyor ve çok iyi bildikleri işler üzerine yoğunlaşabiliyor. […]
İşletmelerin gittikçe artan bir biçimde, yalnızca ‘sahip oldukları yetenek ve becerileri esas alan işleri‘ yapmak istemeleri ve temel yeteneklerini kullanmadıkları işleri, kurum dışındaki başka işletmelerden alma eğilimleri, dış kaynak kullanımı (outsourcing) uygulamasını ortaya çıkardı. İşletmeler bu sistemi kullanarak, kaynak tasarrufu yapıyor, küçük ve yalın bir yapıya sahip oluyor ve çok iyi bildikleri işler üzerine yoğunlaşabiliyor.
Bir kurumun her alanda üstünlük sağlayabilmesi mümkün değil. Eğer kurum herhangi bir alanda bir işlevi yerine yeterince getiremiyorsa veya pahalıya geliyorsa, bunu çok daha iyi yapabilen başka bir işletmeye yaptırabilir. Geleneksel dış kaynak kullanımının temelinde, bir ürünün hammaddesinin dışardan temin edilmesi söz konusuydu. Günümüzdeyse, sadece hammadde de değil, tüm işlerde dış kaynak kullanımı görülmekte. Üreticiler ürünlerini, daha ucuz hammadde ve tedarikçilerin olduğu başka yurt içi işletmelere bazen de yurtdışına yaptırıyor. Bir işletme, anlaşmasını yerel bir işletmeden alıp, 8000 mil uzakta bulunan Uzak Doğu’daki bir işletmeye verebiliyor.
İşte, dışkaynak tanımının “Orantısızlaştırılması”nın temeli burada yatıyor!… Yerel işletmelerden alınıp, yurtdışına ihale edilmesinde. Bunun en güncel örnek girişimini yakın zamanda Akbank’ta görüyoruz, güvenimizin eseri Akbank’ta!
2009 yılında, 2.7 Milyar TL kâr yapan Akbank’ın, TÜİK istatistiklerine göre bilişimcilerinin %20’sinin işsiz olduğu ülkemizde, yeni bilişim stratejisi ile yüksek sayılarda yabancı insan kaynağı çalıştırmakta olduğu ve bu sayıyı sürekli olarak artıracak yeni planlamalar yaptığı görülüyor.
Sektörde 30,000’e yakın bilişim işsizi varken, Akbank’ın, bilişim altyapısı için binlerce Hint kökenli bilişimciye iş imkanları yaratıyor olmasının, Akbank’ın kendisine ve Hindistan’a çok yararlı olacağı aşikar. Ancak Türkiye’nin ülke ekonomisine ve bilişim sektörüne katkı yapmadığı ortada.
Hindistan, hem yerinde, hem de uzaktan bilişim hizmeti verme konusunda lider durumunda. Ülkemizde yıllardır Hindistan mucizesi konuşulurken, bu alanda Hindistan’a benzemek konuşulurken, bırakın Hindistan gibi olmayı, Hindistan’ın büyümesine katkı veren ülkeler arasında olunması nasıl açıklanabilir?
Aranan uzmanlık yüksek teknoloji danışmanlığı, ileri seviye problem çözümü vb ülke kaynaklarımız içinde bulunmayan veya çok az bulunan bir gereksinim olsaydı sesimiz çıkmayacaktı ama öyle değil! Aranan kaynak yurtiçinden de sağlanabilir, üstelik bu kadar bilişimci işsizken! Gerçi yabancı elemanların getirilme izni alınırken, “yurtiçinde bu sayıda bilişimci yok” ya da “Hint’li bilişimci/yazılımcılar, bizimkilerden daha kaliteli” gibi nedenler uyduruluyor ama birinci neden için % 20,6 işsizliği bir daha hatırlayalım, ikinci nedene ise 20 yıllık bilişimci olarak katılmam mümkün değil.
Akbank’ın Binlerce Hintli İstihdam’ı Yasalara Uygun mu?
4817 sayılı yabancıların çalışma izinleri hakkındaki kanuna göre ülkemizde çalıştırılacak yabancı personel izninin alınabilmesi, “başvurulan iş için ülke içinde aynı niteliğe sahip kişinin bulunmaması” koşuluna bağlıdır. 30,000’e yaklaşan işsiz bilişimcinin Akbank’ın ihtiyaç duyduğu özelliklere uygun olmaması söz konusu dahi olamaz. Bir an bunun doğru olduğunu düşünsek bile, bu durumda da hem Akbank’ın hem de Akbank’a istihdam sağlayan bilişim şirketlerinin yetkin insan yetiştirme konusunda çaba harcamaması ve bu ülkeye yatırım yapmaktan kaçınması doğru mudur?
Elektrik Mühendisleri Odası, Türkiye’de gerekli nitelikte bilişimci eksiği olmadığını söylemiştir.
Elde edilen bilişim gelirlerinin %80’den fazlasının yurtdışına aktarıldığı ülkemizde, kalıcı yatırım yapmaktan kaçınan uluslararası bilişim şirketlerinin dış kaynak kullandırma çabaları hem ülke ekonomisi için büyük umutlar bağlanan Türkiye bilişim sektörünün erimesine hem de işsizlik sorununu çok daha fazla artırmasına sebep olacaktır. Bu firmaların ülke değerlerinden istifade etmesi, buna karşın ülke için sorumluluk taşımayan ve salt daha fazla kazanmak adına yapılan çabaların ne kadar etik olup olmadığı tartışılırken; diğer taraftan 4817 sayılı yasaya rağmen ve bu işsizlik ortamında yabancı çalışan istihdamının nasıl sağlandığı konusu soru işareti olarak durmaktadır.
Akbank bu kararını uygulamayı sürdürürse, kurumsal kârlılığının artacağı süphesiz ama ülke ekonomisine, insanına, işsizliğe, bilişim teknolojisine ve kendi çalışanlarına katkı yapmayacağı da ortada.
Ayrıca, Hasankeyf gibi çok önemli bir “Dünya Mirası’nın” Ilısu baraj projesi nedeniyle yok edilmesini kabul etmeyen Avrupa bankaları projeden çekilirken, “kültürel sorumluluk çalışmaları” ile tanınan Akbank, baraj için eksik kalan krediyi sağlayarak Hasankeyf’in yok oluşuna da önayak oluyor.
Sakıp Ağa hayatta olsaydı, bir aile şirketinden, kurumsala dönüşen, “Güveninizin Eseri, Akbank”ın, bu köklü markanın, gözü sadece para ve kârlılıktan başka bir şey görmeyen profesyonellerce alınan bu kararlarla, Türkiye insanına böyle kazıklar atmasına izin verir miydi acaba?